“28 Şubat” Kokusu Var Havada
17 Mart 2018

“28 Şubat” Kokusu Var Havada

İmkânlar dâhilinde düzenli olarak haber izlemeye çalışırım. Birkaç ay önce izlediğim haberlerde inceden inceye verilen bazı haberler dikkatimi çekti. Hatta bu durumu, “Bilmem farkında mısınız? Son günlerde 28 Şubat öncesi yapılan haberlerin benzerleri yapılıyor” şeklinde sosyal medyada bir mesaj olarak da paylaştım. Türkiye medyasının bir kısmı önceleri ara ara, son haftalarda daha sık ve neredeyse her gün, İslâmi kimlikleri ile bilinen bazı şahıslar üzerinden tıpkı malum 28 Şubat post-modern darbesi öncesi yapılan karalama haberlerinin benzerlerini yapmaktadır.

Yapılan haberlere ve sunuş şekillerine bakıldığında, 28 Şubat öncesi kullanılan yöntemi ve aynı dili görmekteyiz. Uygun kurban seçilir, arşivler karıştırılır, konuşmalar kesilip biçilerek bütünlükten kopartılır sonra kurban peşin hükümlü ve suçlu olarak büyük bir heyecanla kamuoyuna sunulur. Daha fazla bilinçaltı ve daha fazla algı operasyonu için aynı haber tekrar tekrar verilir. Her seferinde bir “bilirkişi” konuşturulur ve durumun vahameti daha da pekiştirilir. Sokaktaki vatandaş ile röportaj yapılır, herkes şiddetle karşı gibi gösterilir.

Geçtiğimiz Ocak ve Şubat ayında, birçok İslâmi kesimin katılımı ve uğraşı ile “Artık Bu Son 28 Şubat Olsun” diyerek, yaşanan mağduriyetlerin giderilmesi için yoğun bir şeklide eylemler yapıldı. Düzenli olarak yapılan bu eylemler sonucu meseleye dair bir gündem oluştu. Bunun akabinde iktidar cenahından bu meseleye dair bazı adımların (ağırdan alınsa da) atılacağı beyan edildi. Ancak daha mevcut mağduriyetler giderilmemiş iken aynı mantık ile yeni mağduriyetler oluşturulmaktadır. İktidar ile mesafeli olup eleştirenler doğrudan cezaevine gönderilirken, iktidar yanlısı olduğu halde, seçim zamanlarında iktidar partisine açıktan oy toplayan birçok hoca ya görevden alınmakta ya da itibarsızlaştırılmaktadır. İşin tuhafı, üyelerinin birçoğu 28 Şubat mağduru olan iktidar partisinin eli ile yapılmasıdır.

En son dün akşam (16 Mart) ana haber bülteninde verilen bir haber, beni bu yazıyı yazmama sevk etti: Çanakkale zaferini konu olarak hutbede işleyen Diyanet’in bu hutbede Mustafa Kemal’den bahsetmemiş olmasını Meral Akşener, düzenlenen mitinginde dile getirerek eleştiriyordu. Bundan daha ilginci ise Kanal D haber bülteninde sunucunun, bu iddianın doğruluğunu araştırmak üzere camiye gidip hutbeyi kaydeden Kanal D muhabirinin kaydını yayınlayarak söz konusu hutbede Çanakkale zaferinden bahsedildiği ama Mustafa Kemal’den bahsedilmediğini ispatlaması(!) ve dolayısı ile büyük bir ayıbın işlendiğini söylemesiydi. Ancak hutbe okunmadan, hutbede nelerin söylenip söylenmediğini Meral Akşener ifade edemez. Dolayısı ile muhabir öncesinden ava çıkmış zaten.

