Hizb-ut Tahrir Türkiye Haftalık Değerlendirme Toplantısı - [08 Ekim 2019]
09 Ekim 2019

Hizb-ut Tahrir Türkiye Haftalık Değerlendirme Toplantısı - [08 Ekim 2019]

Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu

Köklü Değişim Medya

Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu Başkanı Mahmut Kar haftalık değerlendirme toplantısını dün akşam gerçekleştirdi.

Gündemin öne çıkan konularına değindiği değerlendirmelerinde Kar; Trump’ın tweetlerinin gölgesinde hazırlanan Barış Pınarı harekâtına, açıklanan ekonomik program ve enflasyon rakamlarına, komünist Çin ile dostluk çerçevesinde çeşitli belediyelerce gerçekleştirilen faaliyetlere ve muhacirlerin, özellikle Suriyeli çocukların maruz kaldığı ırkçı saldırılara değindi.

Hizb-ut Tahrir Türkiye Haftalık Değerlendirme Toplantısı tam metni:

•HAREKÂTIN ÇERÇEVESİNİ TÜRKİYE Mİ YOKSA ABD Mİ ÇİZDİ?

Toplantımıza, Türkiye’nin ana gündem maddesi olan, ABD’nin izni ve Trump’ın tehditleri gölgesinde yapılması planlanan sınır dışı harekât ile başlamak istiyorum. Malum, Cumhurbaşkanı Erdoğan partisinin 29. İstişare Toplantısında “Barış pınarlarının önünü açma vakti yakındır.” diyerek Fırat’ın doğusuna yapılacak harekâtın sinyalini vermişti. İlginç olan ve bir o kadar da komik olan şu ki, Cumhurbaşkanı bu sinyali “bir gece ansızın gelebiliriz” diyerek aylardır zaten veriyordu. Ama o gece bir türlü gelmiyordu. Çünkü Fırat’ın doğusuna yapılacak bir operasyona Türkiye kendi başına karar verecek konumda değil maalesef. Üzücü olan da zaten bu değil mi? Sayısız askerî mühimmat ile desteklediği PYD ya da SDG’den ABD’nin “bir gecede ansızın” vazgeçmesi mümkün mü? ABD on binlerce TIR silah ve mühimmatı; dağılmış, sağa sola kaçışmış IŞİD ile savaşması için vermedi herhalde YPG’ye…

Bölgenin geleceği ile alakalı ABD’nin planlarının olduğu bir gerçek. Dolayısıyla Türkiye, ABD’nin işte bu planları dâhilinde hareket ediyor. Bu planın bir parçası olmaya kendini mecbur hissediyor. ABD başkanı Trump peş peşe attığı Twitter mesajları ile bu durumu özetledi. Trump önce “Kürtler bizimle savaştı ama bunun için para ve ekipman desteği aldılar. Türkiye ile on yıllardır savaşıyorlar.” dedi. Trump “Sonu gelmeyen saçma savaşlardan geri çekilme ve askerlerimizi eve getirmenin vakti geldi” diye de ekledi. Son Twitter mesajında ise “Çizilen çerçeveyi aştığını düşünürsem, Türkiye'nin ekonomisini yerle bir ederim. Daha önce bunu yaptım!” dedi.

Şimdi düşünme ve şu sorulara cevap verme zamanı

1-Trump’ın bahsettiği çerçeve nedir? Harekâtın çerçevesini ABD mi çizmiştir?

2-Türkiye, Fırat’ın doğusuna askerî harekât başlatarak kimin çıkarlarını gözetmektedir: Türkiye’nin mi, ABD’nin mi?

3-Fırat’ın doğusundan Türkiye’ye ne gibi tehditler gelmektedir? Bu tehditler gerçekçi midir yoksa askerî operasyona bir kılıf mıdır?

4-ABD’nin YPG’yi yalnız bırakma senaryosunun asıl amacı Esed rejimiyle anlaşmalarını sağlamak mıdır? Türkiye’nin bu senaryoda yer almasının amacı ve rolü nedir?

5-Fırat Kalkanı ile Halep rejime teslim edilmişti, şimdi bu harekât ile İdlib mi rejime teslim edilecek? Asıl amaç bu mudur?

