Bizim jenerasyon 90’ları hasret ile anıyor. Bizden öncekiler 80’leri... Velhasıl bu silsile böyle sürüp gidiyor. Her ne kadar yılları yâd edip dursak da aslında özlem duyduğumuz asıl şey yıllar değil, o dönemlerdeki masumiyetimiz, hayat algımız.
Daha küçük bir çocuktuk o zamanlar, dünyanın gerçek ve kirli yüzünü göremiyorduk. Ümmet ve toplum olarak hayatımızdaki en büyük kayıp olan İslam’ın hayatımızdan sökülüp atılışının etkilerini henüz tam manasıyla hissedemiyorduk. Zaten İslam’ın hayatlarımızdan çalınmasının etkileri bir anda belirmedi, zamanla artıp her yana yayıldı ve bir veba gibi hepimizi sardı. Sonra büyüdük ve anladık ki Rabbinden yüz çeviren insanlık bataklık içinde yaşam mücadelesi veriyor.
Bünyelerinde İslam’ın yalnızca kırıntıları kalan nesil, yeni gelen jenerasyondan ve hayata bakış açılarından hoşlanmıyor, şikâyetlerini her fırsatta “bizim zamanımızda böyle miydi?” diyerek dile getiriyor. Elinden bir şey gelmeyeceğine ikna edilmiş insanlar, çareyi geçmişi yâd edip, bugüne öfke duymakta buluyor.
Geçmişin bugünden üstünlüğü olmadığı gibi zamanın ve mekânın da suçu yok. Şu dönemde olsaydım, bu dönemde yaşasaydım gibi bahanelerin ardına sığınmanın bize bir faydası ne yazık ki yok.
Bize asıl fayda sağlayacak olan ise fıtratlarımızı sükûnete erdiren İslam’ın emin hissettiren adaleti ve toplum üzerinde inşa ettiği ahlak yapısıdır.
Geçmişin hayali ve özlemiyle ne zamana kadar yaşanır ki? Artık günümüze dönerek, gerçeklere kulak tıkamaktan vazgeçip onlarla yüzleşmenin, değişim için cesaret etmenin, silkelenip ayağa kalkmanın vakti değil midir?
İnsanları günahlarla çevrili yollarda, cehennemin kıyılarında yürüten bu sistem yerini artık insanları günahlardan alıkoyan, cennete giden yollara sevk eden İslam Nizamına bırakmalı! İşte o zaman anlayacağız ki hasretini çektiğimiz asıl şey; asrısaadeti yaşıyor gibi hissettiğimiz çocukluğumuz değil, İslam’ın uygulanacak olan nizamı ile bünyelerimizde cisimleşmesi ve fıtratına dönmüş insanlarla birlikte yaşamaktır.