“Kadınların İnsan Hakları” Kapitalist Sistem ve Kadın Hakları... Zehirli Ağaç İyi Meyve Verir mi?
02 Temmuz 2020

“Kadınların İnsan Hakları” Kapitalist Sistem ve Kadın Hakları... Zehirli Ağaç İyi Meyve Verir mi?

“Kadının ve kız çocuğun insan hakları, evrensel insan haklarının vazgeçilemez, ayrılamaz ve bölünemez bir parçasıdır.”cümlesi Pekin Deklarasyonu ve Eylem Platformu'nda yer almış, Pekin+25 kampanyası tarafından onaylamıştır. BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği bu konuda şunu ifade etmiştir: “Şuna açıklık getirelim, bu çok basit: İnsan hakları savunucusu olmak için kadın haklarının savunucusu olmak gerekir.”

İnsan hakları savunuculuğu hem küreselleşmenin en önemli hedeflerinden ve hem de Pekin Deklarasyonu'nun en önemli unsurlarından birisi olarak dünyaya yayılmıştır. Özellikle de kadın ve kızların hakları Birleşmiş Milletler’in tüm eylemlerinin, konferanslarının ve sözleşmelerinine ana maddesi olmuştur. Batı kendini insan haklarının savunucusu ilan etti. Batılı kadınla ilgili iyimser ve olumlu görüntüleri yayarken, kötü şartlarda yaşan, hakları elinden alınmış, mazlum, cahil, yoksul, işsiz ve ötekileştirilmiş kadınların, özellikle de Müslüman kadınların görüntüleriyle kıyaslamıştır. Ardından da kalkınma ve barış sağlamak adına bu kadınları savunmaya, insan haklarını iyileştirmeye ve onlara yönelik her türlü şiddetle mücadeleye çağırmıştır. - “Kadının ilerlemesi ve kadınla erkek arasında eşitliğin sağlanması bir insan hakları sorunudur ve sosyal adaletin bir şartıdır ve sadece bir kadın konusu olarak görülmemelidir.” (Pekin Deklarasyonu, Madde 41)

Nitekim İslam beldelerindeki hükumetleri imzaladıkları uluslararası sözleşmelerin şartlarını yerine getirmek için özellikle kadınların insan haklarını iyileştirmeye, yaymaya, koruyup kanun ve anayasalarda koruma altına almaya zorlamıştır. Aynısı BM'nin Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi'nde (CEDAW)'da yapılmıştır. CEDAW Madde 2 (f)'de; “Kadınlara karşı ayrımcılık oluşturan mevcut yasaları, hukuki düzenlemeleri, gelenekleri ve uygulamaları değiştirmek veya kaldırmak için gerekli her türlü tedbiri almak”ile yükümlü kılmıştır. Yani; kadın erkek arasındaki eşitliğin sağlanmasını hızlandırmak üzere sosyal ve kültürel davranış tarzlarının, özellikle de dini hükümlerin kaldırılıp uluslararası kanunlarla değiştirilmesini talep etmiştir. Böylece bu hükumetler kadınların ve toplumun ilerlemesi için kadın haklarını en önemli ve kesinlikle ihmal edilmemesi gereken iş olarak benimsemişlerdir.

Batı ajanı hükumetler kendi halklarının kültür ve değerlerine alçakça saldıran bu uluslararası sözleşmeleri hiç gecikmeden imzaladılar ve halklarının tüm itiraz ve karşı gelmelerine rağmen hayatın her alanında kadın erkek cinsiyeti talep etmeye ve kadına karşı ayrımcılığı yasaklayan kanunlar yürürlüğe koymaya başladılar. Sömürgeci güçler her yıl Pekin Deklarasyonu gibi uluslararası konferanslar düzenleyip yeni eylem ve politikalar icat ederek medeni kanunların değiştirilmesini, çok evliliği yasaklayan, evlilik yaşını yükselten, mirasta eşitlik getiren yeni kanunlar çıkartılmasını talep ettiler. Yine CEDAW sözleşmesi gibi hayatın her alanına müdahil olan menfur sözleşmeler çıkartarak kanun yoluyla topluma dayatılmasını, yabancı kültürü yaymak için sivil toplum örgütleri ve kadın kuruluşları oluşturulmasını talep ettiler. Sömürgecilerin ajanları da Batı'nın kendi değer ve fikirlerini küreselleştirmek için çizdiği yoldan zerre kadar şaşmadılar.

