3 Mart tarihini anlamanın anmaktan daha önemli olduğu bir zaman dilimindeyiz. Yeni Türkiye, Başkanlık Sistemi, Yeni Anayasa derken değişim sinyalleri veren Türkiye’de Parlamenter Cumhuriyet rejimi varlık mücadelesi veriyor. 100 yılını tamamlamadan böylesi bir rejim krizi ister istemez 1300 yıllık kadim varlığıyla İslami Hilafet Devleti’ni akıllara getiriyor. Hatta geçtiğimiz günlerde yaşanan genç bir kıza tecavüz edilmesi ve sonrasında işlenen cinayet, toplumu bir kez daha infiale sevk ederek daha caydırıcı olduğuna inandığı İslami hükümlerin tatbik edilmesi gerçeğiyle yüz yüze bıraktı. Hatta öyle ki sosyal medya üzerinden idamın geri getirilmesi ve şeriat kanunlarının uygulanması ile ilgili yüzlerce mesaj paylaşıldı ve tartışmalar yapıldı. Kısacası 3 Mart günü idrak edeceğimiz Hilafetin ilga edilişinin miladi 91. yılında Hilafete duyulan özlemi ve ümmetin buna ne kadar ihtiyacının olduğunu şimdi daha iyi anlamaktayız. O yüzden hiç olmadığın kadar bu tarihi anlamanın tam vakti. Zira Hilafetin ilgası ile başlayan çöküş sürecinin üzerinden bunca yıl geçmesine rağmen her geçen yıl daha da geriye giden, her anı daha da kötüleşen hasta bir devletin can çekişmesine seyirci olmaktayız. Hal böyle iken devletin yöneticileri tarafından sistemin bekası için rejimde yapılacak bazı değişikliklere isim konulmaya çalışılıyor. Onlar dahi atacakları adımları kestiremiyor veya kabul edilmesi için bazı tavizleri kolayca vermenin hesabı yapılıyor. Her zaman olduğu gibi yapılması düşünülen referandum ile gayri İslami bir sistem olduğu bilinen ‘Başkanlık Sistemi’ için Müslümanlardan oy istenecek.
Suriye krizini, rüşvet sorununu, çözüm sürecinin sancılarını ve toplumsal yapının çöküş ağrılarını damarlarına kadar hisseden Türkiye Cumhuriyeti, devleti ve milletiyle her seferinde büyük hayal kırıklıkları ve güvensizlik ortamı yaşıyor. Sınırsız özgürlükler beraberinde sınırsız yaralar açıyor. Din ile hayatın bağını koparanlar topluma dinsizlik prangaları vuruyor. Yine toplum akidesinden koparak televizyon kanallarından saçılan kültür kirliliği ile ahlaki uçurumlara yuvarlanıyor ve kimliklerini kaybediyorlar. Eğitimde ve öğretimde yapılan hiçbir değişim ümmetin çocuklarını kalkındıracak temeller inşa etmeye yetmiyor. Bakanlıklar açılsa da reformlar yapılsa da aile mefhumu bir türlü istenilen yapıya bürünemiyor. İçki ve fuhşiyyat aileleri darmadağın edip çocukları perişan ediyor. Tecavüzler, katliamlar ve insan dışı fiiller ‘‘Nereye gidiyoruz?’’ sorusunu hep bir ağızdan haykırıyor.
Belki ‘Nereye gidiyoruz’ sorusuna çok farklı cevaplar bulunabilir ama biz bu hale ‘Nereden geldik’ sorusuna verilecek tek bir cevap vardır. İşte bizim İslam ümmeti olarak özelde Türkiye, genelde ise elliden fazla parçaya bölünen tüm beldeler için yaşadığımız böylesi kötü bir akıbetin ne zaman başladığı sorusu tartışmasız 3 Mart 1924 tarihidir. Nereden başladığı sorusunun su götürmez gerçeği Müslümanların tek devleti olan Hilafetin yıkıldığı İstanbul’dur. Nasıl başladığı ise hiçbir muamma taşımayacak şekilde İslam beldelerinin paramparça, ümmetin ise darmadağın olmaya başladığı o kara gün buna sebep olan hain yöneticiler ve onların acımasızca aldıkları ihanet dolu kararlarıdır.