Öncelikle bilinmesi gereken bir gerçek var o da şudur: Barış Pınarı Harekâtı Türkiye’nin ve Müslümanların menfaatlerini korumak için başlatılacak bir harekât değildir. Biz, ABD’nin Suriye politikalarına hizmet yolunda tek bir damla dahi olsa Müslümanların kanının dökülmesini istemiyoruz. Unutmayın ki dökülen kanların kutsallığı güdülen amaca bağlıdır. Amaç kutsal değilse dökülen kan heder olmuş demektir. Müslüman askerlerin kanı değerlidir. Bu, iç politikada imaj düzeltme aracı olarak kullanılamaz. ABD çıkarlarını gözetmek için hiç kullanılamaz! Bu ordu, Mehmetçiklerden kurulu bir ordudur! Bu ordu, Müslümanların ordusudur! Bu ordu, Muhammed’in ordusudur! Başlarında Kemalist subayların olması bu gerçeği asla değiştirmez. Bu ordu, adına “İsrail” denilen işgalci Yahudi varlığını haritadan silmek ve işgal edilmiş Kudüs’ü yeniden fethetmek için harekete geçmelidir. Bu ordu, mazlum Suriye halkını Esed zaliminden korumak için harekete geçmelidir. Bu ordu, işgal edilmiş beldelerimizi kurtarmak için harekete geçmelidir.

Son olarak, ABD Başkanı Trump’a buradan sesleniyorum: Sakın ama sakın, Müslümanların başındaki yöneticilerin sana şartsız ve koşulsuz itaatine aldanma! Biz biliyoruz ki bu küstah tavırlarının tek sebebi karşında cesaretli yöneticilerin olmayışıdır. Lakin unutma: İstikbal İslâm’ındır. Rüyalarınızda size kâbus olan şey er ya da geç bir gün gerçek olacaktır. İşte o gün geldiğinde ümmetin Halifesi senin küstahlığına cılız kınamalarla değil “Cihad-ı Ekber” ile cevap verecektir. İşte o gün sen Türkiye’nin ekonomisini tehdit eden o dilini korkudan yutmak zorunda kalacaksın, ey Trump!

•AÇIKLANAN ENFLASYON ORANI SANAL BİR ALDATMACADIR!

Türkiye ekonomisinde yaşanan daralma ve piyasalarda oluşan durağanlık her geçen gün derinleşiyor. Bu durumu kâfir Trump bile istismar ediyor, işte görüyorsunuz… İşçisinden memuruna, esnafından emeklisine herkes, bu olumsuz sürecin etkisini yakinen hissediyor. Paranın alım gücü her geçen gün azalırken, yapılan anormal zamlar halkı resmen çileden çıkarıyor. Geçtiğimiz haftaya, Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın “Yeni Ekonomi Programı”nı açıklamasıyla başlamıştık. Bakan Bey, her ne kadar pembe tablolar çizmiş ve umutvari konuşmuşsa da halkın artık içi boş sözleri kabullenmesi hiç de mümkün görünmüyor. Neredeyse her 6 ayda bir yeni yeni ekonomi paketleri açıklanır oldu. Ancak hiçbirinde halkın sıkıntısını giderecek bir ilerleme kaydedilmedi.

Yeni paketlerin açıklanmasının üzerinden 24 saat geçmeden yapılan zamlar ise resmen şaka niteliğinde. Seçimlerden önce “Elektriğe zam olmayacak” denilmişti. Buna rağmen önce 1 Temmuz’da %15, sonra 30 Eylül’de %15 olmak üzere toplamda %30 zam yapıldı. Aynı şekilde son birkaç ay içerisinde doğalgaza, akaryakıta, toplu taşıma ücretlerine ve gıda ürünlerine %15 ile %50 arasında değişen zamlar yapıldı. Neredeyse her gün bir zam haberi duyar olduk.

Elektrik ve doğalgaz zammını diğerlerinden ayıran bir özellik var. Bu iki kalem, üretimde maliyeti oluşturan ana unsurlardır. Yani bu zamlar, doğal olarak diğer tüm ürünlerin fiyatını etkileyecektir. Önümüz kış ve masraflar artacak, harcamalar yükselecek. Zaten birkaç yıldır yaşanan ekonomik daralma halkın belini yeterince bükmüşken, yapılan bu zamlar -en hafif tabirle- halk ile alay etmektir. Bu yetmezmiş gibi bir de yıllık enflasyonu %9,26 olarak açıkladılar. Bu açıklama facia niteliğinde bir açıklamadır. Vatandaş tarafından tepkiyle karşılanan bu oran, gerçekle alakası olamayan sanal bir aldatmacadır. Enflasyon hesaplanırken, çeşitli ürünler bir sepet içerisinde toplanır aylık ve yıllık fiyat değişimleri gözlemlenir ve tüm ürünlerin fiyatı toplanarak ortalama bir rakam bulunur. İşte aldatmaca, tam da buradadır. Bu sepet içine birincil ihtiyaç ürünlerinin yanına sırf ortalamayı düşürmesi için fiyatı sürekli azalan kıymetsiz ürünler de dâhil ediliyor. Sadece birinci derece zaruri ihtiyaçların olduğu bir sepet yapılmış olsa çıkacak enflasyon oranının %35’in altına inmesi mümkün değildir.

