Geçtiğimiz günlerde Halil Konakçı bir vaazında, Hatay’ın çoğunluğunun Araplar olduğunu, 1938’e kadar Fransız işgalinde olduğu süre zarfında ezanın yasaklanmadığını, fakat 1938’de Hatay Türkiye topraklarına katıldığında ilk yapılan işin ezanın yasaklanması olduğunu açıkladı ve Fransız’ın yapmadığı zulmün bu topraklarda yapıldığını da ekledi.
Bu vaazın ardından sosyalist HKP (Halkın Kurtuluş Partisi) avukatları “Halkı kin ve düşmanlığı tahrik veya aşağılama” suçlarından Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulundu. Irkçı Zafer Partisi Başkanı Ümit Özdağ, Konakçı’nın İstiklal Mahkemelerinde yargılanması gerektiğini söyledi. Tartışmalar sürdü gitti. Kimisi vatan haini ilan etti, kimisi işte özlediğimiz hoca diyerek destek verdi.
Doğruları konuştuğu müddetçe elbette biz de kendisine destek verdik ve vermeye de devam edeceğiz. Zira mesele şahsi bir meseleden öte hak-batıl, doğru-yanlış meselesidir. Hakkı savunanların yanında olmak onları azgın düşmanlara teslim etmemek Müslümanların vazifesidir.
Tartışma konusuna baktığımızda tarihi bir gerçekle karşı karşıya olduğumuz açık bir şekilde görülmektedir. Konakçı’nın sözleri kelimesine kelimesine doğrudur. Zaten bu gerçeği kimse inkar da edememiştir. Fransız sömürgesi altında işlenmeyen zulümler Cumhuriyet rejiminde işlenmiştir. Fransız sömürgesinde Müslüman kadınlar rahatlıkla çarşafla gezebilirken Cumhuriyet “Çarşafla Mücadele Haftası” düzenlemektedir. Dolayısıyla doğrudur! Zulüm, Cumhuriyetle başlamıştır!
Buraya kadar bir sıkıntı yok çünkü biliyoruz ki hak ve batıl mücadelesi ahirete kadar sürecektir. İslam düşmanları her daim batılı savunmaya devam ederken Müslümanlar da hakkın yanında olacaktır. Ancak batılın sesinin çok çıkması, azgınlıklarının ağızlarından taşması bazen özlediğimiz o dik duruşu görmemizin önüne geçebilmektedir. Asıl olan Müslümanların ne olursa olsun taviz vermeden, gelebilecek tüm saldırılara rağmen davasında dik durmasıdır. Rahatlıkta fikirlerini savunurken baskıyla karşılaştığında da aynı duruşu devam ettirmesi ve u dönüşü yapmamasıdır.
Hakkı haykırmanın aslı da zaten bu değil midir? Camide Müslümanların arasında şeriattan, hak batıl mücadelesinden, Hilafetten, özlem duyduğumuz o devletten bahsederken laik-Kemalist, ırkçı kesimlerle yüzleştiğimizde kelimelerimizi yumuşatıyorsak, “beni yanlış anladınız” diyorsak, “aslında burada onu kast etmedim şunu kast ettim” diye savunmaya geçiyorsak; evet tüm bunları yapıyorsak hakkı haykırmış olur muyuz?
Üzgünüz! Bizim üzüldüğümüz nokta İslam düşmanlarının saldırıları değildir. O hep vardı, bundan sonra da olacaktır! Bizi üzen Halil Konakçı’nın doğruları haykırdıktan sonraki tutumudur. Katıldığı bir twitter sohbet odasında sarf ettiği sözler ve attığı geri adımlardır. Kuşkusuz alimler Peygamberlerin varisleri, yani mirasçılarıdır. Miras ise ancak hak edenlere, Peygambervari bir duruş sergileyenlere, Peygamber gibi Mekkeli müşriklerin karşısına çıkıp “Siz ve sizin taptığınız putlar cehennem ateşindedir” diyebilenlere verilecektir. Tıpkı Kabe’de müşriklerin karşısına geçip şahadet parmağını havaya kaldırarak Rahman Suresini okuyan Abdullah bin Mes’ud gibi… Halife Ömer’in verdiği hükme alenen itiraz ederek yanlış yaptığını söyleyen, hükmünden geri döndüren o “Kureyşli kadın” gibi…
Rabbimiz Peygamber varislerinin sayılarını arttırsın! Arttırsın ki bu zulüm düzeni bir son bulsun ve Allah’ın (svt) razı olacağı İslami hayat yeniden başlasın!