Önümüzdeki Cuma günü muhtemelen camilerdeki hutbelerin esas konusunu Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kurulması oluşturacak. Sanki 3 Mart deyince akıllara ilk gelen şeyin ‘Diyanet’ olması isteniyormuşçasına o tarihi böylesi bir kurumla özdeşleştirme gayretlerine yıllarca şahit olduk. Ümmetin o tarihle yaşadığı büyük çöküşün ve büyük kaybedişin vakıasından gafil oluşu işte bu kurumun yoğun uğraşlarıdır. Hâlbuki cemâi bir ruh ile 3 Mart’ı anlamaya çalışmak, o gün kaybedilen devletlerini yeniden kurma azmi ve gayretiyle Müslümanları şereflendirmek samimi ve ihlaslı âlimlerin en önemli hedefi olmalıdır. İslam’ın ancak yeniden kurulacak bir ‘Râşidi Hilafet’ ile yaşanabileceği gerçeğini inkâr edenler dün yanıldıkları gibi, bugün de yanılmaktadırlar, ısrar ederlerse yarın da aynı yanılgıyı yaşamak zorunda kalacaklardır. Zira birçok İslami beldede akan Müslüman kanının, peşkeş çekilen kilometrelerce toprağın, uğranılan onlarca ihanetin, tecavüze uğrayan akılların, nesillerin, hanelerin ve namusların hala bir telafisi bulunamadıysa, çözüme kavuşturulamadıysa sebebi nedir acaba? Hangi yamalı çözüm, hangi kurumsal çalışma, hangi yasal düzenleme, hangi köksüz fikir bu illetten, bu prangadan bu şerefli ümmeti kurtarmıştır? Tabi ki hiçbirisi…
3 Mart 1924! Ümmetin kara günü… İşte bu günün 91. yıldönümüne günler kaldı. Kâfirlerin korkulu rüyası olan Hilafeti yıkarak Müslümanlara layık gördükleri lâik, demokratik bir sistem olan Türkiye Cumhuriyeti serüveninde maalesef 91. yılı idrak etmekteyiz. Şimdi bir şekliyle bu küfür sistemini revize edilerek bir başka küfür sistemi ile yola devam etmek isteyenler belki bu hedeflerini tatbik edecekler. Belki daha sonra başka bir küfür sistemiyle hedefledikleri bu aciz sistemi de değiştirecekler. Sonuçta insandan çıkan bir düşünce yapısı, bir ara çözüm daha sonra bir başka insandan çıkacak düşünce ve çözümlerle yerle yeksan olacaktır. Ama 14 asır öncesinden tatbik edilmek üzere koyulan hükümler ve çözümler bugün hala gerekliliği ile gündemden düşmüyorsa bu ondaki İlahi olma yönüyle Allah’tan gelen hükümlerin her daim güncelliğini korumasındandır. Böylesi bir arzu ve istekle tıpkı 91 yıl önce kaldırıldığı yerden devam etmek üzere II. Raşidi Hilafet Devletini kurmak için akıllarımızı ve ruhlarımızı adayarak Rabbimizi razı edeceğimiz bir hayata kendimizi adayarak var gücümüzle çalışmalıyız. Bu yıl önceki yıllardan farklı olarak ümmete sunulan köksüz ve aciz çözüm önerilerini reddederek 3 Mart gelip çatmadan kararımızı verelim ve yola koyulalım. Zira ümmetin böylesi muhlis dava erlerine hiç olmadığı kadar ihtiyacı var.
مِنَ الْمُؤْمِنِينَ رِجَالٌ صَدَقُوا مَا عَاهَدُوا اللَّهَ عَلَيْهِ فَمِنْهُم مَّن قَضَى نَحْبَهُ وَمِنْهُم مَّن يَنتَظِرُ وَمَا بَدَّلُوا تَبْدِيلًا
Mü’minlerden öyle dava erleri var ki, onlar Allah’a verdikleri sözde sadık kaldılar. Böylece onlardan bir kısmı verdiği sözü yerine getirdi, bir kısmı da sırada bekliyorlar. Ve onlar, sözlerinden (ahdlerinden) bir şey değiştirmediler. (Ahzab 23)