“Yetki ve Karar Alma Sürecinde Kadınlar” Pekin Bataklığında “Ancak Ölü Balıklar Yüzer”!
28 Haziran 2020

“Yetki ve Karar Alma Sürecinde Kadınlar” Pekin Bataklığında “Ancak Ölü Balıklar Yüzer”!

Kadınları güçlendirme ve erkeklerle eşitleme bahanesiyle Batı'nın ulaşmak istediği en önemli hedeflerden bir tanesi kendi kanunlarını ve değerlerini evrensel değerler olarak kabul ettirmektir. Böylece kadının güçlendirilmesi fikrini laikleştirmek için konferanslar düzenleyip antlaşmalar oluşturmaktadır. Kapitalist değerleri kadınların dertlerine çare; başka kanun ve sistemlerin kadınların izzetini ve hürriyetini çalıp ihlal ettiğini, horladığını ve erkeklerden aşağı gördüğünü iddia ederek de kapitalist kanunları çözüm olarak göstermektedir. Öyleyse kadını kurtaracak olan bu adil “evrensel” kanunlar nelerdir? Onları tatbik etmek için izlenen politikalar nelerdir? Batı gerçekten kadını adaletsizlik ve zulüm dehlizinden kurtarabildi mi, kadınlar için daha iyi bir dünya kurabildi mi? Pekin Deklarasyonu; kadınları güçlendirme ve erkeklerle birlikte karar alma süreçlerine dâhil etme hedefini açıklayan bir takım muayyen politikalar benimsedi. Kadınların yüksek mevkilere ulaşabilmesi ve kendilerini ispat edebilmesi için erkeklerle eşitlik sağlamanın esasi ve zorunlu olduğunu, ancak o zaman çıkarlarını elde edebileceğini, toplumlarını canlandırıp kalkınmasına katkıda bulunabileceklerini vurguladı. Ancak kadının güçlendirilmesi sürecinin iki husus olmadan gerçekleşmeyeceğine işaret etti...

Birincisi; kadınların toplumsal hayata katılmalarının önündeki tüm hukuki, idari, toplumsal, ekonomik vs. engellerin kaldırılması; ikincisi de; bu katılımı destekleyip teşvik etmek, yeteneklerini geliştirip kullanabileceği fırsatları sunmak için gerekli siyasi önlemlerin alınması.

Bu iki hususu hayata geçirebilmek için hükumetleri, örgütleri ve teşkilatları görevlendirmiş, Pekin Deklarasyonu’nun maddelerini uygulanması ve özellikle Müslüman toplumlarda yaygınlaşması için büyük fonlar sağlamıştır. “Reformlarını” özellikle “köhneleşmiş” yasaların, hüküm ve geleneklerin zulmü ve adaletsizliği altında en çok ezilen kadınlar olarak gördüğü Müslüman kadına yöneltmiştir. Toplumda kadına dair görüşleri değiştirmenin en etkin yolu olarak toplumsal cinsiyet eşitliğine odaklanmıştır.

Batı; İslam beldelerindeki kadınların siyasi haklarından yoksun olduğunu, toplumsal hayatta var olmadıklarını ve etkisiz olduklarını iddia etmiş ve böylece hükumetleri ve uluslararası kurumları kadınlar için adil şartlar oluşturmaya ve özel ve kamusal hayatta erkeklerle eşitleyerek topluma dâhil etmeye mecbur kılmıştır. Yine medeni hukuk yasalarını kadınlara özgürlük ve adalet sağlayacağını iddia ettiği kendi değerlerine göre değiştirmelerini gerekli ve zorunlu kılmıştır. Kıza velisinin izni olmadan evlenebilme hakkı, anneye çocuklarına kendi soyadını ve vatandaşlığını verme hakkı, babasının izni olmadan çocuğunu alıp yolculuğa çıkma hakkı vermiş ve sözde fırsat eşitliği adı altında tıpkı bir erkek gibi kararlar almasını, makam ve mevkilere ulaşmasını, varlığını ve kimliğini ispat etmesini istemiştir.

