
Batı’da feminist düşünce, tarihi entelektüel bir miras haline gelmiş, hukukun, siyasetin ve medyanın koruması ile dokunulmazlık elde etmiş, kesinlikle sorgulanamaz, tartışalamaz ve doğru ile yanlış terazisinde tartılamaz kılınmıştır. Feminizme muhalefet, doğrudan düşünceyi, hakları ve bilimi tekeline almış ve her tülü farklı fikre karşı hiçbir hoşgörüsü olmayan kapitalist ideolojiyi reddetmektir. Kapitalist ideoloji; insan aklının ulaşabileceği en üstün ve ulvi seviye diye takdim ettiği kendi entelektüel ve hukuki sistemini koruma gerekçesiyle farklı fikirlere terörizm demiş ve onlara karşı savaş ilan etmiştir! Her türlü feminist düşünceye karşı koyma veya kusurlarını ortaya dökme teşebbüsü, Batılı dahi olsa, anında baskın feminist akımların kuşatması altına alınır, sıkıştırılır ve örtbas edilir. Bu nedenledir ki BM herhangi bir belge ve anlaşma ortaya attığında, sanki gökten inmiş vahiymişcesine kültürü, dini veya gelenekleri ne olursa olsun imzalayan tüm devletler için bağlayıcı kılmış, bu uluslararası hukuki sözleşmelerin içeriklerine ve sunduğu çözümlere ulvi bir konum kazandırmıştır. Pekin Deklarasyonu’nu konuşurken, medyayı, kadınla alakasını, kadınların entelektüel ve psikolojik yapısına etkisini, feminist düşünceye odaklanmasını, yazılı, görsel ve işitsel medyada sunulan cinsiyet ve eşitlik konseptini de konuşmak zorundayız.
Ancak bu makalede “medyanın kamuoyu oluşturmadaki rolü” gibi geniş kapsamlı bir konuyu ele almak mümkün olmadığı için şimdilik medya politikalarına ve bunların Pekin Deklarasyonuyla ve onun metodolojisiyle alakasına yoğunlaşacağız. Bu esnada hem devlet medyasının hem bağımsız medyanın belirli bir görüşü benimsediği, bu görüş doğrultusunda çalıştığı ve bu görüşün entelektüel ve değer denetimlerine tabi olduğu bilgisini aklımızın bir köşesinde tutmalıyız. Her ne kadar bu görüşünü içinde bulunduğu toplumun kimliğiyle harmanlamaya çalışsa da ve meselelerine ayak uydurur gibi görünse de, kesinlikle kapitalist plandan sapmamaktadır. Hatta her toplumun kendine has özelliklerinden dolayı, medyanın etkisi ve Pekin Deklarasyonu’nun metodunu üstlenme derecesi toplumdan topluma farklılık arz etse de fikir hep aynıdır. Farklı olan sadece kullanılan araç ve üsluplardır.
Pekin Deklarasyonu’nun kadınlar ve medya konusunda kararlaştırdığı stratejiler ve eylemler nedir? Bu kararlar ne derece uygulanmaktadır?
Pekin Deklarasyonu, “Kadınlar ve Medya” başlıklı kritik alanda, 236. maddede şunları ifade etmektedir: “Elektronik, basılı, görsel ve işitsel medyanın iletişimde sürekli olarak kadının olumsuz ve alçaltıcı imajlarına yer vermesinin değişmesi gerekmektedir. Çoğu ülkedeki elektronik ve basılı medya, kadınların farklı yaşamlarını ve değişen dünyada topluma katkılarını dengeli olarak yansıtmamaktadır. Buna ek olarak, şiddete yer veren, küçültücü ve pornografik medya ürünleri kadınları ve onların topluma katılmalarını olumsuz yönde etkilemektedir. Kadının geleneksel rollerini pekiştiren programlar da aynı ölçüde sınırlayıcı olabilmektedir. Tüketim eğiliminin dünya çapında yaygınlaşması, reklamların ve ticari mesajların kadınları çoğu kez asıl tüketiciler olarak gösterdiği ve uygun olmayan bir biçimde kız çocuklarını ve her yaştan kadınları hedef aldığı bir ortamın doğmasına yol açmıştır.” Yani Pekin Deklarasyonu; geleneksel (klişeleşmiş) kadın rollerinin kadına karşı adaletsiz, alçaltıcı, dolayısıyla şiddeti ve ayrımcılığı teşvik edici olduğunu, bundan dolayı benimsemiş olduğu toplumsal cinsiyet eşitliği fikrine aykırı olduğunu söylemektedir.
Anne ve ev kadını olan, çocuk doğuran, evin işlerini yürüten, ailesine ve kocasına hizmet eden kadın, geleneksel bir zihniyetin dışavurumu ve radikal feminist düşünceye aykırı bir kadın tipidir. Bir kadının evinde anne ve eş olması gibi kadına özgün bu sorumluluklar, Pekin Deklarasyonu nazarında ücretsiz iş ve kadının ilerlemesi, güçlenmesi ve bağımsızlığı karşısında engellerdir. Bunun için rol dağılımının cinsiyetlere göre değil becerilere göre olmasını talep etmektedir. Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW), “kalıplaşmış rollerin” (kadının annelik, erkeğin ailenin reisi rolü kast edilmektedir) ortadan kaldırılması gerektiğini, anneliğin bir “sosyal görev” olarak anlaşılması gerektiğini, kadına has olmadığını, herkes tarafından yerine getirilebileceğini açık bir şekilde ifade etmektedir. (Madde 5 (a) ve (b)) Böylece, kadının ekonomik ve politik olarak güçlendirilmesi toplumsal cinsiyet eşitliği fikrine bağlıdır.