Örneğin 2015 yılında Tunus; kadına yönelik her türlü ayrımcılığın ortadan kaldırılması için 1975 yılından olan “40 Numaralı Pasaport ve Kimlik Kanunu”nu revize ederek “kadınlara çocukların babasının izni olmadan çocuğuyla yolculuk yapma”izni vererek “kadınların haklarının daha fazla korunmasına yönelik siyasi ve hukuki iradeyi yansıttığı” için alkışlanmıştır. Kanunlarda yapılan değişiklikler “Tunuslu kadınların ve ilerici güçlerin her türlü şiddete karşı mücadeledeki doruk noktası ve zaferi” ilan edilmiştir. Nasıl bir doruk noktası ve nasıl bir zafer?! Hâlbuki Tunuslu kadınların vakıası tam aksini kanıtlamaktadır. Özellikle kırsal alanlardaki kadınların hayat şartları o kadar kötü ki her gün akıl almaz derecede ağır koşullarda çalışmak üzere ölüm kamyonları diye bilinen, kamyon kasalarının arkasında işe gitmek zorundalar. Okuyabilmek için okul masraflarını karşılayamayan anne babalarına yardımcı olmak zorunda kalan veya eğitimini tamamen terk edip çalışmak zorunda kalan 15 yaşındaki kız çocukları ile 70-80 yaşına gelmiş, artık dinlenmesi gerekirken ömrünün son günlerinde karnını doyurabilmek için dağda bayırda koyun çobanlığı yapan yaşlı teyzeler mi zafer oluyor? Hayat pahalılığından dolayı ailenin ihtiyacını babalar tek başına karşılayamadığı için anneler de bütün gününü dışarda çalışarak geçiriyor. Eve geldiğinde bitkin ve yorgun düştüğü için anne ve eş olarak görevlerini yapamaz halde oluyor. Eğer dul veya boşanmışsa kendisini ve ailesini geçindirebilmek için yükü iki katına çıkıyor. Doruk noktası dedikleri bu mu? Batı’ya duydukları hayranlıklarından kadın hakları, erkeklerle eşitlik ve mutluluk diyerek çıkardıkları kanunları dayatabilmek için yaydıkları tüm yalanlar ve ithamlar bile Batı'dan çalıntı! Batı; “ataerkil” toplumlar Müslüman kadını ezik ve yoksun bıraktı dedi, bunlar da hemen onayladı. Kadın haklarını ve özgürlüğü ancak biz veririz, onun için bizim kanunlarımızı uygulayın dedi... Bunlar da hemen kabul etti. Batı; kadının hedeflerine ve erkeklerle eşitliğine engel olan Şer'i hükümleri kaldır dedi... Bunlar da kaldırdılar. 2017'de Tunus hükumeti muayyen Şer’i hükümleri cinsiyet eşitliği çerçevesinde değerlendirip fuzuli diyerek altını oydu. “Tunuslu kadınların eş seçme hürriyetini kısıtlayan tüm yasaları” kaldırdı, nihayet “Afrika İnsan ve Halkların Hakları Sözleşmesi, Madde 2, Fıkra 21” gereğince “hem kadın hem erkek anne babalarının mülkünde eşit miras hakkına sahiptir” dedi.