Değerini, beceri ve yeteneklerini ispat etmesine engel olan ve kısıtlayan her şeyden kurtulup erkekler gibi en üst makam ve mevkilere gelebilmesi için “kadının kurtuluşu” sloganını icat etmiştir. Hatta toplumun kalkınması, ilerlemesi ve barış için erkeklerle yarışıp onları geçmesi gerektiğini iddia etmektedir. Ne de olsa “kadın olmadan barış olmaz”... Yine kadınlarla erkekler arasında hiçbir fark olmadığını, her ikisinin de vatandaş olduğunu ve her alanda yer almaya hakları olduğunu vurgulamıştır. Tunus Cumhuriyeti'nin Pekin Deklarasyonu ve Eylem Platformu +25 raporu şöyle demektedir: “Kadın, Aile, Çocuk ve Yaşlı Bakanlığı 2016-2020 için program geliştirdi. Programın amacı eğitim, kapasite geliştirme, destek ve farkındalık kampanyaları ile ve özellikle vatandaşlık kimlik kartları olmayanlara kimlik kartları vererek seçim ve seçilme haklarını kullanmalarını sağlayarak, kadınları siyasette güçlendirerek, kamusal ve siyasi hayata katılımlarını artırarak karar alma ve yöneticilik mevkilerinde sayılarını artırmaktır.” Bunu sağlayabilmek için cinsiyetler arasındaki farkı kapatmak ve tek cinsiyet gibi muamele etmek gerektiği için hükumetlerden ve siyasi partilerden bu fikirleri yaymalarını, parlamentoda, bakanlıklar ve diğer yönetim organlarında kadın oranlarını artırmalarını istemiştir. Bunun için tüm hükumet organlarında ve komitelerde, kamu yönetim birimlerinde yasama organlarında cinsler arasında denge oluşturmaları için devletlerin tüm birimlerinden, sivil toplum kuruluşlarından bu politikaları uygulamada ne kadar ilerleme kaydettiklerini, başarısızlıklarını ve bu başarısızlıklarının nedenlerini rapor etmelerini istemiştir! Tunus Başbakanı Yusuf El-Şahit; “Eşitlik ve Eşit Fırsatlar için Akran Konseyi”nin ilk oturumunda yaptığı konuşmada, “Tunus yasalarında istihdam, seçim yoluyla belirlenen konsey organlarında veya karar mevkilerinde kadın erkek arasında hiçbir ayrımcılık olmamasına rağmen, kadınların karar alma düzeylerinde, kamu yönetim birimlerinde ve seçim ve atama yoluyla belirlenen kamu görevlerinde çok az sayıda temsil edildiğinin farkında” olduklarını itiraf etmiştir.

Dönem dönem her ülke, uluslararası sözleşme ve konferansların talep ettiği doğrultuda gerçekleştirdiği hukuki ve anayasal değişiklikleri ve talep edilen değişikliklerin neden gerçekleştirilemediğini açıklayan bir rapor hazırlamaktadır. Bu raporları hazırlayan hükumetler; istenilen değişikliklere toplumdaki kadın algısını oluşturan “gerici” geleneklerden ve sosyo-kültürel yargılardan dolayı ulaşamadıklarını itiraf ediyorlar. Ürdün Ulusal Kadınlar Komisyonu; 25 yıl sonra Pekin Deklarasyonu ve Eylem Platformu sayesinde kaydettiği ilerlemeyi şöyle tarif ediyor: "Siyasette ve yasamada kadın oranını artırmak için acilen geçici ve pozitif ayrımcılık tedbiri olarak kota sistemi uygulamasına ve kamusal hayatta ve yöneticilikte kadının önemini ve gerekliliğini küçümseyen olumsuz toplumsal kültürün önüne geçmek zorundayız." Ayrıca kadınların önemli mevkilerde ve hükumette yer almasına en başta kadınlar karşı çıkıyor. Bu bir tarafa, kadınlar kendi yeteneklerinden şüphe ediyor ve kendilerini bu pozisyonlara layık görmüyorlar. Onun için kadının statüsünü, toplumların ilerlemesine ve kalkınmasına katkısını, kadınların güçlendirilmesinin, yetkili ve güçlü mevkilere ve karar alma süreçlerine eşit ulaşmalarının ve tam katılmalarını sağlamanın önemini genç nesillere anlatmak zarureti hâsıl oldu. Onlara göre kadın evinde, ailesinde ve toplumda söz sahibi olmazsa, çalışmazsa kalkınma ve ilerlemeye katkıda bulunmazsa, yokluğa, işsizliğe, cehalete, savaşlara ilk kurban giden olmaya mahkûmdu. Bunun için hükumetler var güçleriyle Batı'nın diktelerini, tüm uluslararası sözleşmelerini ve konferanslarını -Pekin Deklarasyonu buna dâhildir- yerine getirmek için çalıştılar. Toplumlarda hâkim olan görüşleri kökten değiştirmek için medya, eğitim, sivil toplum kuruluşları ve kadın örgütleri aracılığı ile bu yeni ve yabancı fikirleri yaymaya başladılar. Karar alma süreçlerine katılmış olan kadınları ön plana çıkarmaya, başarılarını örnek ve tüm kadınların taklit etmesi gerektiği rol model olarak göstermeye başladılar. Örneğin Tunus Ticaret Bakanı Ömer El-Bahi, “En verimli kurumlar, kadınların işlettiği kurumlardır” demiştir. Toplum da bu konumdaki kadınları kabul ve teşvik etmeye zorlandı.