Rollerin cinsiyete göre tayin edilmesi fikri ilga edildi, kadın erkek kompleksinden kurtarıldı ve roller kadınla erkek arasında eşit bir şekilde pay edildi. Artık kadın çalıştığı her işte ücret alıyor ve bir erkeğin yardım ve desteğine ihtiyaç duymuyor. Evlilik hayatında ise artık “fifti fifti” sloganıyla, sorumlulukların hepsi eşit bir şekilde paylaşılıyor. Hatta kadın, erkekten bir adım öne geçiyor. Çünkü artık doğurganlığını da kendisi kontrol ediyor, çocuk isteyip istemediğine, kürtaj yaptırıp yaptırmayacağına bağımsız olarak karar veriyor. Yani nüfus kontrolü ve insanlığın devamını kontrol etme hakkı kadına ait! Kadının güçlendiğine dair bir başka gösterge de, erkekler üzerinde ne kadar egemen olduğu, kendini erkekle ne kadar eşitlediği ve cinsiyet, beden ve doğal güzellikten ne kadar sıyrıldığıdır. Bundan dolayı Pekin “Medya” Deklarasyonu, klişe, kalıplaşmış veya geleneksel adlandırılan kadın imajını ortadan kaldırmak için yapılmıştır. Çünkü ona göre, doğurgan ve dişi kadın rolü, toplumda ve siyasette üretken olmayan bir roldür. Medyaya düşen görev; anne ve kadın imajını, kendi hayatı olmayan, ihmal edilmiş, dünyanın gerisinde kalmış, olup bitenlerden bihaber bir cinsiyet olarak göstermektir.
Son on yılda medya konularını takip eden birisi, kadına has bir medyanın ve medya materyallerinin geliştiğini fark edecektir. Her yaştan kadına hitap eden, bağımsız, asi, güçlü ve hayatında erkek unsurunu bir artı ve tercihen kabul eden ama gerekli ve sürekli görmeyen bir kadın imajının vurgulandığını görecektir. Bu imaj kültürel televizyon ve radyo programlarında, basında, “feminist entelektüel aşırıcılık” oluşturmayı büyük oranda tekelleştirmiş dizilerde ve farklı ve sürekli yenilenen araçlarla, kurnazca ve süslü püslü üsluplarla sunulmaktadır. Toplumsal cinsiyet eşitliği fikri ve kadına karşı her türlü şiddete karşı olmak bu yukarıda geçen ifadelerde çok ortaya çıkmasa da ve bizim İslam beldelerimizde ecnebi ve şifreli gibi algılansa da medyanın aktardığı bu mesajlardan insanların aklında kalan, içerdikleri dolaylı veya açık imalardır. Medyanın etkisi ve asıl elde etmek istediği ve feminist düşünce terazisine ağırlık katan da budur!
Medyada, bilhassa Arap medyasında, çok yaygın olan görüntülerden bir tanesi de normal bir hayat yaşayan -yani anne, eş ve ev kadını olan, ailesine ve çocuklarına hizmet eden- kadının hiç çalışmadığı ve kendi parasını kazanmadığı için, akademik, maddi veya entelektüel hayallerini gerçekleştiremediği için yıkık, zayıf ve üzgün gösterilmesidir. Arap kadını çoğu zaman geleneksel kadın olarak gösterilir. Başında otoriter bir baba, gardiyan bir koca veya kibirli bir erkek kardeşi olur, hepsi de fiziksel ve psikolojik şiddet uygular. Kadın genellikle iradesi ve hakları elinden alınmış, hiçbir karar yetkisi olmayan, babasına, kocasına veya oğluna bağımlı, kendisine çocuk doğurmak ve annelik dayatılan kurban olarak gösterilir ki böylece çocuk bakıcısı ve anne olarak toplumsal klişe onaylanmış olur. Veya kadın âşık ve duygusal, kendisini sevdiği erkeğe açamayan, sonsuz aşk aradığı ilişkide naif tarafı teşkil eden, kendinden vazgeçen, izzetini ve kişiliğini bir adam uğruna çöpe atan bir kadın olarak gösterilir. Öte yandan bir de zengin, lüks içinde yüzen, aşırı savurgan Körfez ülkeleri dizilerinde sıkça kullanılan kadın imajı vardır. Geleneksel kadın imajını düzeltmeyi amaçlayan bu kadının imajı, sorunları, ilgi alanları, dış görüntüsü abartılarak, statüsü ve sorumlulukları alçaltılarak yansıtılır. Bu olumsuz imaj her gün düzenli olarak televizyon ve radyo dizilerinde veya magazin ve kültür programlarında veya canlı röportajlarda “erkek şiddetini” anlatan konuk olarak çıkartılır. Gazete ve magazinler sıklıkla namus suçlarından, çok çocuk doğurmanın zorluklarından, okumamış bir annenin çocuklarının eğitimine önem vermediğinden bahsederek kadına erkeklere ve kendine karşı alttan alttan düşmanlık oluşturan bir enerji aktarılıyor. Böylece kadın kendini ve değerini küçümsüyor, sorulduğunda ev kadını olduğunu veya on sekiz yaşında evlendiğini veya daha otuzuna basmadan altı çocuk annesi olduğunu utanarak söylüyor... Evet; çok çocuk sahibi utanç vesilesi oldu artık.