Bu da yetmedi babanın ve erkek kardeşin kız evlat üzerindeki vilayet hakkını da kaldırdılar... Kendini gerçekleştirmek için hayallerinin ve tutkularının peşinden koşturan, zengin ve lüks hayat hulyasına kapılan genç kızlar; Rabblerinin emirlerine karşı gelerek kâfirlerle evlenmeye başladı. Kadınların zaferi ve doruk noktası dedikleri bu mu? Karı koca arasında çıkardıkları fitneleri ve “kavvame” hükmünü yok edip kocaların eşlerine ve ailelerine karşı maddi görevlerini yerine getirmemelerini mi zafer sayıyorlar? Her yıl boşanma oranlarını artıran, aileleri parçalayan, çocukları ortada bırakan anayasaları ve kanunları mı doruk noktası ilan ettiler?

Kapitalist sistemde Müslüman kadınların düştüğü hale bakın... Ötekileştirilmiş, yoksul, elinden tutan kimsesi yok, çalışıp kendi geçimini sağlamak zorunda ama işsizlikten dolayı onu da yapamaz haldeler. Politikacılar ise ancak seçim kampanyalarında hatırlar onları. Medya meydanlarında kadınları ekonomik güçlendirme projeleri sunar, vaatler savururlar, sonra da yine unutulmuşluğa terk ederler. Kadınların sokak sokak dolaşıp iki lokma ekmek için seyyar satıcılık yaptığı veya çaresizce kendini ve çocuklarını doyurabilmek ümidiyle iki kuruş için dilendiği manzaraların müsebbipleri bunlardır. Burma'da, Çin'de ve Filistin'de kadınlar sırf “Allah’tan başka ilah yoktur!” dedikleri için öldürülüyor ve tecavüze uğruyor. Bu kadınların insan hakları nerede? Esed’in ve Sisi’nin zindanlarında kızlarımızın namusuna uzanan, işkence eden ellere sıra gelince nerede bu kadın kuruluşları? Çatışma bölgelerindeki Müslüman kadınların ıstırabından, sefil hayatından neden bahsetmezler? Başında çatısı, karnını doyuracak lokması, acısını alacak ilacı olmayan, her türlü zulme maruz kalan, gözleri önünde kocası ve çocukları hunharca katledilen kadınların hakları yok mu? İnsan hakları çığırtkanlığı yapan dünya ülkeleri bu kadınların haline neden sessiz kalıyor? Harekete geçtiklerinde de onları korumak yerine yüz üstü bırakıyor, hatta daha çok sömürüp daha çok aşağılıyorlar. Uluslararası Kızılhaç Komitesi’nin açıklamalarına göre silahlı çatışma bölgelerindeki kadın ve kızların en çok maruz kaldığı şiddet türü, cinsel şiddettir. Ama sözde “sağlık hizmetleri” ve “insan haklarını” korumaları gerekirken tecavüze uğrayanlara tazminat ödenmesinden, cinsel sağlık ve üreme sağlığından, kadının “sağlıklı cinsel ilişki hakkından”, “kürtaj hakkından” ve evlilik içinde tecavüzden bahseden konferanslar ve seminerler düzenliyorlar. Kadına karşı haksızlıktan söz etmek için tek bir fırsatı bile kaçırmayan bu Batı ve avaneleri, İslam’ın kadın ve erkek ilişkilerine gelince, Müslüman erkeklerin kadınları aşağıladığını, İslami hükümlerin kadınlara zulmettiğini kocaman başlıklarla afişlere asarlar.