Peki, bu sadece halkı aldatmak için mi yapıldı? Hayır!

Hükümet şu an, ekonomik sıkıntıyı çözmek için yabancı yatırımcıyı Türkiye’ye çekerek para kaynağı oluşturmaya çalışıyor. Bu kaynak ile bankaların finansmanlarını güçlendirip halka uygun kredi vermelerini amaçlıyor. Bunun için ise enflasyon ve faiz oranlarının düşük çıkması gerekiyor ki yatırımcıların gözleri boyansın. Yani sistem aldatma üzerine kurulmuş. Neresine bakarsak bakalım, bir hile, bir yolsuzluk, bir hırsızlık, bir aldatma ile karşılaşıyoruz.

Öyleyse soruyoruz; Müslüman halkı bankaların faiz oyunlarına yem eden düzen, bu düzen değil midir? Bankalar kâr rekorları kırarken, halkı her geçen gün fakirleştiren düzen, bu düzen değil midir? Faizin açtığı bütçe deliklerini, zamlar ve vergiler ile halkın sırtına yükleyen nizam, bu nizam değil midir? Evet, işte o nizam, kapitalist nizamın ta kendisidir. Öyleyse yapılması gereken şey, bu fasit nizamı bir an önce terk etmek ve Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın bizim için seçtiği İslâm iktisat nizamına geçmektir. Bu bizim için hem hayırlı olan hem de netice bakımından daha güzel olandır, inşallah…

•İBB'NİN İŞGALCİ ÇİN İLE DOSTLUK AÇILIMI

Geçtiğimiz hafta İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından İstanbul’daki bazı tramvay ve metro istasyonlarına yine bazı tarihî yerlere Çince tabelalar asıldı. Ayrıca önceki hafta Çin Halk Cumhuriyeti’nin kuruluş yıldönümünde Ankara’daki Atakule’den Çince kutlama mesajı yayınlanmıştı. Bu yapılanlara sosyal medyadan tepkiler yağdı ve hatta İstanbul’da duraklara yapıştırılan Çince tabelalar vatandaşlar tarafından söküldü. Yetkililer bu uygulamanın Pekin ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi arasında imzalanan dostluk anlaşması kapsamında yapıldığı ifade ettiler. Soruyorum onlara: işgalci Çin dostunuz ise işgal altındaki Doğu Türkistanlı kardeşlerimiz neyiniz oluyor? Onlar düşmanımız mı? Dostunuz Çin için bunları yapıyorsunuz, peki ya Doğu Türkistanlı Müslüman kardeşlerimiz için de bir şey yapıyor musunuz?

Komünist Çin yönetiminin Müslüman Uygurlara yönelik işgal, asimile ve katliamları uzun yıllardır devam ediyor. Toplama kamplarında tutulan 3 ila 5 milyon arasındaki Müslüman Uygur’a yönelik zulmü görmeyen kalmadı. Örf ve ananeleri unutturulmak istenen ve bunun için ailelerinden alınıp Çinlileştirilen çocukların durumunu sağır sultan bile duydu. Ama maalesef bir İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı İmamoğlu, bir de Cumhurbaşkanı Erdoğan bundan bihaber herhalde… Türkiye’den Çin’e gönderilen ve Müslüman Uygurlara yönelik uygulamaları inceleyecek heyet nasıl bir rapor sundu yetkililere acaba?