Ne var ki gözle görülen hakikatler, elde edileceği iddia edilen vaatleri yalanlıyor. Tüm bu başarı hikaylerinin medya tarafından şişirilip pazarlandığını, kadınların gerçek hayatını yansıtmadığını ifşa ediyor. Nitekim gerçekte kadınların çoğunluğu sefalet, zorluk ve işsizlik içinde yaşıyor. Özellikle kırsal alanlardaki kadınların çektiği sefalet, seçim gününe kadar kadınları hatırlamayan, vaatlerini tutmayan politikacılara ve hükumetlere karşı duyulan nefret bunun açık delilidir. Tunus’taki kadınların durumu parlamentoda kadın milletvekili sayısının artmasına rağmen değişmemiştir. Kadınların durumu günden güne daha da kötüye gidiyor, işsizlik, yoksulluk, sömürü ve zulüm gittikçe artıyor!

Medyanın ve kadın kuruluşlarının Tunuslu kadınların neler başardığını aktaran haberler tamamen hakikati tahrif etmekten ibaret uydurmalardır. Bu kurumlar ve bu kurumların talepleri topluma zorla dayatılmıştır. Bu kurum ve kuruluşlardaki kadınlar ikiyüzlü ve toplumdan kopuk insanlardır. Kurumlarının amaçlarını, Müslüman toplumların köküyle ve tarihiyle alakası olmayan çıkış noktalarını reddeden toplumla yüzleşmekten dahi korkan kişilerdir. Onun için çalışmalarını gizli, karanlık köşelerde, maskeler arkasından yürütmekteler. Toplumun değerleriyle, kültür ve diniyle çeliştikçe tek tek ifşa oluyorlar. Yine de utanmadan, yorulmadan, halkın kendilerini reddetmesine aldırmadan tekrar tekrar hedeflerine ulaşmak için çalışıyorlar. Bu feministler medyaya çıkıp; kültürüne bağlı kalan ve Batılı kanunları kabul etmeyen Müslümanlardan nefret ettiğini açık açık itiraf ediyorlar. Ancak satılmış medya onların varlığını dayatıyor, imajlarını parlatıyor, eğitimli, fikir ve karar sahibi kadınlar olarak göstererek toplumu ve özellikle kadınları etkilemelerine yardımcı oluyor.

Batı; özellikle en çok ezilmiş, en çok haksızlığa uğramış ve özgürlüğü en çok kısıtlanmış kadınları araştırıp buldu. Sonra da erkeklerin köleliğinden, hizmetçiliğinden ve çocuklarının bakıcısı olmaktan başka bir işe yaramayan varlıklar olarak yansıttığı bu kadınlar üzerinden kadının izzetini kurtarma, çalınan “insanlığını” iade etme iddiaları ile kendi hedef ve politikalarını gerçekleştirmeye çalıştı. Şimdi de medya ve eğitim müfredatı aracılığı ile toplumda kadın haklarına dair farkındalık oluşturmayı, asırlardır kadını aşağılayan, önemli mevkilere ve karar alma süreçlerine katılmasını engelleyen algıları değiştirmeyi başardığını iddia ediyor.

“Kadının kurtuluşu” sloganını dünyaya ve bilhassa İslam beldelerine taşırken kendi kadın algısını yaymak ve başka toplumlara çekici gösterip Müslüman kadınları tavlayabilmek için Batı çok büyük paralar harcadı. Özgürlüğüne kavuşmuş, dünyaya meydan okuyan liberal Batılı kadını örnek ve rol model olarak gösterdi. Ne var ki Batılı kadının acıklı hakikati ve Batılı hükumetlerin İslam toplumlarına satmaya çalıştığı bu değerleri kendi toplumlarında dahi uygulamayı başaramaması, Batı'nın yalanlarını ve Müslüman kadını Batılı kadının çarpık bir versiyonuna dönüştürmeyi başaramadığını ortaya koydu. Kendi ülkesinde bile kadınlar hala bir sürü sorun ve dertlerle boğuşurken Müslüman kadına ne verebilir ki? Kendi ülkesinde bile kadınlar erkeklerle eşitlik hakkından zerre istifade edememişken hala cinsiyet eşitliğini nasıl savunabiliyor? BM Genel Kurul Başkanı Maria Fernanda Espinoza dahi, BM Kadın Birimi (UN Women) ve Parlamentolar Arası Birlik'in hazırladığı, tüm dünyada devlet yönetimindeki ve parlamentodaki kadınların sıralamasını gösteren “Siyasette Kadın 2019” haritasının açıklandığı zirvede “cinsiyetler arasında eşitlik sağlamak bir yüz yıl daha sürebilir” demişti. Kelin ilacı olsa başına sürer! Batılı kadın, haklarını elde edebilmiş mi, kendi kararlarını verebiliyor mu ki, önemli mevkilere gelebiliyor mu, toplumda son söze sahip olabiliyor mu, toplumunu değiştirebiliyor mu, ilerlemesine ve kalkınmasına katkıda bulunabiliyor mu ki??? Yoksa bu konuda da mı sömürülüyor? Kendi hâkimiyetini, gücünü ve bekasını korumaktan başka bir amacı olmayan, bekasını tehdit eden başka medeniyetlere karşı savaşan küresel sistem tarafından kandırılıp sömürülüyor mu? Batılı kadının durumu diğer kadınlardan farklı değil! Batılı kadının çok sayıda sorunları var... En çok da şiddet ve tacizden mustarip: Amerika'da kadınların %50-%80'i iş yerinde cinsel tacize uğruyor (American Federation of Labor and the Conference of Industrial Organizations (AFL-CIO)). Ancak işini kaybtmekten veya cinsel tacizin fiziksel şiddete dönüşmesinden korktuğu için maruz kaldıklarına sesini çıkartamıyor ve kabulleniyor! Kendisini koruyacak veya savunacak hiç kimsesi yok. Kanunlar dahi kâğıt üzerinde mürekkep olmaktan öte geçmiyor. Çünkü hakkını aradığında kanun koyucusunun ve cellatının kurbanına dönüşüyor. Kadının özgürlüğünden, eşitliğinden, güçlenmesinden dem vuran parlamentolarında dahi gerçekleşen sayısız taciz vakası defalarca siyasetçilerin skandalları olarak medyada dolaştı. Sadece ABD Başkanı Donald Trump'a karşı 15 taciz suçlaması yapılmıştır. Bunda Müslüman kadının özeneceği hiçbir şey yoktur... Özgür Batılı kadın; kadın olarak fiziksel özelliklerine aykırı işler yapmanın altında eziliyor. Erkekle eşit olmanın bedelini ağır ödüyor. Kendini tüketiyor ve etkin ve yetenekli olduğunu ispat etmek için tahammül edemeyeceği şeylere dayanmaya çalışıyor. Batılı kadını özgürleştirenler güya onu önemli makam ve mevkilere getirip güçlendirecektiler ama “eşitlik illüzyonuyla” sadece aldattılar. Madem makam ve mevki ile eşit olunuyordu da, neden kadınlar davranış ve kıyafetleriyle erkeklere benzeme ihtiyacı hissediyorlar? Örneğin dünyada “Demir Leydi” olarak tanınan Margaret Thatcher, yıllar boyunca sesini diğer “erkek” meclis üyeleri gibi çıkarmak konusunda ders almış ve erkeklerle aynı seviyede olabilmek için pantolon giymeyi tercih etmiştir. Bu örnek dahi, kadının çevresinde kabul görmesi için tamamen erkekleşmesi gerektiğini göstermiyor mu? Batılı kadın bu halleriyle; kadınlığını reddetmek zorunda kaldığını, kadınlığından utandığını, kadınlığının kendisine bir engel teşkil ettiğini itiraf etmiş olmuyor mu?

Batılı kadın bir rol model değildir! Müslüman kadının ona benzemesi mümkün değildir! Tüm bu uluslararası kanunlara ve sözleşmelere rağmen Batılı kadın kendi vakıasını değiştirememiş, kendisine yapılan haksızlıkları giderememiş, değerini ispat edememiş, toplumundaki yozlaşmayı ve sömürüyü yok edememiştir. İdari ve siyasi konumlara gelen sayısız kadın olmuştur. Ama gerçekte hiçbirisi hiçbir şey değiştirememiştir. Mesela Benazir Bhutto Pakistan'a ve Pakistanlı kadınlara ne kazandırdı? Kadına karşı şiddeti durdurabildi mi? Onları yoksulluktan, işsizlikten, savaş ve çatışmaların acılarından kurtarabildi mi? Bangladeş'te; Şeyha Hassina kadınların durumunu düzeltmek adına ne başardı? Toplumu nasıl kalkındırdı? Acaba kadınların ıstırabından zerre kadar etkilenip de onların durumunu değiştiren ve yardımcı olan etkili bir aktör mü oldu? Yoksa çizilmiş politik rotanın zerre kadar dışına çıkamayan, kendisine dikte edilen hedefleri gerçekleştiren hatta kadın ve çocukları öldürmeye veya ölüme yollamaya zorlanan bir kukla mı oldu? Bunun cevabını almak için sadece Myanmar hükumetinden kaçan Arakanlılara dair izlediği politikaya bakmak yeterli olacaktır...

Bu kadınların Müslüman kadınlar için herhangi bir iyilik getirmesi mümkün değildi zaten. Çünkü onlar savaş ve işgallerle başka halkları sömüren Batılı kapitalist sistemin kanunlarına boyun eğmek zorundalar. Özgürlük yalanına en çok aldananlar onlar olmuştur! Sömürgeci Batı bu kadınlara bir sürü ödüller vererek hem onları hem Müslüman halkları aldattı. Hakikatte onları sadece kendi beka savaşında, bekasını tehdit eden, geçmişte olduğu gibi çok yakında tekrar var olacak olan İslam medeniyetine karşı, keskin silah olarak kullandı. Kadının kurtuluşunu pazarladı, kendi fikir ve değerlerini evrenselleştirdi, Müslüman kadını kendi medeniyet ağına tutsak etmek ve ona zehrinden içirmek için kumpas kurdu. Müslüman kadınların zihinlerini değiştirerek, dinlerinden uzaklaştırarak, İslam'ın adaletinden şüpheye düşürerek ailesini ve toplumunu yok etmeyi hedefledi!