Batı’nın tek amacı Müslüman kadını liberal Batılı kadının kopyasına dönüştürmektir. Feminist kuruluşlar ve amacı müphem organizasyonlar da bu fikirlerin yayılmasına katkıda bulunarak, kızlara erken evliliği kerih gösterdiler, kendisine haksızlık ve zulüm olduğuna, onun yerine bedeninin kendine ait olduğuna ve isterse gayrimeşru ilişkilerde bulunabileceğine inandırdılar. Kızları kendi içgüdülerini inkâr etmeye, evlilik ve anneliği elinin tersiyle itmeye, eğitim ve istihdam peşinde koşturmaya, böylece kendini gerçekleştirmeye ve erkeklerden bağımsız olmaya yönlendirdiler. Neticede kızlarımız kendini, içgüdülerini ve fıtratını unuttu. Ancak bir müddet sonra bir de gözünü açtı ki kendisi de evlenmemiş kadınlar listesinde yer alıyor. İşte feministlerin istediği budur: Müslüman kadını özgürleştirerek Batılı kadına benzetmek ve karı koca ilişkisini birbirini tamamlayan ve huzurlu bir ilişki olmaktan çıkartıp rekabet ilişkisine dönüştürmektir. Peki ya Batı kadınlara haklarını verebildi mi? Batı kadını gerçekten mutlu, izzetli ve toplumda aktif yapabildi mi?

Batı'daki kadının durumuna ışık tuttuğumuzda daha ilk bakışta beşeri sistem ve kanunlar altında ezildiğini göreceğiz. Zira bu beşeri sistemlerin tek gayesi dünyadaki yönetici elit sınıfı ve onların çıkarlarını korumaktır. Kadın ise bu uğurda kazanç sağlamanın önemli bir aracıdır.

Kadınların şiddet, cinayet ve taciz kurbanı olduğunu gösteren kabarık istatistikler görüyoruz. ABD'de her 9 saniyede bir kadın şiddete maruz kalıyor ve her gün 3 kadın kocası veya sevgilisi tarafından öldürülüyor. Özgürlükler ülkesi Fransa'da 2019 yılında 126 kadın ev içi şiddet ve cinayete kurban gitmiş. Kapitalist köle pazarında aşağılanıyor, cinsel obje ve meta muamelesi görüyor, savunulduğunu iddia ederken insanlığı hiçe sayılıyor. Aynı şekilde Almanya fuhşu suç olmaktan çıkartıp yasallaştırdığından beri Avrupa'nın genelevi olarak anılıyor. Batı’nın bize göstereceği Batılı kadın sureti ancak aşağılanmış bir kadının suretidir. Kadını sadece dişi olarak görüp bedenini ve güzelliğini medyada ve reklamlarda, hatta idari dairelerde bile servet sahiplerine kazanç sağlayan bir meta olarak sömürmektedir. O kadar ki kadınlar bile farkında olarak veya olmayarak kendi bedenlerini bir kazanç vasıtası olarak görmeye başlamış ve onu koruyup güzelleştirmeyi bir saplantı haline getirmişler. Güzelliğini kaybetmek bir kadın için anksiyete ve depresyon ve hatta intihar sebebi olabiliyor. İşte kadın haklarını ve özgürlüğünü en çok koruduğunu iddia eden Batılı ülkelerde kadının durumu bundan ibaret! Tüm bu nedenler her gün daha fazla Batılı kadını bu çürük medeniyetten kaçmaya ve hayır, izzet ve huzur medeniyeti arayışına çıkmaya itiyor. Kaçanlar ise kurtuluşu İslam'da buldu! İnsan fıtratına en uygun dini buldular. Kendi beldelerinin kanunlarında bulamadıkları adaleti burda buldular. Tüm bunlara rağmen İslam beldelerinin hükumetleri, kurum ve kuruluşları bu gerçekleri yalanlamanın derdinde. Batılı kadınların kurtulmak için kaçtığı Batı kanunlarını Müslüman kadınlara benimsetmenin derdindeler. Hâlbuki bu çürük nizamlardan kaçan herkes Rabbini, Allah'ın hidayetini muhakkak bulacaktır. O zaman Müslüman kadın bu dininin hükümlerini terkedip niçin Batı'nın yalan ve iftiralarına kansın ki? Kendisini dinini yaşamaktan alıkoyan, dinini yaşatmamak için zulmeden bu yozlaşmış fikir ve nizamları niçin tercih etsin? Kaldı ki Müslümanlara ve İslam'a terörist gözüyle bakanlar hiç Müslüman kadını koruyabilir mi? Kendi toplumlarına İslamofobi aşılayan politikalar hiç Müslüman kadının hakkını ve kurtuluşunu isteyebilir mi? Kendinde olmayan bir şeyi başkasına nasıl verebilir ki? Batı kendi kadınlarına bir şey verememiş, kendi beldelerinde yaşayan Müslüman kadınları aşağılamalara ve saldırılara karşı koruyamamışken İslam beldelerindeki Müslüman kadınlara ne verebilir?

