İslam Devleti sahada varlığını kaybettiği günden bugüne çok gariptir ki İslâm dinine mensup olan Müslümanlar olarak “Kur’an” lafzına ne kadar aşina isek maalesef ki “Şeriat” lafzı için aynı durum söz konusu olamamaktadır. Bugün yaşadığımız toplumda ekseriyetle “Kur’an nedir?” sorusuna net bir cevabımız var iken “Şeriat nedir?” sorusuna aynı netlikte cevap verilmediği gibi onu küçümseyen ve hor gören insanlar mevcut.
Peki bugün toplumu analiz ettiğimizde, Müslüman halk içerisinde Şeriata karşı bu kadar önyargılı bir kesimin olmasının nedeni nedir?
El cevap; kâfir Batı’nın cihad meydanlarında baş edemediği İslam Devleti’ni sinsi planlar ve metotlar ile yıkmaya çalışmış olduğunu tarih kitaplarında okumaktayız. Böylece İslam Ümmeti içerisinde gayri İslami bakış açıları ve yaşam tarzları türemiştir. Bu durum birtakım kimseleri tıpkı o yıllarda olduğu gibi bugün de etkilemiş ve bunu benimsemişlerdir. Örneğin bu zehirli fikirlerden etkilenmiş biriyle, dini bir konu hakkında fikir alışverişinde bulunduğumuzda; söz gelimi kendisinin namaz kıldığından, oruç tuttuğundan bahsediyor ancak sohbetin devamında ansızın Şeriatı kerih gördüğünü rahatlıkla söyleyebiliyor. Oysa nasıl ki ceza hükümleri Şeriat ise namaz ve oruç gibi ibadetlerde Şeriattır ve her ikisi de aynı kaynaktan çıkan ilahi emirlerdir.
Şeriat, ilâhî emir ve yasakların toplamıdır. Şâri’; Şeriat koyan, teşri’ ise; Şeriat koymak, kanun çıkarmak demektir. Kelimenin terim anlamı Mekke’de inen şu âyette görülür:
“Sonra seni bu işte apaçık bir şeriat sahibi kıldık. Sen ona uy. Hakkı bilmeyenlerin heva ve heveslerine uyma.” [Câsiye, 45/18]
Şûra suresinin 21. ayetinde de inançtan yoksun olanlara hitaben; “Yoksa onların, Allah’ın izin vermediği hususlarda kendileri için dinden şerîat koyan ortakları mı var?” buyurulmuştur.
Bu âyetlerden anlaşıldığı gibi Şeriat; Allah’ın (svt) insanlar için koyduğu bütün hükümleri kapsamaktadır. Madem ki Şeriat Allah’ın emir ve yasaklarıdır; öyleyse bir Müslüman’ın Şeriatı kabul etmediğini ya da Şeriattan yana olmadığını söylemesi son derece çelişkili bir durumdur.
Şeriat’a karşı bu ötekileştirici tavrın sebeplerinden biri de ecnebi kültürden etkilenen kişilerin, Şeriatın insancıl olmadığının ve çok gaddarca olduğu iddialarını öne sürmesinden kaynaklıdır. Şeriat, yaşadığımız hayatın tüm yönlerinin kesin çözümü iken nasıl da bu yanlış düşünceye itimat edilebilir? Allah-u Teâlâ’nın hükümlerinin insan fıtratına uygun olması bir yana Allah-u Teâlâ’dan daha merhametli bir kimse de yoktur. Bir annenin yavrusuna olan merhameti dahi Allah’ın kullarına karşı merhameti nezdinde zerre kadar bile değildir. Buna rağmen nasıl olur da cezaları gaddarca görebiliriz? Bu cezalar, toplumun korunması ve toplumda huzur ve güvenin sağlanması için konulmuş iken suçluya gösterilen “sözde” merhamet nasıl olur da topluma gösterilmez. Hırsıza, ırz düşmanına, katillere gösterilen merhamet sonucu aslında topluma zulmedildiği nasıl idrak edilemez? Zira günümüzde de görüldüğü üzere suçlulara karşı uygulanan cezaların herhangi bir caydırıcılığı olmaması sebebiyle bir günde hatta saatler içerisinde yüzlerce suç işleniyor ve ne yazık ki bu durum toplumun normali hâline gelmiş durumda.