Türkiye yöneticileri Uygur halkına yönelik baskı ve tecrit uygulamaları sebebiyle Çin’e cephe almaları gerekirken dostluk programlarına imza atıyorlar. CHP’li İstanbul Büyükşehir Belediyesi Pekin ile dostluk anlaşması imzalıyor, AK Partili Kahramanmaraş ve Pendik Belediyeleri Çin’in bazı şehirleri ile kendilerini “kardeş belediye” ilan ediyorlar. Bunun anlamı, Çin işgalini onaylamaktır. Doğu Türkistan halkının verdiği mücadelede de Çin’in yanında olmaktır. Gerek iktidar gerekse CHP’li ve AK Partili belediyelerin Çin ile girdiği bu ilişki yanlıştır, utanç vericidir ve kardeş Doğu Türkistan halkına ihanettir! Mesele, sadece tabela meselesi de değildir. Asıl mesele, komünist Çin yönetiminin zulüm ve işgalciliğini meşrulaştırmaktır.

Komünist Çin, bu tür girişimler ile kendine uluslararası alanda meşruiyet oluşturuyor. Müslüman Uygurların mücadele alanını daraltıyor ve en önemlisi üç kuruş Çin parasına İslâm beldelerindeki yöneticileri sessizliğe mahkûm ediyor. Böylece Müslüman Uygur halkını daha rahat tutukluyor, hapsediyor, işkence ediyor. İşte Doğu Türkistanlı Müslümanları asıl kahreden bu yöneticilerin sessizliği ve altına imza attıkları ihanet anlaşmalarıdır.

•SURİYELİ DÜŞMANLIĞI VAİL'İ ÖLDÜRDÜ, ABDULLAH'I DÖVDÜRDÜ!

Müslümanları derinden sarsan insan olanları insanlığından utandıran acı ve bir o kadar da bizler için utanç verici iki hadise hakkında da konuşmak istiyorum. Her iki olay da bu topraklarda, Türkiye’de yaşandı. Biri Kocaeli’de, diğeri Mersin’de… Önce acı haber Kocaeli Kartepe’den geldi. 9 yaşındaki bir çocuk, Suriyeli Vail Es Suud, kendisine yöneltilen aşağılayıcı bakışlara, adaletsizliğe, hor görülmeye, baskılara daha fazla dayanamadı. Türkiye’de bu şartlarda yaşamak yerine ölümü tercih etti. Mezarlığa gitti, evden aldığı kemeri boğazına geçirdi, o küçücük bedeni çırpınarak can verdi. Oysa Vail, katil Esed’in zulmünden ailesiyle kaçmış, güvenilir, emin bir toprağa hicret ettiğini düşünmüştü. 9 seneye acı dolu bir yaşam sığdırdı. En sonunda “alın bu dünya sizin olsun bana ahiret yeter” dedi ve çekip gitti. Dün Aylan bebeği koruyamamıştık, derin sularda boğulmuştu; bugün Vail’i koruyamadık, o da mezarlık direğinde boğuldu. Vail’in ailesi korkudan medyaya tek bir kare fotoğraf bile veremedi.

Bu acının şokunu üzerimizden henüz atamamışken Mersin’den bir görüntü yüzümüze tokat gibi çarptı. Mezitli ilçesinde aynı sitede oturan çocuklar arasında küçük çaplı bir tartışma, çocukça bir kavga yaşanmıştı. Kavgaya Nadir Kızılbulut isimli bir adam dâhil oldu. Ve 5 yaşındaki, -yanlış duymadınız; 5 yaşındaki- Abdullah’a öldüresiye bir tokat attı. Abdullah kim mi? O da Suriye asıllı Ürdün vatandaşı bir ailenin küçük oğlu. Tokadın şiddetiyle yere yıkılan Abdullah uzun süre yerden kalkamadı. Saldırgan cani adam durmadı; çocuğun annesini tartakladı ve babasını darp etti. Olay yerine gelen polis saldırgan adamı ve Abdullah’ın ailesini karakola götürdü. Küçücük çocuğa tokat adam cani serbest bırakıldı, Suriyeli aile ise deport edilmekten son anda kurtuldu. Sosyal medyadan Müslümanların tepkisi artınca savcılık itirazı ile tokat atan adam tutuklandı.

Şimdi buradan kamuoyuna soruyorum: o kavgaya karışan çocuk, Ürdün vatandaşı değil de Amerikan vatandaşı bir çocuk olsaydı, o adam, o öfke ve şiddetle Amerikalı çocuğa tokat atabilir miydi? Atamazdı değil mi? Elleri titrerdi, “başıma bir şey gelecek” diye korkardı. Peki, aynı adam karakoldan hiçbir şey yokmuş gibi serbestçe çıkabilir miydi? Yok, hayır! Neden? Çünkü Amerikalı vatandaşları koruyan bir Amerikan devleti var. Trump hemen ekonomimizi alt üst etmekle tehdit eden bir tweet atardı.