Beldelerimizdeki hükümetler Batılı laik değerleri benimsediler ve bu değerleri kendi toplumlarında yayarak Batılı sömürgecileri hedeflerine ulaştırmak için ellerinden geleni yaptılar. Müslüman kadını kurtaracağız sloganlarıyla onu Dininden uzaklaştırıp kokuşmuş Batı medeniyetinin girdabına ittiler. Amerikalı gazeteci Joanna Francis, “Müslüman Kız Kardeşime Mektup” başlığında kaleme aldığı yazıda şöyle diyor: “Seni aldatmalarına izin verme... Kadınlarınızın iffetinin ve saflığının bozulmasına izin verme...” Ve şöyle devam ediyor: “Sizin bize örnek olmanıza muhtacız çünkü bizler yolumuzu kaybettik... Saflığınızı korurken de daima, bir kere tüpten çıkan diş macununun geri koyulamadığını aklınızda bulundurun. Onun için kadınlar bu “macuna” iyi sahip çıkmak zorundadır.” Müslüman kadın hala haklarının ve izzetinin ancak diniyle korunacağını görmüyor mu? Hala dünyadaki ve bilhassa Batı'daki kadınların onun örnek olmasına muhtaç olduğundan şüphe mi ediyor? Bu makalenin başından beri “kadın hakları” ve “insan hakları” mefhumunun hangi akideden kaynaklandığını anlatmaya çalıştık. Bu çürük akideden çıkacak olan her türlü çözüm de çürük olmaya mahkûmdur. Kapitalist akide, geçersiz bir akidedir ve güçsüz olanların canı pahasına güç sahiplerinin çıkarlarını sağlamayı garantiler. Bu yüzden kadınları, çocukları veya yaşlıları umursamaz, onlara ikiyüzlü yaklaşır. Dışa doğru merhametli görünür ama içinde çile ve ıstırap barındırır. Beşer aklından çıkmış bir akidedir, insanları savaşlarla (Afganistan, Irak, Yemen) ve kitlesel imha silahlarıyla (Suriye'de varil bombaları ve kimyasal bombalar) yok etmekte bir sakınca görmez. Bu akidenin “hak olarak” gördüğü tek şey; yönetim sistemi ile “düşman” gördüğü her milleti işgal edip doğal kaynaklarını ve servetlerini sömürmektir.

Şu an dünyaya hâkim olan bu sistem; elindeki tüm imkânlarla İslam akidesini bastırmak, İslam beldelerinden ve Müslümanların kalplerinden İslam’ın hüküm ve nizamlarını söküp atmak için çabalıyor. Çünkü Müslüman veya gayrimüslim her bir insanın haklarını gerçekten verecek olan sadece Rahman ve Rahîm olan Âlemlerin Rabbi Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın indirdiği İslam akidesi ve onun nizamlarıdır. Şeriat’ın insanlara hak olarak tanıdığı değerler, İslami nasslardan çıkartılmış insan ftıratına uygun, aklını ve kalbini mutmain eden, gerçek evrensel değer teşkil eden hükümlerdir. Beşer aklının icat ettiği, hayal ve faraziden öte geçmemiş, insan fıtratına ters, insanı kendi heva ve heveslerine kul olmaya iten “insan hakları”yla taban tabana zıttır.

