Sadece çocuklar oyun oynamıyor bu hayatta. Saadete, huzura kavuşamayan yetişkinlerde iç dünyalarında oyun oynuyorlar. Mutluymuş gibi, her şey yolundaymış gibi... Hayat koşturmacasında içleri kan ağlarken öğretilmiş, ezberletilmiş yalanlarla avunmaya öyle alışmışlar ki; yüzlerine yerleşmiş hüznün farkında bile değiller.
Bunu en iyi çocuk parklarında görüyoruz. Parklar; çocuklarına iyi bir gelecek sunan(!), en iyi şartlarda eğitim görmelerini sağlayan, ayakları üstünde duran, kimseye muhtaç olmak istemediği için kendini parçalayan, güçlü olduğuna inandırılmış kadınların vermeleri gereken şefkati başkalarının kucağında arayan çocuklarla dolu. Babaanneler, anneanneler, bakıcı ablaları elbette özveriyle bakıyorlardır, fakat çocukların markalı bir ayakkabıya ya da kıyafete değil; düştüklerinde kendilerini kaldıracak annelerine ihtiyaçları var. Onlar ise kapitalist nizamda pis fikirlerle öylesine zehirlenmişler ki; hem vicdanları elvermiyor onları boynu bükük bırakmaya, hem de çalışmaları aldıkları en doğru kararmış ve başka çareleri yokmuş gibi düşünüyorlar.
Burada mesele çalışan-çalışmayan, iyi anne-kötü anne ayrımı yapıp kimseyi itham etmek değil. Dikkatle bakıldığında annelerin yüzünde omuzlarındaki ağır yükün yansımasını görebilirsiniz. Mutsuzluk, hüzün, yorgunluk hâkim. Gerçekten halinden memnun olanlar vardır muhakkak lakin çocukları da memnun mudur hallerinden?
Çocukların dünyasına girip aralarındaki konuşmalara kulak misafiri olunsa derin yaraların farkına varılır. Annesi çalışmayan, yanı başında olan çocuklar “İyi ki sen çalışmıyorsun, yanımdasın “ diyerek minnet duyuyorlar o küçücük yürekleriyle. Bu konuda iki örnek vermek istiyorum: Birincisi; yirmili yaşlarda genç bir kızla ettiğim sohbetteki şu ifadeleri: “Annem büyük bir hastanede profesör doktor. Çok yoğun çalışırdı, göremezdim çoğunlukla. Aramızda anne-kız bağı yok.” İçinde nasıl bir sızı kalmış ki bana: “Senin de kızın var sakın çalışma olur mu?” dedi. Diğeri ise; öğretim görevlisi bir genç. Evlilik için tek şartı vardı o da hanımının çalışmaması. Toplumda sadece geri kafalı insanlar(!) kadının çalışmasına karşı çıkar algısına uymayan bir profilde olduğu için açıklama gereği duyuyordu: “Ben çalışan bir annenin oğluyum ve ileride benim çocuklarım benim gibi büyümeyecekler.” düşüncesiyle istemiyordu hanımının çalışmasını.
Bu gibi örnekler çoğaltılabilir. Bu konuda ne istatistik verileri, ne röportajlar gerçeği yansıtabilir? Gerçeği hayatın içinde, insanların yüzlerinden okuruz. Mutsuz kadınlar, anneler ve çocukları... Gelecek kaygısına kurban edilmiş bir nesil daha. Bu kapitalist sistem insanların vaktinin çoğunu çalıp dünyaya köle ettiği yetmiyormuş gibi düşüncelerini de alt üst ediyor. Onları çaresizliğe itiyor, başka çıkış yolu olmadığına ikna ediyor. Oysaki geleceği güven ve garanti altına alacak, tüm bu sorunların çözümü olacak olan her sorunda olduğu gibi yine İslam’dır.
Onun tatbik edildiği dönemlerde nesiller annelerine hasret büyümemiştir. Çocuklarının gelecekleri kaygısıyla çalışmak zorunda kalmamış, onları ümmete faydalı yetiştirebilmek için gayret etmişlerdir. Zira geleceği garanti altına almak gibi ciddi bir mesele annelerin görevi değildir. Buna güç yetirmeleri mümkün de değildir.
Evlatları uğruna kendilerini hatta farkında olmadan evlatlarını heba eden anneler, Rasulullah (sav) metoduna sımsıkı sarılıp İslam’ın hem bireysel hem toplumsal olarak tatbik edilmesi için gayret etmiş olsalardı dünyaları da ahiretleri de selamete ererdi.
لِمِثْلِ هَذَا فَلْيَعْمَلْ الْعَامِلُونَ﴾ ﴿ “Çalışanlar, böylesi bir kazanç için çalışsın.” [Saffat 61]
SAFİYE SARUHAN