Annelik ve ev kadını olmak dışarıda çalışmaya kıyasla utanç verici oldu. Kocasına itaat eden, ailesine hizmet eden kadın aciz, yıkık, kimliksiz bir kadın oldu. Tabi bunun karşısında bir de dizi ve film kahramanları vardır. TV programlarına çıkartılan, saygıdeğer, “geleneksel” hayata meydan okuyan, babasından, kocasından ve evlatlarından kaynaklı tüm sınırları aşan, erkeğe eşit bir arkadaş muamelesi yapan, tüm gücüyle, kibriyle ve asiliğiyle son kuruşuna kadar eşit olan kadınlar vardır! Ne de olsa kadının da hayatta hakları var... Onun hayatı kesinlikle bir babaya, kocaya veya erkek evlada bağlı olamaz. Çevresini ve ortamını şekillendiren odur! Yaşayacağı hayatı o seçer... Ve tüm bunlar etkileyici ve süslü bir şekilde sunulur ki alıcının sempatisini ve desteğini kazansın! Evlerimize ekran üzerinden zorla o kadar çok kötülük giriyor ki: Bekâr anne, kendisinden başka kimseye güvenmeyen bağımsız kadın, asi genç, evlenmeyi reddeden, İslam'i mirasına ve Şer'i hükümlere kin ve düşmanlıkla saldıran her türlü görüntü ve davranış sergileyen genç kız... Fakat Batılı kadın, hiçbir erkeğin durduramadığı, aksine erkeksiz daha da ilerleyen ve güçlenen demir kadın olarak gösteriliyor. İmrenilesi bu kadın; cesur ve güçlü, dişiliğinin kendisini asker ve savaşçı olmaktan, ağır silahlar taşımaktan alıkoymadığı, istihbarat servisinde, ajan olarak ve kalabalık erkek ortamlarında çalışan, kendi lokmasını kendi kazanan kadın... Bir erkeğe, erkeğin kendisine muhtaç olduğu kadar muhtaç olmayan kadın...
Fakat Pekin Deklarasyonu sadece klişeleşmiş kadın resimlerinin yayınlanmasına karşı çıkmakla kalmıyor. Kadının sadece mutfak aletleri, süs eşyaları, moda ve sağlık ürünleri arasında gösterilmesine karşı çıktığı gibi doğrudan kadınla alakalı “kapitalist zihniyetin beden ve cinsellik” tasavvurlarına da itiraz etmektedir ki bu da feministleri şaşkınlık içinde bırakmaktadır. Onun yerine medya içeriklerinin doğrudan her türlü ayrımcılık ve eşitlik konularını işlemesini talep etmektedir. Özellikle reklamlarda ve ürün tanıtımında kadın bedeninin ve cazibelerinin erkeğe hitap eder şekilde kullanılmasına kadının adaletsiz bir şekilde sömürülmesi ve dolayısıyla aşağılanması olarak nitelendirerek karşı çıkmaktadır. Ancak kapitalist pazarlamada vazgeçilmez olan bu değerlerin pazarlanan ürünün kendisiyle bağdaştırılmasında bir sakınca görmemektedir. Hâlbuki kadını insanlığından, akli ve mesleki becerilerinden soyutlayan ve bir “eşyaya” dönüştüren tam da budur. Kadını magazinlere, gazetelere, televizyon reklamlarına hapseden, bedenini medyanın birinci sınıf kâr sağladığı kaynağa dönüştüren tam da budur. Gerçekte kadının değerini ziyan etmiş, erkekle arasındaki uçurumu genişletmiş ve kadını bayağılaştıran iptidai bakış açısını güçlendirmiştir. Bu da yetmezmiş gibi şarkıcı, sanatçı, oyuncu kadınlar toplumda ikonlaştırılmakta, çabaları muazzam ve meslekleri onurlu gösterilerek, yaptıkları her iş büyütülerek haber yapılmaktadır! Kadınla erkek arasında tam bir eşitlik talep eden ve erkek egemenliğini reddeden feminist düşünce ile kadını işe yarar tüketici mazlemesi olarak aşağılayan Batılı kapitalist zihniyet arasında denge kurmaya çalışan medya tamamen karmaşalarla ve çelişkilerle dolu bir araca dönüştü. Gerçekte neyi amaçlıyor? Her türlü cinsiyetler arası farklılığı yok etmeye çalışan feminizmi mi yaymaya çalışıyor? Yoksa cinselliği hadaratının ve özgürlük fikrinin mihenk taşı gören kapitalist zihniyeti mi yaymaya çalışıyor? Hakikaten de bir taraftan feministleri memnun etmeye çalışırken mutfak, süs eşyası, moda reklamlarında erkek yüzü kullanmaya başladı, ev ürünleri ve temizlik malzemeleri gösterirken, “senin için canım” diyen yüzün erkek olmamasına özen göstererek evde olması gereken, çocukları bakan, bez değiştiren ve kahvaltı hazırlayan kişinin kadın olması gerektiği algısını değiştirmeye çalıştı. Artık tüm bu işleri yapan baba görüntüleri çok daha yaygın ve neredeyse her reklamda karşımıza çıkıyor! Hatta güzellik sanayisi bile kadının tekeliden çıkmış durumda. Özellikle moda ve güzellik ürünleri daha çok erkeklere hitap eder oldu.