Birkaç ay önce özgürlükler ülkesi Fransa'da kadınlar; içinde yaşadıkları şartların değiştirilmesi için seslerini yükseltti. Batı'nın ve Batılı kanunların kadınları ve canlarını korumaktan aciz kaldığını ifade eden “Ölümlere Son” sloganıyla çıktılar sokaklara! Aslında Batılı kadının Müslüman kadını taklit etmesi gerekmez miydi? İslam'ın hâkimiyeti altında Müslüman kadın izzetliydi, saygındı ve korunuyordu! İslam'ın hâkimiyeti gitti gideli aslında tüm dünya zararda değil mi? Müslüman kadın gerçek izzeti kendi dininde bulacağını ve aslında kendisinin tüm dünya kadınlarına örnek olması gerektiğini fark etmiyor mu? Kadınları güçlendirdiğini, haklarını iade ettiğini iddia ederek böbürlenen Batı'nın tüm yalanları bir bir ortaya çıktı ve Pekin Deklarasyonu’nun maskesi düştü. Hatta her beş yılda bir Pekin vaatlerinin ve anlatılarının sahteliğini ve amacını kendisi ifşa etti. Bunların tek amacı, Müslümanların son kalesi aileyi yıkmak için kadınların fikirlerini bozup, onları düşmanın parmağında oynattığı kuklalara dönüştürmek, kullanıp kullanıp kendi çürük medeniyet bataklığına atmaktı! “Ancak ölü balıkların yüzdüğü” bir bataklığa atmaktı! İslam akidesi ve bilhassa aile ve içtimai hükümleri Müslümanlar için hala bir dayanak noktası teşkil etmektedir. İşte Birleşmiş Milletlerin ve Batı'nın canını sıkan da budur. İşte bundan dolayı Batılı değerleri evrenselleştirip siyasetle tatbik alanına sokmak ve bununla İslam Ümmetinin kalbine ateş etmek istiyorlar. İslam'ın hükümlerini ve geçerliliğini sorgulayarak Ümmetin kimliğini yok etmek istiyorlar. Bir taraftan da Pekin Deklarasyonu’nun strateji ve eylemlerinin gerçek amacını süslü kalkınma, adalet ve erkeklerle eşitlik ifadeleriyle örtbas etmeye çalışıyorlar.

Âlemlerin Rabbi Allah Subhanehu ve Teâlâ'nın hükümlerinden başka hükümlerde kadınlar hiç adalet bulabilir mi? Hiç Allah'ın hükümlerinden başka hükümlerde hayır olabilir mi? Her ne kadar İslam'da kadına dair yalanlar yaysalar da, onu toplumdaki görevlerinden, rolünden ve konumundan koparılmış, din adına evine hapsedilmiş, toplumda aktif bir rolü olmadığını iddia etseler de, kadınların İslam'daki muhteşem hakikatini yok edemezler. İslam'da kadın gelecek nesilleri, Salahaddin Eyyubi gibi Fatih Sultan Mehmet gibi kahramanları yetiştiren; İslam tarihi boyunca hayatın her alanında dünyaya izler bırakmış muhteşem bir varlıktır. Müslüman kadın toplumda dış görüntüsü ve şöhretle etkin olmamıştır. O, sadece Rabbinin rızasını kazanmak, O'nun hükümlerine itaat etmek üzere, erkeklerle sadece hayırda yarışarak, Dinine yardım ederek, İslam'ın fikirlerini yayarak ve evlatlarını bu hükümlerle yetiştirerek aktif olmuştur! Kendisine izzet ve şeref sunan Rabbinin hükümlerini el üstünde tutmuş, tesettürüyle, teberruçtan kaçınarak, kadın erkek karışık ortamlardan uzak durarak kendisini taciz ve sömürüden korumuştur.

Allah Subhanehu ve Teâlâ İslam'ı dünyalara rahmet olarak gönderdi. Kadınlara verdiği haklar ile onları her türlü cahiliye zulmünden korumuştur. Allah Subhanehu ve Teâlâ kadına da erkeğe de Rabbinin hükümleriyle yöneten yöneticisini seçme hakkını ve vazifesini vermiştir. Kadın iyiliği emretmiş kötülükten nehyetmiştir, yöneticisini açıkça muhasebe etmiştir. Bu onun en temel hakkıdır. Hizb-ut Tahrir'in Anayasa Tasarısı Madde 20'de şöyle belirtilmiştir: “Yöneticileri muhâsebe etmek, Müslümanların haklarındandır ve üzerlerine farz-ı kifâyedir.”Madde 20’de ise şöyle demiştir: “Kadının devlet görevlerine tâyin edilmesi, Ümmet Meclisi üyelerini seçmesi, Ümmet Meclisi'ne üye olması, Halîfe'nin seçilmesine ve Halîfe'ye bey'at verilmesine iştirâk etmesi câizdir.” İslam kadınlara istediği her işte çalışıp hayatın her alanında yer almalarına izin vermiştir. Sadece yönetici olmalarına izin vermemiştir. Bu bir Şerî hükümdür, tartışılamaz ve inkâr edilemezdir. Ebî Bekre'den şöyle rivayet edilmiştir: Rasul (sav)'e Fars halkının, Kisra'nın kızını kendilerine kraliçe yaptıkları haberi ulaşınca şöye buyurdu: «لَنْ يُفْلِحَ قَوْمٌ وَلَّوْا أَمْرَهُمُ امْرَأَةً» “Emirlerini (yönetimlerini) bir kadına tevdî eden bir toplum asla iflah olmayacaktır.” Hüküm Allah'ındır, biz ancak “işittik ve itaat ettik” deriz.

