Hitler’in propaganda bakanı Joseph Paul Goebbels’in şöyle bir sözü vardır: “Yalan bir söylemi sürekli tekrarlarsanız, insanlar o söylemin nereden geldiğini unutur ve kendi fikri gibi benimseyip savunur. Söylediğiniz yalan ne kadar büyük olursa o kadar etkili olur ve insanların inanması da o kadar kolay olur.” Bugün toplum olarak pek çok konuda bu sözün yansımalarına şahit olmaktayız. Aslında hatalı bulduğumuz ya da bulacağımız birçok söylemi yavaş yavaş kabullenmemiz yetmezmiş gibi daha da ileri giderek o söylemleri özümseyip savunacak bir hale büründük. “Kim ne yaparsa yapsın, neye inanırsa inansın, herkes özgürdür, herkese saygı duymalıyız ve karışmamalıyız”, sözü örneğin. Bu sözü sıkça duyar hale geldik. Oysa gerçekte öyle midir? Kimin ne yaptığının veya neye inandığının bir önemi yok mudur?
Kitle iletişim araçlarının kamuoyu üzerinde ne kadar etkili olduğunu keşfeden sömürgeci kapitalist güç ehli, seküler bakıştan doğan yalanları harmanlayıp insanlara sunma ve onların zihinlerini bulanıklaştırma işinde oldukça mahirleşmiştir. Onun hedef aldığı kitle anaokulundaki bir çocuktan bir ihtiyara kadar geniştir. Böylece insanların akledip hak olanı saptırıcı olandan ayırt etmelerine ve onu gündeme taşımalarına mani olmaya çalışır. Oysa tek olan Allah’a (svt) inanan bir Müslüman, O’nu (svt) her şeyin Yaratıcısı olarak kabul ettiği gibi, insanların benimsemiş olduğu onca inanç arasında İslam’ın yegâne doğru inanç, din/ideoloji olduğuna da akli gerekçelerle ikna olmuş demektir. Çünkü tek olan Allah (svt), tüm insanları tek bir amaç için yaratmıştır o da Kendine kulluk etmeleridir. Bunun için de onların hepsine ortak bir din göndermiştir. Bundan dolayı bir Müslümanın küfrün İslam’a aykırı olan söylemlerine veya eylemlerine tepki ortaya koyması kadar doğal bir şey yoktur. Çünkü bu durum onun imanının bir getirisi veya onun bir parçasıdır. Bu sebeple kâmil imana sahip bir Müslüman küfrün insanlar arasında yayılmasının saptırıcı düşüncelere ve davranışlara yol açtığını, insanları Allah’ın (svt) belirlediği ortak amaçtan alıkoyduğunu bilir ve bile bile insanların cehenneme girmesine göz yummak istemez, elinden geldiğince, dilinin döndüğünce hakkı ve hakikati anlatmaya çalışır.
Fakat ne yazık ki Müslümanların başlarındaki yöneticiler, laik sömürgeci batının görüş, düşünce ve kültürünü benimsemişlerdir. Bu nokta çok ehemmiyetlidir. Zira Allah Rasulü (sav) şöyle buyurmuştur:
صِنْفَانِ مِنْ النَّاسِ إذَا صَلَحَا صَلَحَ النَّاسُ وَإِذَا فَسَدَا فَسَدَ النَّاسُ، العُلَمَاءُ وَالأُمَرَاء “İnsanlardan iki sınıf vardır ki; onlar bozulduğunda bütün insanlar bozulur. Onlar düzeldiğinde bütün insanlar da düzelir. Bunlar; âlimler ve yöneticilerdir.”[Ebu Naim, Ahmed Bin Hanbel] Başımızdaki yöneticiler fasit fikir ve hükümleri kendileri benimsemekle kalmayıp Müslümanların tertemiz zihinlerine işlemek istiyorlar. Sundukları kıyafet tarzı, müzikler, bayraklar, heykeller, resimler, filmler, reklamlar… Bunlar gibi sembollerle kasıtlı olarak halkın düşüncelerini bulandırarak tutumlarına seküler bir yön vermeyi hedefliyorlar. Basın, radyo, televizyon, tiyatro, sinema, sanat, müzik, edebiyat gibi konularda küfür fikirlerini ısrarla işleyerek ona alıştırmaya çalışıyorlar.
Günümüz dünyasında hepimiz toplumda “imkânsız, bu asla olamaz, mümkün değil” tepkisinin zamanla “olur böyle şeyler, normaldir” haline dönüştüğüne şahitlik etmişizdir. Bir Müslüman için fasit fikirleri kanıksamak ölümcül derecede tehlikeli bir durumdur. İçler acısı bir haldir. Tehlikelidir zira bir gün bir bakmışsınız varlığını kanıksadığınız şeyler artık yok; yokluğunu kanıksadığınız şeyleri var etmek içinse çok geç olmuştur. Kanıksamak aslında “bıkarak, usanarak alışmak” ile başlar. İnsanlar söyleniyor, bağırıyor, çağırıyor, sonra bıkıp usanıyor ama alışıyor. Her şey nihayetinde kanıksanıyor. Değişim için somut adım atmaktan artık vazgeçiliyor. Hani “olmak ya da olmamak” repliğiyle biliriz ya Hamlet oyununu. Bir sahnede Hamlet der ki: “yaptığı işin farkında değil mi bu adam? Türkü söylüyor mezar kazarken.” Horatio cevap verir: “Alışmış, umursamıyor artık!"
İşte kapitalizm ideolojisi insanı böylelikle yanlışı kanıksamaya götürür; zira bu ideolojinin temeli varlığından şüphe olunmayan Yaratıcıyı umursamamaya dayanır. O’nun (svt) insan hayatına müdahalesini yok saymayı esas alır. Bunun için hırsızlığa, talana, adam kayırmacılığına, adaletsizliğe, zulme, yoksulluğa, sefalete, her türlü haksızlıklara sessiz kalıp kanıksamak bu toplumlarda beklenen bir durumdur. Zira bu sömürgeci kapitalist güçlerin ve onların işbirlikçilerinin asıl amacı, özellikle Müslümanlar için batıl olan fikirleri, haramları, türlü türlü pislikleri tekrar tekrar zihinlere zerk ederek kanıksatmaktır. İsterler ki artık hiçbir şey insanı şaşırtmasın, öfkelendirmesin. İnsan ambale olsun, olan biteni takip edemez hale gelsin... Değiştirebileceği olumsuzlukları değiştirmeyi düşünmesin, kanıksasın. Onlarla “bir arada yaşamaya” alışsın veya kapitalizmin deyimi ile herkese “saygı” duysun.
Fasit olan şeyleri her ne kadar duysak, görsek, maruz kalsak da onlar bir Müslüman olarak bizlerin asla kanıksayabileceği, sessiz kalabileceği şeyler değildir. Çünkü insan için kanıksamak; akletmenin, köklü bir değişimin, sağlıklı bir kalkınmanın önündeki en büyük engeldir. Çünkü biz Rabbimizin izni ile kapitalizmin yalan olduğunu tespit eden basiret sahibi Müslümanlar; onu hayatımızdan söküp atmaya, insanlığı İslam’ın hakikatine davet etmeye ve onu hayatta tatbik etmeye kararlıyız.