Ancak feministlerin kadının bir tüketici değeri olarak (meta) sömürülmesine karşı çıkmalarına gelecek olursak... Bu onların kadına veya dişiliğine saygılarından kaynaklanmıyor. Öyle olsaydı kadının fıtratına, anneliği, eş ve ev kadını olmayı öncelemesine karşı çıkmazlardı. Aksine onların bu tutumu, erkek egemenliğine karşı çıkmalarından, kadınla erkek arasındaki farklılıkları reddetmelerinden kaynaklanıyor. Onların stereotipik kadın algısı tarifinde kadının bedeni sadece erkeğin maddi ve cinsel ihtiyaçlarına hizmet eden, bundan dolayı kadının erkekten daha aşağı, erkeğin ise kadından üstün olduğunun kanıtıdır! Bu nedenle, Birleşmiş Milletler Kadının Statüsü Komisyonu, dördüncü raporunda, medyanın görevine dair, “...toplumsal kalıp yargıların yıkılması ve toplumsal cinsiyet eşitliğine erişilmesi için önemli değişiklikleri sağlayabilir. Ancak günümüzde medyanın bu tür bir amacı ön plana alması, mevcut kar dengeleri nedeni ile pek mümkün gözükmemektedir.”demiştir.
Savaş ve işgal altındaki kadın görüntülerine gelince... Medya bu tarz görüntüleri yeterince yansıtmamakta, bunlara sınırlı olarak yer vermektedir. Ancak online medyanın bu alanda televizyon, radyo ve basın üzerindeki baskısı artınca ana medya da yer vermeye başladı ama hâkim görüntüler yoksulluk, acizlik, harabeye dönmüş evler, insanların feryatları, dulların göz yaşları, mülteci kampları, mülteciler ve feministlere yem olmuş şehit annelerinden ibaret kaldı. Özellikle şehit annelerinin görüntüleri tam da BM’nin ve insan hakları örgütlerinin savaş bölgelerinde kadınların imajını çarpıtmak için çok başarılı bir şekilde kullandıkları malzemeye dönüştü. Böylece konuyu yine aslından saptırarak, “Yoksulluğun Kadınla Özdeşleşmesi”, “kadınların okulu bırakması ve okuma yazma bilmezliğin kadınla özdeşleşmesi” olgusu üretildi. Hâlbuki savaş bölgelerinde yoksulluk kadın ve erkek arasında ayırt etmeden her ikisini de ezmektedir. Ancak şeytani feminist akım bu içler acısı insani vahameti kendi cinsiyet eşitliği fikirlerini sızdırmak için fırsat bilerek savaştan etkilenen kandılara maddi yardım, krediler ve çeşitli imkânlar sunarak ailelerine faydalı olmalarını sağlamaya kalktılar. Ama aynı ailenin erkeğine hiçbir yardım, destek veya imkân sunulmadı!
İşte feminist düşüncenin politikası budur: bir yandan hançerleyip bir yandan teselli eden bir el uzatmak ve bunun hayırsever ve uluslararası yardım olduğunu iddia etmek... Yüzeysel bakıldığında merhametli görünür ama en zor durumdayken bile kadının güçlendirilmesi, erkekten maddi bağımsızlık fikrini dayatmaktan başka bir sinsi hedefi yoktur. Kimileri medyanın savaş bölgelerinde profesyonel bir çalışma yaparak güvenilir bir şekilde gerçekleri aktardığını düşünebilir. Fakat belirli bir bölge için münhasır yayın hakkı elde eden medya kuruluşları, yaşanan trajedileri istediği şekilde yansıtıyor, kimilerini suçlu ilan ediyor, kimilerinden hiç bahsetmiyor. Ve nihayet mücadele ikonları ve hareket liderleri olarak yansıttıkları bugüne kadar başarısız, hain, kendini tamamen feminist fikirlere adamış bir takım feminist şahsiyetlerin imajlarını parlatıp yücelttikleri, mücadelelerini büyük bir başarı gibi yansıttıkları aldatıcı sahte bir sanayi ürettiler. Ve farkına varıyoruz ki medya seçici ve zerre kadar saf ve temiz değilmiş!
Pekin Deklarasyonu, Kadınlar ve Medya başlığı altında, Madde 235'te iletişim sektöründeki kariyer fırsatlarının kısıtlı olduğundan ve yeterince desteklenmediğinden bahsederken şunları ifade etmiştir:
“İletişim sektöründe kariyer yapmayı seçen kadın sayısı artmış olmakla birlikte, bunların pek azı karar alma düzeylerindeki konumlara gelmişler veya medya politikasını etkileyen yönetim kurulları ve organlarında yer almışlardır. Kamu ve özel, yerel, ulusal ve uluslararası medya örgütlerinde sıkça raslanan cinsiyete dayalı klişeleştirme tutumunun ortadan kaldırılmasına ilişkin başarısızlık, medyanın cinsiyete duyarlı olmadığını kanıtlamaktadır.”
Pekin Deklarasyonu’nun medyada kariyer fırsatlarını değerlendirirken göreceli 50:50 fikrinden yola çıkarak medyada kadın mevcudiyetini erkek mevcudiyetiyle eşitlenmesini kastetmektedir. Kadınları da erkeklerle eşit kabul ettiğine göre medyaya faydası dokunan unsur, kadınların varlığıdır. Ekranlarda, broşürlerde ve reklamlarda son zamanlarda kadın sayısının artmış olmasının sundukları medya içeriğiyle alakalı olmadığı fakat sayılarını ve katılımlarını artırmak için olduğu da böylece açıklanmış oluyor.
Bazen bir içeriğin gereksiz yere bir kadın tarafından sunulması önemsiz veya gereksiz olduğunu fark ederiz ama burada söz konusu olan, kadının her konuda erkekle yarıştırılması ve hatta bilerek veya bilmeyerek birçok kadının tereddüt edeceği konuları dahi (özellikle cinselliğe dair içerikleri) sunması gerektiği mentalitesidir. Bu kadınların, kadına karşı her türlü ayrımcılığı veya kadına yönelik şiddeti ortadan kaldırmakla ilgili fikirleri, fikir hürriyeti ve cinsiyet eşitliği gibi konuları yaymak için büyük bir küstahlık ve arsızlıkla sunduklarını görüyoruz. Bundan dolayı medyada kadınlara erkeklerden daha fazla söz hakkı verilmesi veya medyada ayrıcalıklı konumlara getirilmeleri kasten de olabiliyor, yani illaki liyakat sahibi olmalarından değil kadının güçlendirilmesi imajını ve hâkimiyetini pekiştirmek için olabiliyor.