İslam bir kadının yönetici olmasını yasaklamış olabilir ama İslam hükmünden önce dünyada hiçbir kadının ulaşamadığı başarılara ulaştırmıştır. İslam’da kadın her türlü mesleği icra etmiştir. Örneğin Halife Ömer bin Hattab (ra) döneminde Hisbe kâdılığı yapmış; tıpta, bilimde, ilimde kadın ve erkeklere öncü olmuş, fakih olmuş, icazet vermiştir. İslam'ın kadınlara verdiği hakları, başka hiçbir hukuk vermemiştir. Çünkü İslam'ın hukuku ve hakları Rahman ve Rahîm olan, kadını da erkeği de yaratan, yarattığını, onun ihtiyaçlarını ve hayatını düzenlemeyi en iyi bilen Âlemlerin Rabbi'nden gelen vahiydir.

İslam; Allah'ın kulları için beğendiği, Hakk'ı bâtıldan ayırt eden dinidir. Adalet ve merhamet ancak İslam'dadır. İslam'ın Şer'i hükümleri, siyasetinden ukubatına kadar kadına da erkeğe de hayır ve faydalı olanları emretmiş, şerr ve zararlı olanları yasaklamış, toplumu başarı ve kalkınmaya götüren hükümlerdir. Allah Subhanehu ve Teâlâ insanı dişi ve erkekten yaratmıştır. İnsanlığın devamı her ikisinin de varlığına bağlıdır. Bundan dolayı her ikisine de fıtratlarına uygun, kadın ve erkek olma özelliklerine uygun, haklar ve görevler tayin etmiştir. Allah Subhanehu ve Teâlâ Şeriatı insanlığı hayır, huzur ve mutluluğa kavuşturmak, karanlıklardan aydınlığa çıkartmak için göndermiştir: ﴿فَإِمَّا يَأْتِيَنَّكُم مِّنِّي هُدًى فَمَنِ اتَّبَعَ هُدَايَ فَلَا يَضِلُّ وَلَا يَشْقَىٰ * وَمَنْ أَعْرَضَ عَن ذِكْرِي فَإِنَّ لَهُ مَعِيشَةً ضَنكاً وَنَحْشُرُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ أَعْمَى﴾ “Artık benden size hidayet geldiğinde, kim benim hidayetime uyarsa o sapmaz ve bedbaht olmaz. Her kim de benim zikrimden (Kur’an’dan) yüz çevirirse, mutlaka ona dar bir geçim vardır. Bir de onu kıyamet gününde kör olarak haşrederiz.” [Taha 123-124]

İslam Ümmeti hiç Rabbinin hükümlerinden başka hükümlerle mutmain olur mu? Allah'ın, İslam'ın ve Ümmetin düşmanından gelen hükümlere uyup aydınlıktan karanlığa dönmeye razı olabilir mi?

Kadınlara toplumda tam ve etkin katılım fırsatı veren, kadının haklarına erişimi için gerçek model oluşturan ancak Hilafet devletidir. Ancak Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın indirdiği hükümler, kadınlara adalet, güven ve istikrar sağlayacaktır. Kadın; beşeri anayasa ve kanunların efsane hayalleriyle değil, Rabbinin kendisine seçtiğiyiyle huzur ve itminan dolu bir hayat sürecektir!