2022 senesinde yapılan bir araştırma sonucu her 100 bin kişiden 325’inin cezaevinde olduğu Türkiye, Avrupa Konseyi ülkeleri arasında en çok mahkumun bulunduğu ikinci ülke. Türkiye’de 2011’den beri nüfusa oranla mahkum sayısında %89 artış gözlemlendi. (Boz, 2022) Bu durumda asıl acınılması, merhamet edilmesi gerekenin toplum olduğunu görebilmeliyiz.
Allah’ın belirlediği şer’i yaptırımların toplum için ne kadar hayırlı olduğunu, İslam’ın tek bir hükmünün dahi uygulanması neticesinde topluma nasıl bir getirisi olduğu konusunda Rasullulah (sav) şöyle demiştir;
“Adaletin tahakkuku için yeryüzünde uygulanan bir had (şer’i ceza), yeryüzü halkı için, 30 sabah yağmur yağmasından hayırlıdır.” [Ibn Hanbel, Müsned, II / 402]
İslam Devletinin kurulduğu ilk günden son İslam Hilâfet Devleti olan Osmanlı İmparatorluğu döneminin var olduğu döneme kadar alemlerin Rabbi olan Allah Subhanehu‘nun belirlediği caydırıcı yaptırımlardan dolayı suçlu sayısının en cüzi miktarlarda olduğunu yine seçkin İslam tarihinde rahatlıkla görebiliyoruz.
Son olarak da konu hakkında Müctehid Âlim Takiyyuddin En Nebhani de (Allah ona rahmet etsin) İslam Devleti isimli kitabında şunlara değinmektedir; “Müslümanların nefislerinde, anlayış ve tatbikatlarında, İslâm’a bağlılıkları güçlü şekilde devam ettiği müddetçe, İslâm Devleti’ni zayıflatmaya güçlerinin yetmeyeceğini anladılar. Bunun için müslümanların kavrayışlarını, onların İslâm hükümlerini tatbikatlarını zayıflatan vesileler icad ettiler.”
Netice olarak görmekteyiz ki kâfir Batılılar, dün de bugün de medyadan tutun laik eğitim sistemine kadar her yerde gerçek tarihi gizlemiş ve şeriat lafzının anlamını çarpıtmışlardır. Günümüzde genç nesiller Komünizm fikrini rahatlıkla tartışabiliyor ve uygulanabilirliğini konuşabiliyor ki tatbiki mümkün olmadığı halde. Oysa ki bu gençlerin İslam ideolojisini ve şer’i yönetimi ütopik olarak görmesi, tatbikini bilmiyor oluşu hatta bu kelimeye düşman kesilmesi son derece üzücü bir durumdur. Oysa Komünizm hayat sahasında zorbalıkla sadece yaklaşık yetmiş yıl varlığını koruyabilmiş bir ideolojiyken İslam ideolojisi bir asır öncesine kadar 1300 yıl boyunca hayat sahasında lider bir devlet olabilmiş güçlü bir ideolojidir. Ancak kapitalist sistem kasıtlı ve planlı bir şekilde Ümmetin gençlerini kendi inançlarına ve tarihlerine yani özlerine yabancılaştırmıştır. Geride kalan, Batı’ya bakmaktan boynu tutulmuş kuşaklar olmuştur.
Müslümanlar olarak gerçek anlamda dini değerlerimizi öğrenmeliyiz. Beraberinde dünya ve ahiretin tek kurtarıcısı olan Allah’ın hükümlerine sahip çıkıp onun uygulanmasını tercih ve talep etmeliyiz.
Allah’ın (svt) vaadi, Peygamberimizin (sav) haber ettiği Nübüvvet metodu üzere 2. Raşidi Hilâfet (İslam) yönetimi muştusunun peşinden gitmek yine biz Müslümanların vazifesidir. Öyleyse çalışanlar, emek sarfedenler, yorulanlar bunun için çalışsın ve terini akıtsın diyor Rabbimiz... İdrak ve icabet etmek duasıyla.
Hatice Uluşık