Pekin Deklarasyonu kadınların medya kurum ve merkezlerinde de yer almasına önem vermiştir. Zira buralar medya içeriklerini ve materyallerini kararlaştıran ve kontrol eden mekanizmalardır. Kadınların böylesi hassas ve prestijli mevkilerde yer alması medya içeriklerini feminist düşünce doğrultusunda yönetme ve topluma daha iyi nüfus etme imkânı sağlamaktadır. İletişim sektörünün önemli araçlarından olan siyaset ve bilinçlendirme programlarında yayıncı ve yönetmen olarak kadın sayısı artmış olmasına rağmen, yapım ve karar alma süreçlerinde tam katılım sağlayamadılar. Dolayısıyla medya akımlarına henüz tam tesir edemiyor ve asıl yaymak istedikleri fikirleri ve konuları istedikleri kadar derinlemesine ve istedikleri kadar açık bir şekilde yönetemiyorlar. Pekin Deklarasyonu medya fırsatlarına yetersiz erişim derken ve “kadına karşı her türlü ayrımcılığı yok etmekten” bahsederken bunu kast etmiştir.
Pekin Deklarasyonu’nun Medyada Kadın Meselesini Desteklerken İzlediği Strateji Pekin Deklarasyonu'nda dile getirilen ilk husus; kadınların medya alanında karar alma düzeylerine ulaşması ve medya sahnesinde varlıklarını güçlendirme konusudur. Ülkeden ülkeye kadınların medyada varlıkları değişiklik göstermektedir. Mesela Yemen, Filistin ve Afganistan’da düşük, Körfez ülkelerinde orta ve Mısır, Lübnan veya Tunus’ta diğerlerine nazaran daha ileri seviyede oldukları görülmektedir. Medyada kadın unsuru değiştirilerek materyal ve içeriklerin daha çok kadın odaklı olacak şekilde seçilmesi, nasıl sunulacağı, nasıl yönetilip üretileceği de kadın kontrolüne devredilmek istenmektedir: “Uluslararası düzey dâhil, iletişimde bilgi teknolojisinden ve medyadan daha çok yararlanmaları için kadınları eğitmek; medyadaki kadınların özel ihtiyaçlarını belirlemek için, hükumet dışı kuruluşlar, kadın örgütleri ve mesleki medya örgütleri arasında ağlar oluşturmak ve onlar için bilgilendirme programları geliştirmek ve kadınların insan haklarıyla, erkekle kadın arasındaki eşitliği yaygınlaştırmak amacıyla özellikle uluslararası düzeyde kadınların iletişime daha çok katılmalarını kolaylaştırmak.” (PD, Madde 242) Yakın zamanda yapılmış uluslararası araştırmalar, dinlerin kadını güçlendirme projesi önünde engel teşkil ettiğini tespit etmişler. Bundan dolayı tüm uluslararası sözleşmelerin içeriklerini “İslami bir çerçevede” tartışmaya açmak için İslami kurumları devreye sokma ihtiyacı hâsıl oldu. Bu tavsiye Mart 2005 yılında Pekin+10 konferansından sonra, özellikle doğulu toplumlar için, yapıldı. Yeni medya planında, daha önce bahsettiğimiz sanat ve moda dâhil, artık klişeleşmiş modern kadın rol modellerine yer verilmiyor. Hatta alışık olduğumuz radikal, kaba ve saldırgan feminist imajı da yenilenerek politik, bilimsel ve ekonomik alanlarda daha oturaklı bir feminist modeli sunulmaktadır. Bazı medya programlarında gördüğümüz bu yeni tarz feministler, terbiyeli ve hatta dindar olabiliyor, seçkin bir dil ve kibar bir üslupla cinsiyet meselelerini konuşuyor, kadınların güçlendirilmesinden ve kültür, gelenek ve göreneklerin değiştiğinden bahsediyor!
Öte yandan medyanın son zamanlarda özellikle toplumun dini geleneklerine, kıyafet kurallarına, babanın vesayeti veya mahremsiz yolculuk gibi konularda itirazlarını dile getiren ve kültürel köklerine saldıran asi kızlara yer verdiğini fark ediyoruz. Hatta bu kızlar, programların çoğunu işgal eder hale getirildiler. Bu kızlar; düşük, hatta bazen hiç olmayan zekâlarına, psikolojik ve davranışsal dengesizliklerine, olgunluktan uzak ve algı/idrak sorunu çekmelerine rağmen, ikon ve kahraman gibi sunulmaktadır. Medyada bu tarz karakterlere dikkat çekici boyutta fazla yer verilmektedir.
