Makyavelizm
06 Aralık 2019

Makyavelizm

Hayatın anlamsızlaştığı, insani ilişkilerin kurumsallaştığı, yaşam tarzının sadece tüketmek ve tükenmemek anlayışıyla daha bir yozlaştığı çağımızda, belki de en büyük eksiğimiz kavramları kavramsal olarak ele alıp değerlendirmeyişimizdir. Zira kavramlar hayatımızda, bir sözden kelimeden öte adeta cisimleşen etle kemik haline gelen davranışlarımızı belirleyen mefhumlardır. Öyle ise biz Müslümanların bu konuda daha hassas ve dikkatli olması gerekmektedir.

Bugünkü kavram konumuz Makyavelizm, aslında neyin sonunda -izm varsa o tehlikelidir desek sanırım yanlış olmaz. Evet, Makyavelizm tarihi olarak 15. yüzyılın ortalarına dayanan ve 19. yüzyılın sonunda kapitalizmle kendine daha güçlü bir yer bulan devlet yönetimi ile ilgili bir düşünce tarzıdır. Amaca ulaşmak için kullanılan her türlü aracın meşru sayıldığı, insani kıymetleri kökünden yıkan bir anlayışın adıdır. İnsanın belirlediği bir hedefi ve kendisi, kâinattaki her şeyden daha değerlidir. Dolayısıyla bunun dışında kalan her ne varsa kıymetsiz, önemsiz ve beş para etmez diyen anlayışın temelidir.

Sahih ve aydın bir düşünceden mahrum; içgüdülerin tatmini için yapılan her girişimi normalleştiren, insanı insanlıktan çıkaran, akılları uyuşturan gayri insani bir düşünce yapısıdır. Yukarda da belirttiğimiz gibi Makyavelizm kapitalizmle daha güçlendi. Önceleri bir akımdan ibaret olan bu akım kapitalizmle ideolojik bir zemine oturtularak otoriter güç kazandı. Zira ideolojik ve otoriter olan bu akide dinin hayattan ayrılması esasına bağlıydı. Yani insan dünya hayatında tek başına bırakılmış, istediği gibi yaşayabilir istediği inanca, ideolojik ve toplumsal olmadığı, mevcut sisteme zarar vermediği müddetçe tek başına inanabilirdi. İşte yine bu ideolojinin yönetim şekli olan demokrasi de bu makyavelist fikrin sütunlarını oluşturan yapı taşlarından biri haline geldi. Her ne kadar kapitalizm, demokrasi ve Makyavelizm birbirine benzemeyen kelimeler gibi görünseler de üçünün de temelinde, ferde has menfaatleri esas alması ve yine ferde sınırsız bir özgürlük anlayışını aşılaması, ferdin bu sınırsız özgürlüğünü ancak sınırsız bir tatmin anlayışıyla kayıtlı kalması noktasında aynı esasa dayanmaktadır. İşte buradan yola çıkarsak rengi, tadı, tuzu olmayan, adını koyamadığımız vasıfsız bir toplum haline gelen insanlık, genel itibarıyla hem demokrat, hem kapitalist hem makyavelist hem de Müslüman olabilir gibi fikirlerin egemenliği altında adeta tarihin en karanlık çöküşünü yaşamaktadır. Çünkü bu fikirlerin tamamı ancak, içgüdülerin bir nizama bağlı kalmaksızın tatmin edilmesi ile insanın kalkınacağını ve bu sayede mutlu olacağını ileri sürmektedir. Örneğin bir lokantanın önünden geçerken burnunuza gelen kokular sizi onu yeme konusunda içgüdüsel olarak tahrik etti. Bu düşünce tarzına göre yeme ihtiyacınız hiçbir nizam ile sınırlandırılmadan o yemeği ele geçirip yiyebilirsin diyor. İşte sizi hedefe götürecek her yol meşrudur, uygundur ve helaldir demek oluyor... İster onu çalın, ister onu alacak parayı kumardan kazanın, ister zinadan, isterseniz bu uğurda bir cana kıyın, hiç önemli değildir. “Önemli olan hayvanlarda da olduğu gibi o içgüdünüzü veya uzvi ihtiyacınızı tatmin etmektir” der Makyavelizm… Bu örnekleri çoğaltarak sözü uzatmak istemiyoruz. Ancak sözde insanın, daha kıymetli, daha değerli, daha başarılı, kalkınmada zirveye ulaşması, daha huzurlu ve daha mutlu olması için içgüdülerini sınırsız tatmin ederek ulaşabilir fikri fiyaskoyla sonuçlanmıştır. Bu düşünce ile insanlık kafasından gövdesi ayrılmış bir buzağı misali yolunu kaybetmiştir. Sınırsız tatmin olma fikri insanı, hayatı ve kâinatı değersizleştirip, mutlu olmanın yollarını tamamen kapatmıştır. Tatmin olmakla mutlu olmak arasındaki fark gözlerden kaybolmuştur. Ve insanlar ne kadar varlık içinde olsalar da mutlu olmadıklarını haykırarak dile getirmektedirler. Özellikle yarınlarımızı emanet edeceğimiz gençlik bağıra bağıra mutlu olmadığını söylemektedir. Öyle ise başa dönüp bize ne oldu, biz ne zaman ve nasıl bu hale geldik sorusunu kendi benliğimize vura vura sormak ve sorgulamak zorundayız. Egolarımızı, “Ene”lerimizi, farklı görüşlerimizi, kendi içimizdeki kavgaları bir yana bırakıp insanlığın ve İslam Ümmetinin yeniden kalkınması adına atılacak her adımda, hep birlikte elimizi bu taşın altına koymak zorundayız. Evet, bugün âlimlerimiz, kanaat önderlerimiz ve sivil toplum kuruşlarımızın çoğu insanlığın bu kanlı çığlığının farkındadır. Hepsi de bir şeylerin değişmesi gerektiği noktasında hemfikirdir. Hiç şüphesiz ki Ümmet olarak İslami hayattan, İslami bir hayatın teminatı olan İslam nizamından ve bu nizamı tatbik eden hilafetten mahrum olmamız bizi bizden uzaklaştıran tek sebeptir. Öyle ise yeniden hep birlikte bu gayeye ulaşmak adına, daha öncede olduğu gibi, Rasulullah (sav)‘in yolunu adım adım takip ederek yeniden Nübüvvet Metodu üzere Raşidi Hilafeti ikame etmek için var mısınız?!!!