Bu haberden sonra, yani hutbeyi çekmesi için camiye muhabirin gitmesi öğrencilik hayatımda yaşadığım bir olayı hatırlattı bana. 28 Şubat rüzgârının daha sert estiği 1999-2000 öğretim yılı idi. İzmir’in Bornova ilçesinde, Ege Üniversitesi kampüsünün aşağısında -şu anki durumunu bilmiyorum ama o zaman varoş denilebilecek bir kenar mahalle olan- Mevlana Mahallesi’nde bir öğrenci evi tutmuştuk. Mümkün mertebede mahalledeki eve en yakın camiye gidip namazlarımızı cemaat ile kılmaya çalışıyorduk. Bu vesile ile imamla samimi diyaloğumuz oluşmuştu. Bir Cuma hutbesinde imamdan beklemediğim ve kendisine yakıştıramadığım, daha doğrusu İslâm’a aykırı bulduğum birçok şey işittim. Bunlar laiklik ve Mustafa Kemal ile ilgili hususlardı. Açıkçası çok üzülmüştüm. Ön saflardaydım ve camiden çıkma imkânım azdı. Dolayısı ile Cuma namazı kılınırken, imama tabi olmaksızın iki rekât sünnet namazı kılıp çıkmıştım. İmama üzüntümü iletmek için yatsı namazında tekrar camiye gittim. İmam, kendisine verilen hutbeyi okumak zorunda olduğunu, söz konusu hutbeyi okuyup okumadığını tespit etmek için camiye sivillerin geldiğini ve söz konusu sivillerin hutbenin bitimi ile namazı kılmadan dışarı çıktığından bahsetti. Savunma adına iş/ekmek derdinden bahsetti. Benim gönlümü hoş etmek için de hutbenin içeriğine kesinlikle katılmadığını ve hatta okunan hutbede malum zata yönelik birçok iltifatı da kesip okumadığından bahsetti.

Kısaca anlatmaya çalıştığım bu anı, o günleri yaşayan bilinçli Müslümanların tanıklık ettiği binlerce olaydan sadece bir tanesidir. Burada, o sürece benzer bir anlayışın hortladığını anlatmaya hatırlatmaya çalışıyor ve “acaba yeni 28 Şubatlara hazırlık mı var?” diye düşünmeden edemiyorum. Aslında bir önceki yazımda, sistemin mevcut halinin zaten 28 Şubat mantığı ile iç içe olduğunu ifade etmeye çalıştım. Sadece farklı zamanlarda, farklı aktörlerin farklı üslupları vardır.

Tekrar bu haftaki Cuma hutbesinin konusuna dönmek istiyorum. Yani Çanakkale zaferini konu eden ama vatancılık ve milliyetçilik ile süslenen hutbeden. Malum yarın 18 Mart ve Çanakkale zaferinin başladığı günün 103. yıldönümü. Çanakkale bir zafer mi? Evet, Çanakkale bir zafer ve hatta zaferden de büyük. Denildiği gibi adeta bir destan. Ama benim sorum, bu zaferin kimin zaferi olduğu hususudur. Malum, ulusalcılar bu zaferi hep M. Kemal’in ve dolayısı ile laik Cumhuriyet’in bir zaferi olarak lanse ettiler ve halen öyle yansıtırlar. Bundan dolayı ulusalcılar, hutbede Mustafa Kemal’in zikredilmemesine itiraz edip bunun bir vefasızlık olduğunu söylüyorlar. Meselenin üzüm yemek olmadığını zaten biliyoruz.

Oysa tarih herkes için ortadadır. Çanakkale Savaşı 1915 tarihinde Birinci Dünya Savaşı içinde meydana gelen bir savaştır. Almanlar ile ittifak eden Osmanlı Devleti’nin İtilaf Devletleri ile girdiği bir savaştır. Bu savaşta bazı Alman komutanlar olmasına rağmen savaşanlar Müslümanlardı. Çanakkale Savaşı, İtilaf Devletlerinin başında olan, İslâm ve Müslümanların ezelî ve ebedî düşmanı olan İngilizlerin, Fransızları da yanına alarak boğazları kontrol etmek üzere, hem denizden hem de karadan saldırması sonucu Osmanlı ordusunun aylarca karşı koyması sonucu kazanılmış bir zaferdir. Bu savaşta şehit olan kişi sayısı oldukça çok ve ortaya konulan fedakârlık dillere destandır. Ancak bu fedakârlığı yapanlar, ölen on binlerce kişi laik ya da ulusalcı kişiler değildi. Çanakkale’de savaşanlar, Osmanlı tebaası olan Türk, Kürt, Arap, Çerkez ve diğer milletlerden olan Müslümanlardı. Bunlar namaz kılan, içki ve kumardan uzak duran, Tevhid bayrağı altında cihat bilinci ve ruhu ile İslâm ve beldelerinin müdafaasını yaptılar. Çanakkale’de şehit olanlar bir ırkın veya bir ırkın üzerinde yaşadığı belli bir toprak parçasını müdafaa etmek için şehit olmadılar. Çanakkale Şehitliği’ndeki mezar taşları meselenin halen canlı tanıklarıdır. Ülke olarak bugün kendilerini ölüme terk ettiğimiz Halep, İdlib, Musul, Filistinli Müslümanlar yatar Çanakkale’de. Suni sınırlar ile, milliyetçilik duyguları ile bugün Türklerden ötekileştirilen Müslümanlarla omuz omuza kazanıldı bu zafer. Dolayısı ile bu zaferin sahipleri –oluşturulan algı ile zoraki olarak dayatıldığı gibi Cumhuriyet’in var etmeye çalıştığı laik Türkiye nesli değil- birçok milletten oluşan Osmanlı Hilafet Devleti’nin samimi ve fedakâr Müslümanlarıdır.