Dizilerde özgürlük ve güç timsali olarak gösterilen isyankâr ve cüretkâr tavırlı kadınlar, erken evlilik fikrine karşı mücadele eden, evlenmeden de çocuk sahibi olunabileceğini, kürtaj yapılabileceğini, çok evliliğin kötü bir şey olduğunu, kendi kendine yeterlilik ve kendini beğenmişlik fikrini işleyerek maddi açıdan babadan bağımsız olmayı, ekonomik ve entelektüel olarak kocadan bağımsız olmayı ve çocukların başarı önündeki engel olduğunu yansıtılmaktalar. Tüm bunlar dizilerde, filmlerde, TV sabah programlarında bolca işlenirken aynı zamanda eşcinsellik, ensest, evlilik içi tecavüz ve gayrimeşru aile yapıları da ya hafifçe ima edilerek ya da açıkça dile getirilerek yaygınlaştırılmaya çalışılır. Tabiki bu yeterli olmadığı için Batılı toplumların kültürlerini yaymak için yabancı filmler dublajlanır, Batılı kadın imajı ve elde ettikleri yüceltilir!
Ne de olsa, “Medyanın her yerde, kadının ilerlemesine çok daha büyük katkıda bulunma potansiyeli var”! (Pekin Deklarasyonu ve Eylem Platformu Karar Belgesi, Madde 235) Buna dayanarak kadınları güçlendirmede ve kadına yönelik her türlü şiddetin suç olduğunu anlatmada ve cinsiyet eşitliğini yaymada medyanın en önemli araç olduğuna karar verildi. Derken, artık bu terimler ne kadar garip ve yabancı olsalar da Arap toplumlarında dahi yaygınlaşmaya başladı ve medyanın bu terimlerin neyi kast ettiğini, hangi bağlamlarda kullanıldığını açıklama girişimleri meyvelerini vermeye başladı. Nitekim çok kısa bir süre önce Tunus, Pekin Deklarasyonu’nuna koyduğu çekincelerin hepsini kaldırdı. Filistin, Ürdün, Sudan ve başkaları Medeni hukukta değişiklikler yaptılar ve başka değişiklikler için kampanyalar başlattılar ki bunlardan bir tanesi de babanın kızı üzerindeki vesayet hakkını kaldırma kampanyasıdır - kendi ifadeleriyle babalığı silip süpüreceklermiş...
Medya çalışmaları sadece görsel-işitsel yönüyle kısıtlı değildir. Aksine basın hâlâ medyanın büyük bir kısmını elinde tutmaktadır. Bu nedenle, neredeyse her gün kadına yönelik şiddeti kınayan, sürekli ve abartarak küçük yaşta evlilik, çok evlilik, erkeğin kavvamesi, namus cinayetleri hakkında teferruatlı istatistiklerle birlikte ne kadar korkunç olduğunu ve “geri kalmış” İslami hükümlerden kaynaklandıklarını anlatan makaleler ve broşürler basılıp dağıtılıyor. Öte yandan feminist söylentiler tiyatrolarda, radyolarda ve üniversite derslerinde işleniyor ve konuşuluyor, böylece popüler hale getirilip destekleniyor.
Online medyaya gelince... Burası feminist ve anti-feminist düşüncenin birbirine karıştığı bir ortamdır! Bazı feminist düşünce karşıtı Batılı kadınlar, kendilerini ifade edebilecekleri ve feminist düşüncenin toplumun geneline ait olmadığını gösterebilecekleri bir alternatif ortam olarak online medyayı keşfettiler. Ancak ortaya çıkan ürün, birkaç kadının şahsi tecrübelerinin tüm kadınlar için genelleştirilmesinden ibaret ve kadın erkek ilişkilerinin de dünyada herkesin hemfikir olacağı şekilde, ezelden ebede sürecek anlaşmazlık çerçevesinde değerlendirilmesi oldu. Zaten Birleşmiş Milletlerin istediği de bu değil miydi?!
Şer'i Açıdan Kadın ve Medya
İslam düşüncesindeki kadın tasavvaru hiçbir başka ideolojinin görüşüne benzemez, hatta kıyaslanamaz bile. Zira bu yüce Dinin kadına bakışı tamamen kadının yaratıcısıyla ve ahiretiyle olan ilişkisiyle ilgilidir. Müslüman kadın tarafından benimsenen bu akidevi sabit, akıl tarafından kabul gören, insan fıtratına uygun ve kalbi mutmain kılan bir düşüncedir. Bu çerçevede Rabbinin hükümlerine icabet eder ve inandığı ile tatbik ettiği arasında bir uyum vardır. Fikrî ve ruhî olarak bu uyumu bozan her husus, insan aklını, fıtratını ve etrafında olanlarla ilişkisini de bozar! İslam, kadına hakları ve sorumluluğu bakımdan eksiği olmayan, eksiksiz ve zorlama olmaksızın şeriat tarafından belirlenen tercihleri bulunan bir insan olarak bakar. Buna bağlı olarak da ahirette erkek ile arasında herhangi bir fark olmaksızın sevap veya ceza ile onu muhatap kılar! Bundan daha özel olarak İslam’a göre kadın, bir anne, eş ve evin hanımıdır. Bu esasa göre gelen şer’î hükümler dengeli ve düzgün bir şahsiyetin bina edilmesi için insan fıtratıyla da uyumludur. Fıtratla uyumlu olduğu gibi onun gücünü de boşa çıkarmaz, bedenini köleleştirmez ve aklını küçümsemez, tam tersine aklını sabit, istikrarlı, huzurlu ve güvenli hale getirir. Fikrî, ruhî ve davranışsal olarak bu uyumun, eksik, birtakım deneyimlere ve feminist düşünce tarihinde olduğu gibi birtakım çekişmelere dayanan beşerin koyduğu kanunlarla sağlanması mümkün değildir. Zira birtakım bireylerin dengede olmasıyla insani denge kurulamaz. Bu denge ancak herkesi kuşatma gücüne sahip, herkese huzuru ve istikrarı garanti eden bir sistemle mümkündür ki bu da ancak İslam ideolojisidir! Medyayı kadınların konumunu iyileştirme, onlara bakış açısını düzeltme ve haklarını temin etme aracı olarak bir çıkarımda bulunmaya gelince... Bu; kadınların İslam toplumundaki rolüne ve devletin bir organı olan medyaya yanlış ve İslam'dan olmayan bir bakış açısıdır. Ve tamamen Birleşmiş Milletlerin istediği şekilde Batılı kadın mefhumunun İslami ve şer'i kalıplara sokularak yeniden ortaya atılmasıdır!