Allah Subhanehu ve Teâlâ insanı onurlandırmış ve onu yeryüzüne halife kılmıştır: ﴿وَهُوَ الَّذِي جَعَلَكُمْ خَلاَئِفَ الأَرْضِ﴾ “O, sizi yeryüzünün halifeleri (oraya hâkim kimseler) yapandır.” [En'am 165]

Ve Allah Subhanehu ve Teâlâ buradaki hitabına ne renk, ne ırk, ne memleket ayrımı belirtmeden kadını da erkekle beraber dâhil etmiştir çünkü burada muhatap “insandır”. Bu onura sahip olmak ancak kişinin Rabbine kulluğu ile şartlandırılmıştır. Yani küfrü tercih eden veya hak yoldan sapan, insanlıktan uzaklaşmıştır, dolayısıyla onur onun vasfı olmaz.

﴿أَمْ تَحْسَبُ أَنَّ أَكْثَرَهُمْ يَسْمَعُونَ أَوْ يَعْقِلُونَ إِنْ هُمْ إِلَّا كَالْأَنْعَامِ بَلْ هُمْ أَضَلُّ سَبِيلاً﴾ “Yoksa sen onların çoğunun (söz) dinleyeceklerini yahut akıllarını kullanacaklarını mı sanıyorsun? Onlar hayvanlar gibidirler, belki yolca onlardan daha da şaşkındırlar.” [Furkan 44]

Kadının haklarına dair hakiki bir bakış açısı sunan İslam fıkhıdır. İslam fıkhında kadına hitap eden emir ve nehiyler, tamamen fıtratına uygundur. Bununla birlikte İslam fıhkı, kadının haklarını teminat altına alan metodu da belirlemiştir. Oysa Batılı düşünce tarzı tam aksini yapmıştır. Batılı düşünce tarzında kadının haklarının kaynağı hürriyet/özgürlük ilkesidir. Sonra da “Benim özgürlüğüm başkalarının özgürlüğünün başladığı yerde biter” gibi hayali kısıtlamalar icat ederek hakları bir türlü gerçekleştirilemeyen, teorik bir meseleye dönüştürmüştür. “İnsanların çıkarları birbiriyle çakışır ve insan bencilliğe meyillidir, bundan dolayı güçlü olan zayıf olanı ezer” mantığıyla kontrol ve güç sahiplerinin bekasına yönelik kanunlar çıkarmıştır. Beşeri hukuk asla hayatın meselelerini çözmeye muktedir değildir! İslam hukukuna gelince... İslam hukukunun amacı; Şari'in insanoğlu için evrensel olarak tanımladığı hakları temin etmektir.

Allah Subhanehu ve Teâlâ, genel kuralları hem kadınlara hem erkeklere hitaben koymuştur: ﴿يَا أَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمُ الَّذِي خَلَقَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ وَخَلَقَ مِنْهَا زَوْجَهَا وَبَثَّ مِنْهُمَا رِجَالاً كَثِيراً وَنِسَاءً﴾ “Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan; ikisinden birçok erkek ve kadın (meydana getirip) yayan Rabbinize karşı gelmekten sakının.” [Nisa 1]