Savaştaki Mustafa Kemal’in durumuna bakıldığında, orduda bulunan yüzlerce subaydan sadece bir subaydı o. Savaşta küçük bir fırkanın, bazı kaynaklarda geçtiği üzere yedek bir tümenin, yarbay rütbesi ile komutanı idi. Onlarca diğer komutanlar gibi komuta ettiği askerler ile bulundukları mahalde başarı elde etmesi söz konusudur. Buradan hareketle zaferi kendisine mal etmeye çalışmak, hem kendisinin üstündeki komutanlara hem diğer ordu ve cephe komutanlarına ve hem de sadece İslâmi bir bilinç ile daha on beşinde toprağa düşen yiğitlere vefasızlık ve nankörlüktür. Kaldı ki o zaman diliminde Mustafa Kemal, Osmanlı’nın bir subayıdır ve Sultan Abdulhamid’ten sonra halife olan V. Mehmet Reşad’ın emrindedir.

Meselenin diğer tarafına bakıldığında, ulusalcı birçok tarihçinin de ikrar ettiği ve yayınlanan birçok resmî belgede de geçtiği üzere Mustafa Kemal, İslâm’a karşı inançsızdır. Zaten fiilî olarak İslâm’ı hayat sahnesinden kaldırmış, İslâmi değerler ile mücadele etmiş ve yerine Batı yaşam tarzını tahkim etmiştir. Bu durum ortada iken isminin İslâm’ın bir emri olan Cuma hutbesinde hayırla anılmasının bir anlamı var mı? Müslümanların bir bütün olarak savaştığı Batılı kâfir devletlere karşı elde ettiği zaferleri masada tersyüz eden, İslâm’ı hayattan kaldırıp yerine Batı’nın nizamlarını getiren bir şahıs rahmetle anılır mı? Anılmaz elbette. Ancak rejimin kurucusu ve ilkeleri, her iktidar tarafından itina ile korunup ilkeleri uygulandığı müddetçe 28 Şubat zihniyeti de hep canlı kalacaktır. Yeni 28 Şubat mı geliyor derken, aslında zaten var olan 28 Şubat zihniyetinin daha da sertleşmesini kast ediyorum. Çünkü Cumhuriyet’in kurulması ve Hilafet’in kaldırılması ile Müslümanlar hedef tahtasına konuldular. O günden sonra Müslümanlar hep ötekileştirilip aşağılandı, sürgün edildi, zindanlara atıldı ve gerektiğinde katledildiler.

Gelinen zaman diliminde uygulamalar değişmediği halde Müslümanların değiştiğine acı ile tanıklık eder olduk. Bir yandan Kırgızların ünlü Mankurt Destanı aklıma gelir, diğer yandan celladına âşık olmayı ifade eden Stockholm Sendromu… Ferasetlerini kaybetmeyenler için, körleşip biat etmeyenler için 28 Şubatlar devam ediyor. Peki, ne zamana kadar?

Allah Subhanehu ve Teâlâ, Nur Suresi’nin 55. ayetinde şöyle buyuruyor:

وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُم فِي الْأَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ دِينَهُمُ الَّذِي ارْتَضَى لَهُمْ وَلَيُبَدِّلَنَّهُم مِّن بَعْدِ خَوْفِهِمْ أَمْنًا يَعْبُدُونَنِي لَا يُشْرِكُونَ بِي شَيْئًا وَمَن كَفَرَ بَعْدَ ذَلِكَ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ

“Allah, sizlerden iman edip iyi davranışlarda bulunanlara, kendilerinden öncekileri sahip ve hâkim kıldığı gibi onları da yeryüzüne sahip ve hâkim kılacağını, onlar için beğenip seçtiği dini (İslâm'ı) onların iyiliğine yerleştirip koruyacağını ve (geçirdikleri) korku döneminden sonra, bunun yerine onlara güven sağlayacağını vaat etti. Çünkü onlar bana kulluk ederler; hiçbir şeyi bana eş tutmazlar. Artık bundan sonra kim inkâr ederse, işte bunlar asıl büyük günahkârlardır.”