Böylesi bir çıkarımda bulunmak doğru değildir çünkü İslam’ın hayata dair bakış açısı kendine has ve eşsizdir. Bu bakış açısı fertlere, topluluklara ve devlete görev ve sorumluluklar verirken başkalarının planlarını ve düşüncelerini taklit etmez. Aksine İslam; hayattaki her şeye çözüm üretecek fikir ve metoda sahiptir. Tüm fikirlerin, hükümlerin ve nizamların kaynağı olmaya layık olan İslam’ın kendisidir. Çünkü İslam; insanı, kâinatı ve hayatı yaratmış olan Allah’ın vahyidir. İslam’ın hayata dair sunduğu çözümler sınırlı insan aklının kavrayıp üretebileceği çözümlerin çok üstündedir. İlahi olan bu çözümler en adil ve en mükemmeldir.
Dolayısıyla Birleşmiş Milletlerin projelerine alternatif üretmeye veya Batı’nın yaptığını yapmaya kalkarak, “Batı’da olan bizde de olmalı” mantığı ile hareket ederek kadına medyada görev veremeyiz. Aksine İslam’ın bu konudaki tasavvuru ve standartları farklıdır. Bu yüzden uygulamaları, çözümleri ve planları da farklı olacaktır çünkü bakış açısı ve ölçüleri de farklıdır!
İslam’ın medya siyaseti, medya işlerinin şer’î hükümlerle kayıtlı olması ve buna göre yürütülmesidir. Yani medyanın insanlara ulaştırmış olduğu bilgilerin ve kültürlerin tabiatını İslam sınırlandırır. Bunların nakledilmesindeki kasıtları ve hedefleri, bilginin yayılmasını veya yayılmamasını uygun zamanlara ve uygun medya araçlarına göre İslam belirler. İslam’a göre kadın, toplum içerisinde yaşamakta olan bir fert olup kadına ait işlerin görülüp gözetilmesi, sorunlarının çözülmesi, maddî, fikrî ve ruhî denge içinde rolünün düzenlenmesi şer’î hükümler tarafından gerçekleştirilir.
İslam’da kadın-medya ilişkisi, kadının cinsiyetine tahsis edilmemiş olup medya işleri ve kadına ait işlerin şer’î hükümlerle olan irtibatına bağlıdır. Fikirler, mefhumlar ve medya tarafından kadına yöneltilen bilgiler kendine özgü, eşsiz bir varlık meydana getirmez. Bilakis, kadının toplum içinde insan olma niteliğini, dini, ümmeti ve içerisinde yaşamakta olduğu çevresine karşı haklarını ve görevlerini belirleyen İslam siyaseti bağlamındaki medya siyasetine göre kadının rolü belirlenir. İslam medyasının kadına karşı üstlenmiş olduğu rol, İslam toplumunun her ferdine yönelik üstlendiği rolün aynısı olup kucaklama, irşat, İslami kimliğini kuvvetlendirme, bozuk olan veya ahlakı bozan veya İslam şeriatına muhalif olan her fikre engel olma siyasetidir.
Zira İslam’da medya araçları, insanları bilinçlendiren, hileleri ve tuzakları açığa çıkartan, mefhumları netleştiren ve kamuyu İslam akidesi ve nizamları hakkında genel bir bilinçle bilinçendiren araçlar olacaktır.
Kadına medya ortamında çalışma fırsatının tanınması ise, kadına bırakılmış bir haktır, dilerse burada çalışıp başarılı olabilir, İslam şeriatı tarafından belirlenen ölçüler içerisinde ümmetine fayda sağlayabilir. Ancak bedeninin ve dişiliğinin kullanılması engellendiği gibi şeriat tarafından izin verilen herhangi bir işte çalışmasına engel olan şey de engellenir. Ayın şekilde anne, evin hanımı olarak görevini yerine getirmesine mani olan şeye de mani olunur.