Ve kadınlara verdiği hakları hiçbir beşeri hukuk vermeye muktedir değildir. Peygamber Efendimiz (sav) ashabına kadınlara iyi davranmayı tembihlemiştir: «...اسْتَوْصُوا بِالنِّسَاءِ خَيْراً» “Kadınlarınıza güzel muamele edin.” Veda Hutbesi'nde tüm Ümmete şöyle tembihlemiştir: «النِّسَاءُ شَقَائِقُ الرِّجَالِ» “Kadınlar erkeklerin öteki yarısıdır.” Cahiliyye’de kadınlar diri diri gömülürken, Allah Subhanehu ve Teâlâ kadının canını koruma altına almıştır: ﴿وَإِذَا الْمَوْءُودَةُ سُئِلَتْ * بِأَيِّ ذَنْبٍ قُتِلَتْ﴾ “Diri diri gömülen kız çocuğunun hangi günahtan ötürü öldürüldüğü sorulduğu zaman” [Tekvir 8-9]. Rasulullah (sav) erkeklere kadınlara karşı hüsnü muameleyi emretmiştir: «مَنْ يَلِي مِنْ هَذِهِ الْبَنَاتِ شَيْئاً فَأَحْسَنَ إِلَيْهِنَّ؛ كُنَّ لَهُ سِتْراً مِنَ النَّارِ»، “Kim kızları ile imtihan edilir de onlara karşı güzel davranırsa o kızlar onunla cehennem arasında perde olur.” (Buhari, Müslim, Tirmizi) ve şöyle buyurmuştur: «أَيُّمَا رَجُلٍ كَانَتْ عِنْدَهُ وَلِيدَةٌ فَعَلَّمَهَا فَأَحْسَنَ تَعْلِيمَهَا، وَأَدَّبَهَا فَأَحْسَنَ تَأْدِيبَهَا... فَلَهُ أَجْرَانِ» “Her kim iki kız çocuğunu yetişkinlik çağına gelinceye kadar büyütüp terbiye ederse, kıyâmet günü o kimseyle ben yan yana bulunacağız.” (Müslim). Yine İslam kadına eşini seçme hakkı vermiştir «الأَيِّمُ أَحَقُّ بِنَفْسِهَا مِنْ وَلِيِّهَا، وَالْبِكْرُ تُسْتَأْذَنُ فِي نَفْسِهَا، وَإِذْنُهَا صمَاتُهَا» “Dul kadın, velisinden daha bir hak sahibidir. Bakire ise, evlenmek için kendisinden izin istenir. Onun izni susmasıdır.” (Müslim, Nesei, Ahmed bin Hanbel) İslam kocaya eşiyle iyi geçinip ona güzel davranmasını emretmiştir: «إِنَّ الرَّجُلَ إِذَا سَقَى امْرَأَتَهُ مِنَ الْمَاءِ أُجِرَ» “Kişi karısına su içirirse bir ecir vardır.”

