ÜMMETİN AĞIR İMTİHANI: UYGUR MÜSLÜMANLARI
14 Şubat 2021

ÜMMETİN AĞIR İMTİHANI: UYGUR MÜSLÜMANLARI

Hilafetin kaldırılışının 100. yılına şahit olduğumuz bu günlerde kâfir Çin Devletinin zulmüne maruz kalan kardeşlerimiz şubat ayının ilk günlerinden bu yana seslerini duyurmaya çalışıyorlar ama ne yazık ki çırpınışları ve feryatları görmezden gelinip kulak ardı edilmekte.

Dünya üzerinde yaşayan milyarlarca Müslüman’a rağmen Kâfir Çin Devleti Uygur kardeşlerimize zulmediyor. Üstelik bu zulme Müslümanların başındaki yöneticiler de ortak olmuş vaziyette. Türkiye’de Çin yönetimine teslim edilmek üzere olan on binlerce Doğu Türkistanlı bulunuyor. Doğu Türkistanlı Müslümanlar 3 Şubat 2021 tarihinde Çin Ankara Büyükelçiliği önünde aile nöbeti mücadelesine başladı.

Çin hükümetinin sistematik baskıları, asimilasyonları, dini, etnik, kültürel ve siyasal anlamda “soykırıma” varan faaliyetleri her geçen gün dünya kamuoyunun gündemine daha çok girmekte. ABD Dışişleri Bakanlığı’nın açıkladığı verilere göre Doğu Türkistan’da yaklaşık 2 milyona yakın Uygur ve diğer azınlıklara mensup Müslümanlar, eğitim adı altında zorla toplama kamplarında tutulmakta.

Etnik ve kültürel ayrımcılığa ve insan hakları ihlallerine maruz kalan Doğu Türkistanlılar, ucuz iş gücü olarak Çinli şirketlerde çalıştırılıyor. Farklı kaynaklarda cezaevleri ile gözaltı merkezlerinde tutulanlarla birlikte bu rakamın 3-4 milyon arasında olduğu tahmin ediliyor.

Çin hükümeti, dünya kamuoyundan toplama kampındaki Uygurların durumuna dair tüm verileri gizlemektedir. Ancak, ABD Dışişleri Bakanlığı verilerine göre 2 milyonu aşkın Doğu Türkistanlı toplama kamplarında zorla tutuluyor. Çin Komünist Partisi’nin sistematik baskı ve şiddet politikalarına maruz kalan Uygurlar, birçok hak ihlali ile karşı karşıya kalmaktadır.

Ankara’da kaldıkları evde polis engeli ile karşılaşan Doğu Türkistanlı kamp mağdurlarından Cevlan Şirmehmet ise Kırım Haber Ajansına verdiği demeçte, “Çin Büyükelçiliği önünde aile nöbetimize izin verilmiyor ve Ankara’dan ayrılmamız isteniyor. Dün ve bugün evden çıkışımıza izin verilmedi. Polisler aşağıda bekliyor. Dışarı çıkamıyoruz ne yazık ki… Biz devlet yetkililerinden bir cevap bekliyoruz.” ifadelerini kullandı.

Kardeşlerimizin başında öyle bir zulüm var ki; sabrı tavsiye etmeye dilimiz varmıyor. Çünkü sabrı tavsiye etmek için güçsüz, aciz ve biçare olmamız gerekir.

Kardeşlerimiz, hak arayışı ve aile nöbetinde Türkiye’nin desteğini bekliyor ve artık kendileri için bir adım atılmasını istiyor.

Yeryüzünün tüm zenginlikleri Müslümanların yaşadıkları topraklarda, savaşacak gücümüz var, genç nüfus çoğunluğu yine bizlerde bu kadar artımız varken tüm bu zulme tek bir çözüm sunamıyoruz.

Müslümanlar ve onların başındaki menfaatperest yöneticiler İslam’ı ve aramızda bulunan kardeşlik bağını önemsemiyorlar, milliyetçi temelle kurulan devletin kendi fikri üzerine hareket ettiği de pek söylenemez. Bizimle aynı dili konuşan, aynı ırktan kardeşlerimizi kâfirin insafına bırakmaları bunun en büyük ispatıdır.

Menfaat olduğu zaman harekete geçen devlet makamları gücünü Müslüman halktan alıyor fakat en büyük ihaneti de gücünün kaynağına yapıyor. Ülkesine sığınan mazlumların kederlerini dile getirmelerini bile çok görüyorlar.

Ne TBMM’de ne de konsolosluk önünde Uygur kardeşlerimizin sürdürdüğü mücadele, Allah’ın lanetlediği LGBT üyelerinin necis mücadelesi kadar itibar göremiyor. Kardeşimiz derdini anlatmak üzere kürsüye çıkarılıyor lakin daha konuşmaya başlayamadan TBMM TV tarafından yayın kesiliyor. Zulmü susturmakla, duyulmasına engel olmaya çalışmakla “Biz o zalimlerden daha zalimiz” diye bağırıyorlar âdeta.

Bir yanda akrabalarının başına gelen zulmü dile getirdikleri için polis müdahalesine maruz kalan kardeşlerimiz ve diğer taraftan PKK terör örgütü tarafından dağa kaçırılan evlatları için nöbet tutan annelere gösterilen ihtimam.

Bir annenin diğerinden ne üstünlüğü olabilir?

Zulmün, acının insana etkisi aynı değil midir?

Rengine, diline, ırkına göre değişiklik mi gösteriyor?

Evet, dünyanın dört bir yanında kardeşlerimiz zulüm altındalar ve imtihanları ağır.

Peki ya bizler üzerimizdeki musibet ve imtihanın ciddiyetinin farkında mıyız?

﴿وَمَا لَكُمْ لَا تُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَالْمُسْتَضْعَف۪ينَ مِنَ الرِّجَالِ وَالنِّسَٓاءِ وَالْوِلْدَانِ الَّذ۪ينَ يَقُولُونَ رَبَّنَٓا اَخْرِجْنَا مِنْ هٰذِهِ الْقَرْيَةِ الظَّالِمِ اَهْلُهَاۚ وَاجْعَلْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ وَلِياًّۚ وَاجْعَلْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ نَص۪يراًۜ اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا يُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۚ وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا يُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِ الطَّاغُوتِ فَقَاتِلُٓوا اَوْلِيَٓاءَ الشَّيْطَانِۚ اِنَّ كَيْدَ الشَّيْطَانِ كَانَ ضَع۪يفاً۟﴾

“Size ne oldu da Allah yolunda ve “Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu şehirden çıkar, bize tarafından bir sahip gönder, bize katından bir yardımcı yolla!” diyen çaresiz erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz?

İman edenler Allah yolunda savaşırlar, inanmayanlar ise bâtıl dava uğrunda savaşırlar. Şu halde şeytanın dostlarına karşı savaşın. Şüphe yok ki şeytanın planı (tuzağı) daima zayıftır.” [Nisa 75-76]

Feryat eden kardeşlerimize yardım elini uzatacak olan bugün makamlarında sessizce oturup müstekbirlerin sağ kolu görevini üstlenen yöneticiler değildir, beklenen yardım ancak izzet ve şerefin temsil makamı Hilafet Devleti ile gelecektir biiznillah.