Kadının medyanın da yer aldığı bir istihdamda olması, Pekin belgesinde olduğu gibi gerek olmadığı halde asla çalışan kadın sayısını artırmak için olmayacaktır. Tam tersine Müslüman kadının medyada varlığının belli bir değeri, faydası, tahakkuk ettirdiği bir hedefi vardır. Kesinlikle gereksiz ve zorunlu olmadığı halde görev birikimine boyun eğmeyecektir. Kadına ait herhangi bir işte olduğu gibi kendi yerinde ve kalıbında olacaktır. Kadının iş hayatındaki varlığı, kadın olmadan tamamlanmayan bir gayenin tahakkuku içindir. Çocuklarını ve anneliğini ziyan ederek vaktini geçirdiği bir yer olmayacaktır. Ayrıca çalışması, ailesinden vazgeçmesini ve fıtratını feda etmesini gerektirecek maddi bir zaruret de olmayacaktır. Kadının mali haklarına İslam kefil olmuştur ve devlet, onun zorunlu ihtiyaçlarına ilave olarak lüks ihtiyaçlarını da yapabildiği kadarıyla en üst düzeyde karşılamakla sorumludur. Dolayısıyla İslam’da devletin rolü; “parası olmayanın yaşama hakkı yoktur, ne hali varsa görsün” diyen kapitalist sistemdeki devletin rolünden farklıdır. İslam’da kadın, Allah’ın hayâ ile süslediği, genel hayatta varlığını kıymetli kıldığı, eller üstünde tuttuğu bir varlıktır. Kadın Allah’ın sevgili ve üstün tuttuğu kuludur. Ona fıtratına ve gücüne göre sorumluluklar vermiştir ki bu onun yeteneklerini küçümsemek değildir. Aksine gücünün üstünde olan yükleri üzerinden alıp en güzel şekilde dünyaya öncü olacak nesiller yetiştirmesi için desteklemektir! Kadın bu yüce ve izzetli görevleri yerine getirdiğinde Allah için savaşan mücahitlere verilen sevaba denk sevap alır. Bu kadına verilebilecek en büyük ücret ve mükâfattır. Her türlü insan fiilini maddi kazançla bağdaştırıp, hiçbir ruhi ve insani değere yer vermeyen Pekin Deklarasyonu’nun iddia ettiği gibi ücretsiz bir iş değildir! İslam, kadının Şer’i ölçüler dâhilinde meslek sahibi olmasının önünü de açmış aynı zamanda da maddi haklarının ve ahlaki değerlerin korunmasını da İslam devletinin himayesi altına almıştır. İslam devleti; kadının Ümmete faydalı olurken, çabalarının karşılığını hem dünyada hem ahirette alabilmesini koruma altına almıştır.
Hizb-ut Tahrir bunların Hilafet Devleti altında temin edileceğini hazırlamış olduğu Hilafet Devleti Anayasa Tasarısı’nda göstermiştir:
Madde-11: “Kadında asıl olan anne ve ev hanımı olmasıdır ve o, korunması gereken bir nâmustur.” Madde-119: “Her erkek ve kadın, ahlâkî tehlike içeren veya toplumu ifsâd edici iş yapmaktan men edilir.” Madde-115: “Kadının devlet görevlerine tâyin edilmesi, Ümmet Meclisi üyelerini seçmesi, Ümmet Meclisi'ne üye olması, Halîfe'nin seçilmesine ve Halîfe'ye bey'at verilmesine iştirâk etmesi câizdir.”
Özet - İslami Perspektiften Kadının Güçlendirilmesi Şeriat açısından kadının güçlendirilmesi, Ümmetin güçlendirilmesine bağladır çünkü Ümmet güçlendirilmeden kadının güçlendirilmesi mümkün değildir. İslam’da kadın diniyle güçlendirilir, ideolojisiyle ve haklarını güvence altına alan devletiyle güçlendirilir, Ümmetin servetiyle refaha kavuşturularak güçlendirilir; kendi akidesinin ve hadaratının çerçevesinde ilimle, bilgi ve yaratımcılığı ile öne çıkartılarak güçlendirilir, dininin zaferi ve ihtişamıyla güçlendirilir. İşte İslam kadını böyle güçlendirir ve böylece tüm Ümmeti kalkındırır. İslam’da kadının güçlendirilmesinin sınırlı beşer aklının icat ettiği, kadınla erkeği birbirine düşman eden, erkeğe karşı üstünlük ve bu üstünlük uğruna erkeğe karşı zafer elde etmeye çalışan güçlenmeyle alakası yoktur!
Ümmetin kalkınması, fertlerin kalkınması ile olur ki bu hem fertlerin hem Ümmetin benimsediği fikirle sağlanır. Kalkınmış olan Müslüman kadın, Allah’ın hükümlerini tatbik eden İslami devletin kurulması için siyasi çalışma yapmak suretiyle Ümmetinin kalkınmasından da sorumludur. Ne zamanki Ümmet kalkınır, o zaman kadının hakları ve güçlenmesi doğal bir şekilde gerçekleşir. Zira İslam’da devlet; kadın erkek tüm Müslümanların koruyucusudur, onların siyasi, ekonomik ve içtimai meselelerini gütmekle mükelleftir.
Dolayısıyla, Müslüman kadınının dinine sımsıkı sarılması, Ümmetinin İslam üzere kalkınması ve İslami hayatın yeniden başlaması için Nübüvvet Metodu üzere Raşidi Hilafet’in ikame edilmesi için çalışması gerekir. Müslüman kadın haklarının korunması için uluslararası sözleşmelere zerre kadar muhtaç değildir. Zira insanın kalkınması, el-Azîz ve el-Hakîm olan Allah’ın nezdinden gelen sahih bir fikir ile olur. Onun dışındaki her şey cehennemliktir!
﴿وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُمْ فِي الْأَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ دِينَهُمُ الَّذِي ارْتَضَىٰ لَهُمْ وَلَيُبَدِّلَنَّهُم مِّن بَعْدِ خَوْفِهِمْ أَمْناً يَعْبُدُونَنِي لَا يُشْرِكُونَ بِي شَيْئاً وَمَن كَفَرَ بَعْدَ ذَٰلِكَ فَأُولَٰئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ﴾ “Allah, içinizden, iman edip de salih ameller işleyenlere, kendilerinden önce geçenleri egemen kıldığı gibi onları da yeryüzünde mutlaka egemen kılacağına, onlar için hoşnut ve razı olduğu dinlerini iyice yerleştireceğine, yaşadıkları korkularının ardından kendilerini mutlaka emniyete kavuşturacağına dair vaadde bulunmuştur. Onlar bana kulluk eder ve bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Artık bundan sonra kimler inkâr ederse, işte onlar fasıkların ta kendileridir. Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin, Resûle itaat edin ki size merhamet edilsin.” [Nur 55]