Kadınların kendi malları üzerinde bağımsız tasarruf hakkı vardır. İstediği gibi satar, alır, kiralar, kiraya verir, vakfeder, bağışlar, vs. Yani mal üzerinde erkeğin hakkı neyse aynısı kadın için de geçerlidir. Kadın kendi malı ve kazancından ailesine hiçbir şey harcamak zorunda değildir ama kendi rızasıyla kocasına, çocuklarına yaptığı her harcaması sadaka kabul edilir, karşılığında sevabı vardır. İslam kadının mevkisini yüksek kıldı ve insan olması hasebiyle erkekten farklı görmedi, kendisine has haklar verdi. Kadını onurlandırdı, bir emanet olarak gördü, izzetini ve haklarını Kur'an-ı Kerîm ve Sünnetle sağlam bir koruma altına aldı. Bu nedenle Hilafet Devleti'nin yapacağı en önemli işlerden birisi kadının izzetini korumak ve emniyetini sağlamaktır. Bu devlet politikalarının en önemli sütunlarından birisi olacaktır. Allah’tan bu devletin kurulmasını hızlandırmasını diliyoruz. Hizb-ut Tahrir’in Anayasa Tasarısı Madde 120’de şöyle belirtilmiştir: “Kadında asıl olan anne ve ev hanımı olmasıdır. Kadın, korunması gereken bir nâmustur.” Hilafet Devleti topluma Allah’ın hükümlerini öğreterek kadına bakış açısını ve muameleyi İslam’ın hükümlerine göre şekillendirecektir. Yine tüm siyasi, eğitim ve medya nizamlarıyla ve tüm araçlarıyla kadına karşı saygı dolu bir ortam oluşturacaktır. Ve ister evde ister evin dışında kadına yönelik her türlü şiddeti yasaklayacaktır. Peygamber Efendimiz (sav) şöyle demiştir: «لاَ تَضْرِبُوا إِمَاءَ اللَّهِ» “Allah’ın hanım kullarına vurmayın!” Toplumun cinselleşmesine sebep olacak her şeyi yasaklayacaktır, kadınların teşhir edilmesine, güzelliğinin ve bedeninin sömürülüp namusuna zarar verilmesine müsaade etmeyecektir. Hizb-ut Tahrir bunu Anayasa Tasarısı’nın 119. Maddesinde belirtmiştir: “Her erkek ve kadın, ahlâkî tehlike içeren veya toplumu ifsâd edici iş yapmaktan men edilir.”Kadının namusunu korumak; kadınla erkek arasındaki ilişkileri düzenlemek, cinsel ilişkiyi evlilikle sınırlandırmak İslam'ın içtimai nizamının kalbini teşkil etmektedir. Bu nizam kadını teoride değil fiiliyatta koruyacaktır. Kadınla erkek arasındaki ilişkinin temiz kalması için cinsel sapmalardan uzak tutacak ve kadınla erkeğin birbirleriyle hayırlı ve yararlı bir şekilde yardımlaşmasını sağlayacaktır. Böylesi bir ortamda kadına, aileye ve topluma zarar verecek şekilde insanların cinsel arzularının peşinde koşturmasına asla izin verilmeyecektir ve böylece toplumda namus ve iffeti korunacaktır. Böylesi emniyetli, şiddet ve saldırıların engellendiği bir ortamda kadınlar okula, üniversiteye, işe, yolculuğa güvenli bir şekilde çıkabilecekler. İslam, karı koca ilişkisini de en güzel şekilde düzenleyerek sevgi, muhabbet ve şefkatten sapmasını engelleyecek hükümler belirlemiştir. “Evlilik hayatı huzur hayatıdır. Zevç (bey) ile zevcenin (hanımın) yaşamı, dostluk yaşamıdır. Zevcin zevce üzerindeki kıvameti, riâyet (gözetim) kıvametidir, yönetim kıvameti değildir. Zevce itaat, zevce üzerine farzdır. Yaşadığı çevreye göre maruf bir şekilde zevcesinin nafakası zevce farzdır.” (Hizb-ut Tahrir Anayasa Tasarısı Madde 120) İşte yüce İslamımız budur. El-Alîm ve el-Hakîm olan Rabbimiz; kadın için en hayırlı en izzetli hayatı öngörmüştür. Allah’ın hükümlerinde hayır, refah ve istikrar vardır. Onlarda insanların heva ve heveslerine göre değişiklik görmezsiniz. Öyleyse akıllı Mümine bir kadın, başka bir yerde hak ve hayır arayışına girer mi? ﴿أَتَسْتَبْدِلُونَ الَّذِي هُوَ أَدْنَى بِالَّذِي هُوَ خَيْرٌ﴾ “İyi olanı düşük olanla değiştirmek mi istiyorsunuz?” [Bakara 61] Bu ne kötü bir tercih olurdu! İslam kadına yüksek mevki ve makam vererek ihsanda bulunmuştur. Onu kölelikten ve cahiliyyenin adaletsizliğinden kurtarmıştır. Ama ne zamanki İslam hayattan uzaklaştırıldı, çürük kapitalist sistem ve onun gibi beşer sistemleri kadın erkek tüm insanlara hükmetmeye başladı, işte o zaman tekrar insana layık olmayan kölelik, adaletsizlik ve şiddet çukuruna düşüverdi! “Kadın Hakları” sloganı; Batı zihniyetinin ürettiği beşeri kanun ve hadaratları yaymak ve İslam hadaratına karşı savaşmak için kullanılan bir silahtır.