Seçim günü televizyon ekranlarında insanların oy vermek için nasıl bir hengâme ve fedakârlıklarla sandık başına gittiklerini gördüğümde, ümmetin halifesini seçmek için Hulafa-i Raşidin dönemindeki güzide İslami toplum aklıma geldi.
Bu manzara beni ümmetin halifelerini seçtiği günlere doğru tarihi bir yolculuğa götürdü, gönül hüzünlendi, göz yaşardı.. Gönül isterdi ki bu seçimlerde bu ümmet halifesini seçmek için sandık başına gitmiş olsaydı. Rabbime o günleri tekrar ihya etmesi ve bizlere halifemizi seçme fırsatını vermesi için niyazda bulundum.
Seçimler neticelendikten sonra çevremdeki insanlara "bu seçimin galibi ve kaybedeni kim?" diye bir soru yönelttiğimde, hiç düşünmeden kazananın AK Parti, kaybedenin ise CHP olduğunu söylediler. Eminim ki bu soruyu toplumda pek çok insana sorsanız toplumun geneli üç aşağı beş yukarı bu şekilde bir cevap verirlerdi. Tabi ki benim aradığım cevap bu değildi. Peki bu durum gerçekten de bu kişilerin söyledikleri gibi midir, yoksa bu seçim sonuçlarını bizler Müslümanlar olarak farklı bir şekilde mi değerlendirmemiz gerekiyor?
Ya da soruyu farklı bir şekilde yani, "seçimden sonra hayatınızda ne gibi bir değişiklik olmuştur?" diye sorsak eminim ki bu defa da toplumun geneli hayatlarında pek fazla bir şeyin değişmediğini söyleyeceklerdir. Öyleyse o zaman toplum olarak bizler niçin oy kullanırız?
Madem ister genel seçimler olsun ister yerel seçimler olsun toplumların hayatlarında herhangi bir değişiklik olmayacaksa insanlara bir çözüm olarak sandıklar niçin gösterilmiştir? Toplumlar ‘’yeter söz artık milletin veya sandıkta milli irade tecelli etmiştir’’ gibi hayatta hiçbir zaman pratiği olmayan bir takım güzel sözlerle niçin aldatılmışlardır?
Tabi ki bu ve buna benzer sorulara dakik bir şekilde cevap verebilmek, seçimler üzerinde aydın bir şekilde düşünmeyi, irdelemeyi gerektirir. Aydın bir düşünme ile seçimlere bakan birisi öncelikle seçimlerin bir aldatmaca ve toplumların gazını almada son derece etkili bir yöntem olduğunu görecektir. Zira sistemin başı ne zaman belaya girse -sistemden kastımız demokrasidir- veya toplumlar ne zaman bu sisteme karşı bir güvensizlik duysa yöneticiler hemen sandığı işaret ederler. Bu işaretten sonra devreye muhafazakar partiler girer ve sisteme can suyu vererek rahat bir nefes almasını sağlarlar. Bu durum Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze kadar kesintisiz bir şekilde devam etmiştir.Nitekim Terakkiperver Serbest Fırka'nın kuruluş amacı ve siyasi seyri bu hakikatin en bariz örneklerindendir. Bu başlangıcın ardından sistem krizlerinde hep aynı taktik uygulana gelmiştir. Milli Şef döneminin baskıcı uygulamalar artık dayanılmaz bir noktaya gelmişken birden bire çok partili bir sisteme geçilmiş, demokratik seçimler yapılmış ve yine muhafazakar olarak bilinen kişilerin kurduğu Demokrat Parti iktidara getirilmiş, halk bir kez daha kandırılmış, sistem her zaman olduğu gibi kazanmış ve kendi bekasını güven altına almıştır.
1980'de Anavatan Partisi'nin yine 1997 yılında Refah Partisi'nin, 2000'li yıllarda ise AK Parti'nin iktidara getirilmesi aynı senaryonun ürünüdür denilebilir. Muhafazakar partilerin halk tarafından her daim desteklendiği bilinen bir gerçektir. Nitekim Türkiyenin siyasi tarihi bu örneklerle doludur. Bugün dahi muhafazakar şahsiyetler şartsız koşulsuz bir şekilde desteklenmeye devam etmektedirler.
Bununla beraber Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze kadar halkın adalet, yargı, ekonomi ve toplumsal yönden sorun ve şikayetleri hiç hız kesmeden büyüyerek devam etmiştir.
Meselenin diğer bir yönü ise 1950 yılından günümüze kadar birçok iktidar gelmesine rağmen bu iktidarlar halkın sorunlarına çözüm getirememişler, bilakis sorunlar az öncede söylediğim gibi devasa bir hal almıştır. Demek ki mesele iktidarlardan daha ziyade bunların müsebbibi olan bizatihi demokrasinin kendisidir. Fakat ne kadar garip bir durumdur ki, şu an demokratik zeminde mücadele eden bir takım muhafazakarlar ve laik tüm siyasi partiler aralarında ki tüm ihtilaflara, seçimden önce birbirlerini alçaklıkla, hainlikle ve buna benzer insani, ahlaki olmayan bir takım sıfatlarla itham etmelerine rağmen bu ayrılıklarını bir kenara bırakarak hepsi de sandığı göstermişlerdir. Öyle ya bu partiler için asıl olan toplumun âli menfaatleri değil sistemin bekası söz konusudur. Yani halk bir kez daha aldatılmış ve kazanan yine demokrasi kaybeden ise müslümanlar olmuştur. Zaten sömürgeci kâfirler için asıl olan mesele hangi partinin iktidara geleceğinden daha ziyade demokrasinin bekasıdır. Onlar için önemli olan şey demokrasinin Müslümanlar tarafından benimsenmesidir. Yoksa bu kâfirler onlarca senedir kendisine hizmet eden iktidarları kullanmış ve kullanma süresi bittikten sonra da bir çaput misali tarihin çöplüğüne atmışlardır.
İslam ümmetinin bu konuda uyarılması ve kendilerine nasihatte bulunulması son derece önemli bir iştir. Nitekim Köklü Değişim Dergisi sahip olduğu tüm imkânları kullanarak bu konuda ümmeti Allah için uyarmıştır. Makalemin başında söylediğim gibi İslam ümmeti Allah’ın kitabı ve Rasulu’nun sünneti ile hükmedecek yöneticileri seçmek için oylarını kullanmaları gerekmektedir. İşte ancak bu şekilde Rableri kendisinden razı olacaktır.
Son olarak makalemizin başlığı olan 30 Mart Seçimlerinin Kazananı ve Kaybedeni Kim Olmuştur? sorusunun cevabını siz değerli okuyucularımın takdirine bırakıyorum.