İşte siz ey idareciler, ey yöneticiler, bu kadar zavallısınız! Bu topraklarda Müslümanlar sahipsiz, Suriyeli muhacirler sahipsiz… “Gitseler de kurtulsak” diye bakıyorsunuz onlara… Ama Avrupalılar, Amerikalılar karşısında acizlikten, pısırıklıktan, korkaklıktan el pençe divan duruyorsunuz! Size dolar getirsinler diye sahillerimizi onlara tahsis ediyorsunuz; Türkiye’de tatil yapsınlar diye ahlaki sınırları aşan reklam filmleri ve kampanyalar yapıyorsunuz. Suriyeli mülteciler gitsin diye de oluşturulan faşist algıya destek oluyorsunuz.

Kim bilir belki de Türkiye’nin hangi şehrinde, yüzlerce belki binlerce muhacir aynı baskı ve hor görülmeyle karşı karşıya… Haberimiz var mı? Yok! Otobüste, sokakta, mahallede ya da okulda insanlar tarafından horlanan, hakir görülüp aşağılanan, bozuk Türkçeleri ile bize bir şeyler anlatmaya çalıştıklarında kulak asılmayan muhacirlerden haberimiz var mı? Topraksız, yurtsuz kaldılar, aç ve açıkta kaldılar belki hiç üzülmediler ama öyle bir algıya maruz bırakıldık ki onları kahreden, öldüren, üzen de bu oldu. Onları hepten düşman belledik, yaşanan her kötü olayın faturasını onlara kestik. Irkçı siyasiler, asılsız haberler yapan medya, fırsatçı muhalefet, muhalefetin peşinden giden iktidar, ortak bir düşman bellediler. “Suriyeliler gitsin” dediler, Müslümanlar da bu algıya ortak oldular… Nerede bir adli olay varsa “fail Suriyeli” dediler ve Müslümanlar inandı.

Nasıl böyle bir topluma dönüştük? Merhametimizi, insanlığımızı ne ara kaybettik? Müslümanı hor görmek, onu düşmanına teslim etmek bize yakışıyor mu? Çıkarcı, fırsatçı, ahiretini unutmuş, dünyalıktan başka bir şey düşünmeyen, mazlumu ve güçsüzü ezen Batılılara ne ara benzedik. Meksika sınırına duvar ören Trump’ı eleştirdik, Sycos-Picot ile bölünmüş sınırlarımıza kilometrelerce beton duvar döşeyen iktidarı ve yöneticileri alkışladık. “Kapıları açarız” diyerek Müslüman kardeşlerimizi Avrupa’ya karşı bir şantaj aracı olarak kullananlara övgüler dizdik. “Mültecilere 40 milyar dolar harcadık” deyip ekonomik krizin faturasını Suriyelilere kesen iktidarın sözlerine inandık. “Onlar gitmeli, her şeyin sorumlusu Suriyeliler” algısına teslim olduk. Öyle ki bazıları bu algı ile Suriyeli mazlumlara düşman olur hale geldiler; zalim Esed’i dost beller oldular. Her seferinde iktidara “Esed ile görüş” telkininde bulundular. Kapımızda aç kalan kediye acıdık ama Akdeniz’de boğularak can veren körpelere acımadık.

Hani biz kardeştik? Hani bir vücudun azaları gibiydik? Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in şu sözünü hatırlayın:

مَثَلُ الْمُؤْمِنِينَ فِي تَوَادِّهِمْ وَتَرَاحُمِهِمْ وَتَعَاطُفِهِمْ، مَثَلُ الْجَسَدِ إِذَا اشْتَكَى مِنْهُ عُضْوٌ تَدَاعَى لَهُ سَائِرُ الْجَسَدِ بِالسَّهَرِ وَالْحُمَّى

“Mü'minler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar uykusuzluk ve ateşle ona ortak olurlar.”

Kıymetli Müslümanlar, aramızda oluşturulmak istenen düşmanlığa alet olmayın. Medine’deki Ensar gibi muhacir kardeşlerinizi kucaklayın. Biz kardeşiz ve onlar bizim kardeşimiz unutmayın!

Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu