Bizlere bu zamana kadar tarih kitaplarında okutulanlar ve anlatılanlar bizi kendi şanlı geçmişimizden, kültürümüzden utandıracak ve yüz yıl önce hayatımıza sokulan demokratik sistemin Müslümanların yaşayacağı en iyi sistem olduğunu düşündürecek şekilde yazılmıştır. Cumhuriyetin eğitim sisteminden geçmiş her kişiye empoze edilmeye çalışılmıştır ki “batılılaşmak” ilericiliktir, medeniyettir.
Cumhuriyetin kurucularına göre Osmanlı’da okuma-yazma oranları düşük olduğundan Harf inkılâbı gerekliydi. Çünkü Kur’an harfleri olan elif-banın öğrenilmesi zor ancak Latin harflerinin öğrenilmesi kolaydı. Müslüman kadının başörtüsü, şeriat ve hilafet gibi kavramlar hep gericilik, çağ dışılıktı.
Cumhuriyet tarihine göre Osmanlı Halifesi bir haindi ve Hilâfet’in kaldırılması gerekiyordu. Şeyh Said İngiliz ajanı olduğu, Ankara’daki merkezi otoriteye karşı geldiği, “Halifesiz Müslüman olmaz”, “Mekteplerde dinsizlik ilerliyor”, “Kadınlar çıplaktır” dediği ve Hilafet taraftarı olduğu için bir isyancıydı ve diğer isyancılarla beraber idam edilmesi gerekiyordu.
470 yıl boyunca Hilafet’e başkentlik yapmış, Hilafet’i ve fethi simgeleyen İstanbul yerine Anadolu’nun ortasında bulunan Ankara başkent olmalıydı. Çünkü stratejik olarak oradan yönetim daha kolay olurdu (!)
Osmanlı topraklarının en son 5 milyon kilometrekare iken parçalanıp Türkiye’nin 814 bin kilometrekare ile sınırlandırılması ve sınırlarının işgalci kuvvetlerce çizildiği Lozan Antlaşması bir kayıp değil büyük bir başarıydı.
Cumhuriyet, işte bu saydıklarımız gibi kendi tarihini kendine uygun ancak doğru olmayan biçimde yazmıştır. Yüz yıldır bu Müslüman halk uydurulmuş bir tarih ile kandırılmış, bâtıl fikirlerle kendi öz kimliğine yabancılaştırılmış, bir öğütüm sisteminden geçerek batıya hayran edilmiştir. Ancak ne var ki Batıya öykünerek geldiğimiz nokta içler acısıdır. Yüz yıldır sadece Müslümanlar değil tüm insanlık suya ekmeğe muhtaç olduğundan daha fazla İslâm’ın adaletine ve merhametine muhtaçtır.
Kavmiyetçi fikirlerle Ümmet olarak parçalanmışlığımız, sömürgeci kâfirlere kolay av olmaktan başka bir işe yaramamıştır. Nitekim bir asırdır İslâm coğrafyası ve diğer mazlum coğrafyalar emperyalist avcıların kolayca cirit attığı yerler haline gelmiştir. Onların kanlı elleriyle yazdıkları tarihte -okumasını bilenler için- hep zulüm, katliam ve gözyaşı vardır. Ama yine de onlar “hem suçlu hem güçlü” olduklarından kendilerini aklayacak şekilde tarihi yazdırmışlardır.
Mesela sömürgeci emperyalist İngiltere ve Fransa tarih yazarken yer altı zenginliklerini onlardan çalmak için Afrika’da kaç milyon insan öldürdüklerini yazmazlar. Onları nasıl bir dil asimilasyonuna tabi tuttuklarını da yazmazlar.
Amerika kendi filmlerinde Amerikan askerlerini Irak’ta teröristlere karşı savaşan cesur askerler olarak gösterirken, orada Müslüman kadınlara tecavüz ettiklerini gizler ve petrol kaynaklarına hâkim olmak için kaç milyon masum sivili katlettiklerini göstermez.
Amerika ve Rusya bilim ve teknoloji alanında çok ileridedir. Dünyanın süper güçleridir. Her fırsatta medyada uzay çalışmalarını servis ederler ama diğer yandan dünyayı savaşlarla nasıl kana buladıklarını, Suriye’de kimyasal silahları Müslüman halkın üzerinde nasıl denediklerini, Afganistan’da 20 yılda kaç bin masum Müslümanı katlettiklerini söylemezler.
Sömürgeciler, İslâm tarihinde Müslüman orduların sivil halka dokunmadan yaptığı cihadı kötülerken, sadece İkinci Dünya Savaşı’nda 80 milyondan fazla kişinin öldürülmesinden dolayı kendilerini kötülemezler.
Onlar bilimsel çalışma adı altında sağlık alanında kaç milyon insanın sağlığıyla oynadıklarını yazmazlar. Onlar yeryüzünü her yönden ifsad ederken Rabbimizin haber verdiği gibi **“biz ıslah edicileriz” **derler.
Tarihi çarpıtarak yazanların amacının bir avuç sömürgeci kapitalistin çıkarlarını korumak olduğunu unutmayalım. Bir avuç sömürgecinin çıkarı için kapitalist düzenin kurulduğunu ve bu düzenin devam etmesi için daha önceden Hilafet’i yıktıkları gibi onun yeniden kurulmaması için çalıştıklarını da unutmayalım. İslâm’a dair ne varsa karalamak, İslâmi şahsiyetleri kötü göstermek, Müslüman ümmetin yeniden Hilâfet çatısı altında bir araya gelemeyeceklerine dair algı oluşturmaya çalıştıklarını da unutmayalım.
Kaleme sahip olan güçlüler tarihi yazar. Artık Hilafetle güçlenip sömürgeci kâfirlerin elindeki kalemi alıp kırmanın vakti gelmiştir... Artık Bedir’in aslanları gibi aslanların tarih yazmasının vakti gelmiştir... Artık Raşidî Hilâfet’in yeryüzüne adalet dağıtmasının vakti gelmiştir...
“Onlar ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek istiyorlar. Hâlbuki kâfirler istemeseler de Allah nurunu tamamlayacaktır.” [Saff, 8]