Yaklaşan miladi yıl sonu dolayısıyla ülkemizde de yeni yıl hazırlıkları artmış durumdadır. Sokağa çıktığımız zaman bazı dükkanlarda, alışveriş merkezlerinde, otellerde ve benzeri işletmelerde süslenmiş yılbaşı ağaçlarını görmekteyiz. Televizyonlar yılbaşı filmlerini, haberler Nimet abla gişesinin sonu gelmeyen kuyruğunu, reklamlar yılbaşı hediyelerini gösterip insanlarımız üzerinde algı yönetimi yapmaya azimle devam etmektedirler. Uydum kalabalığa psikolojisiyle hareket eden Müslümanların da yaptıkları işin haram ya da helal olduğunu sorgulamadan kâfirleri taklit ettiklerini görüyoruz. Özellikle gençlerimiz arasında yılbaşı değil de “Christmas” kelimesinin kullanılması ve normalleşmesi onları ne kadar benimsediklerinin göstergesidir. Christmas, Hz. İsa’nın doğumunun kutlandığı Hristiyan bayramıdır.
Tabii bu taklit işi sadece yılbaşı kutlamalarıyla sınırlı değildir. Baby shower organizasyonları, sırf beğeni toplamak için video çekip özel hayatını sosyal medyada bir sürü yabancıyla paylaşma, genç kızlarımızın medyadan gördükleri makyajlı, uzun tırnaklı kadınlara özenip onları taklit etme gibi durumlar da söz konusudur. Neyi, ne için yaptığını düşünmeden sırf çoğunluk yapıyor ya da gözüne hoş geliyor diye yapmak insanın aklını kullanmadığının göstergesidir. Unutmayalım ki bizler bir lokomotifin vagonları değiliz.
Taklit, kişiyi kendisi olmaktan vazgeçiren, bir başkası olmaya azmettiren bir süreçtir. Bu süreçte insan, başkası gibi davranan, başkası gibi olaylara yaklaşan, başkası gibi düşünen bir kimse oluverir. Tam olarak taklit ettiği kişi olamasa da kendi kimliğini de kaybeder. Bununla alakalı Arapça bir metinden bir kıssadan hisseyi paylaşmak istiyorum:
“Eskiden ayakları üzerinde dik, normal bir şekilde yürüyen bir karga vardı. Karga bir gün oynayan bir serçe gördü ve bu işe şaşırdı. Onu beğenip ilgilenmeye devam etti. Yürürken sıçramasını ve geçip gitmesini izledi. Serçenin hareketliliği, hafifliği, sekmesi ve uçmasına baktı ve düşündü. Karga onu taklit etmeye azmetti ve sınırlarının da dışına çıkarak çabaladı. Yapabileceğinin dışındaki şeyleri yapmaya devam etti ve kendi tabiatını düşünmedi. Uzun bir zaman çabaladı, egzersizleri yaptı ama serçe gibi olmayı beceremedi. Emeline ulaşamadı, kendini değiştiremedi. Eski hâline geri dönmek istedi. Ancak o kendi yürüyüşünü unutmuştu ve nasıl yürüneceğini bilmiyordu.”
Rabbim bizleri akledecek fıtratta yaratmıştır. Akletme sorumluluğu herkese aittir. Bunun için Allah Subhanehu ve Teâlâ bizlere kulak, gözler gibi duyu organları vermiştir. Bunlarla veri girişi yaparak vakıayı beynimizdeki ön bilgilerle yorumlarız. Müslüman kişi de bir vakıa ile karşılaştığı zaman bunu kendindeki İslam akidesiyle yorumlamalıdır. Akidesine uymayan, dinimizin hoş karşılamadığı şeyleri yapmaktan imtina etmelidir.
Maalesef ki insanlarımız çevredeki genel renge bürünmeyi esas alıyorlar. Bu renk yanlış da olsa “Ne yapalım herkes böyle yapıyor. Biz mi değiştireceğiz?” deyip değişimin sorumluluğunu ve yükünü üstlenmek istemiyor ve sürü psikolojisiyle hareket ediyorlar. Sürü psikolojisi ise taklidin beslendiği temel motivasyondur. Aslına bakacak olursak tehlikeye girmeme, risk almama, hak uğruna hiçbir şeyi göze almama korkaklığının bir diğer adıdır.
Kardeşlerim, çoğunluk bizleri yanıltmasın! Çünkü kalabalıklar hakkın ölçüsü değildir. Bâtılın hakka tahammülü yoktur. O yüzden herkesi ortamın rengine bürünmeye zorlar. Aykırı davranıp iradesine ve kimliğine sahip çıkanları aşağılayıp onları yok etmek, etkisizleştirmek için uğraşır. Günümüzde de kalabalıklar ortamdaki hâkim güce teslim olmuş tiplerdir. Ancak unutmayalım ki yalnız başımıza Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın huzuruna çıkacağız. Kimse günahlarımızı üstlenmeyecek, “günahı boynuma” diyenler de yanımızda olmayacaktır.
Peygamber Efendimiz (sav) Müslümanların bu durumunu haber vermiş ve şu uyarıda bulunmuştur: “Sizden öncekilerin yolunu karış karış, adım adım takip edeceksiniz. Hatta o kadar ki şayet onlar keler (kertenkele) deliğine girseler siz de arkalarından girmeye kalkışacaksınız. Râvi Said el-Hudri diyor ki: -“Böylesi kendilerine uyacağımız bu bizden öncekiler Yahudi ve Hristiyanlar mıdır ey Allah’ın Rasulü? diye sorduk.” -“Onlardan başka kim olabilir ki? buyurdu.” (Buhârî, Enbiya 50; Müslim, İlim 6)
Hristiyan ve Yahudiler gibi önceki ümmetlerin yolunu yahut izini yani yaşayış biçimini paylaşmak, onları ‘keler deliği gibi’ en olmadık işlerinde bile zorluğuna bakmadan takip ve taklit etmeyi marifet ya da güncel deyimiyle çağdaşlık ve gelişmişlik saymak, hiç kuşkusuz fert ve ümmet olarak tam bir kimlik ve kişilik kaybıdır. Yani Kitap ve Sünnet’in kazandırdığı özel ve güzel kimliği, yabancı ve bozuk bir kimlikle değiştirmektir.
Bizler elhamdulillah Müslümanız. Müslüman olduğunu iddia eden her kişi kimliğine sahip çıkmalıdır. Bir işi yaptıktan sonra değil, yapmadan önce “Bunu yapmamdan Allah razı olur mu? Bu şeyi neden ve kim için yapıyorum? Bana ne faydası var?” diye akletmesi gerekir. Bizler Allah’ı (svt) razı etmek için yaşıyoruz. Başkalarını ya da egomuzu razı etmek için değil!
Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in şu sözünü aklımızdan çıkarmayalım: “Kim (giyindikleri gibi giyinmek, onların gittikleri yoldan gitmek ve bazı fiillerinde onları taklit etmek sûretiyle) bir topluluğa benzerse, o da onlardan olur. (Ebû Dâvud)