Türkiye ekonomisini tek kelime ile özetleyin desek akla gelen ilk kelime şüphesiz ki, “zam” olurdu. Böyle algılanması da son derece normal. Çünkü Türkiye’de artık zamlar neredeyse günlük ve hatta saatlik olarak uygulanabilmekte.
Hatırlayacağınız üzere; Türkiye ekonomisi, seçimlerden önce birkaç ay süren bir sükûnet dönemi yaşadı. Esasında herkes tarafından malum olan bu süreç, reel bir gösterge olmayıp seçimlere yönelik kasıtlı bir politikadan öte bir şey değildi. Çünkü AK Parti hükümetinin seçimlerdeki en zayıf noktası, ekonomide yaşanan olumsuz durumdu. Bunun kendi bekaları için kötü bir sonuç doğurmasından endişe eden iktidar, süreci tutabildiğince stabil tutmaya çalıştı, tutamadığı konularda ise sosyal medya ve basın gücü ile söylentileri manipüle etti.
Dolayısıyla seçimlerden önce yaşanan sürecin, esasında fırtına öncesi bir sessizlik olduğu toplumun her kesimi tarafından da malum olan bir konu idi. Seçimlerin hemen akabinde yaşanan ekonomik gelişmeler, zamların yağmur gibi gelmesi, katlanan vergiler, artan harçlar bu gerçeği acı bir şekilde ortaya koymuştur. Sürecin sonunda ise vatandaşa yine acı reçeteler, enflasyon ve yeni yeni zamlar reva görüldü. Hem de daha önce eşi, benzeri görülmemiş şekilde.
Bunların başında Katma Değer Vergisi oranlarındaki artış gelmektedir. KDV, ilk olarak 1985 yılında yürürlüğe girmiş olup %10 olarak uygulanmıştır. 90’lı yıllarda ise sırasıyla %12, %15 ve %17’ye yükseltilmiştir. Şu ana kadar uygulanan %18 KDV oranı ise 2001 yılında yürürlüğe girmiş olup bugüne kadar herhangi bir değişiklik yapılmamıştı. Seçimlerin bitmesi ile birlikte KDV oranları %2 oranlarında artırılarak %8 olanlar %10’, %18 uygulananlar ise %20’ye yükseltilmiştir. Bir gece ansızın yapılan bu değişiklik tüm ticari dengeleri alt üst etmiştir. Maliyetlerden tutun, raf fiyatlarına kadar anında yansımaları olmuştur.
Yine diğer bir konu Motorlu Taşıtlar Vergisinde yaşanan sıra dışı bir uygulamadır. Hükümet yine bir gece ansızın aldığı bir karar ile MTV’nin 2. taksitlerini iki katı kadar alacağını açıkladı. Yani bir nevi yıllık bazda %50’lik ara bir zam yapmış oldu. Akla ve mantığa sığmayan bu ara zam yine daha önce benzeri görülmemiş bir uygulamadır. Aynı şekilde Kurumlar Vergisinin %20’den %25’e çıkarılması, harçların artması, ilave vergiler getirilmesi üreticiden, sanayiye, esnaftan tüketiciye tüm herkesin dengelerini derinden sarsmıştır.
Esasında yaşanılan bu süreçte, vatandaşlar için daha da endişe verici olan, bu sürecin ne kadar süreceği, nerede son bulacağı, ne zaman bir sükûnet dönemi olacağı konusunun belirsizliğidir. Herkes zamlara bir şekilde alıştı. Tıpkı babasına fakirliği soran çoğun misali gibi;
Çocuk babasına “Fakirlik ne zaman bitecek?” diye sorar, Babası, “40 gün sonra!” der. _“40 gün sonra zengin mi olacağız baba?” diye tekrar sorar çocuk babasına. Babası ise “Hayır, fakirliğe alışacağız!” cevabını verir.
İşte tam da böyle; halk için zamlar da tam 40 gün sürdü, 40 gün sonra herkes zamlara alıştı. Artık devleti yönetenler zam yaparken en ufak bir endişe, en ufak bir dayanak, en ufak bir gerekçe bile göstermiyorlar. Çünkü karşılarında ne olursa olsun, ne yaşanırsa yaşansın tepkisizleşen, her şeye rıza gösteren, öğretilmiş çaresizlik içinde debelenen bir halk var. Halkı ise bu noktaya soğuk suda yavaş yavaş haşlanan kurbağa gibi sessiz, yavaş ve uzun süren sistematik bir süreç ile getirdiler. Artık halk öyle bir noktaya geldi ki; umutsuz, hareketsiz, tepkisiz… Kısacası, tüm yöneticilerin olmasını isteyeceği bir toplum oluştu.
Özelde son 20 yıl, genelde ise son bir asır Türk toplumu için ekonomi konusu en öncelikli konu olmuştur. Çünkü son yüzyıl enflasyon, kriz, darbe ve seçim atmosferine hapsedilen kısır bir döngüde cereyan etmiştir. Sürekli irili-ufaklı ekonomik krizlerin yaşandığı Türkiye’de vatandaşlar, laik demokratik sistemin dayatmaları ile sürecin hep kaybeden tarafı olmuştur. Her görüşten hükümet kurulmasına, her görüşten yönetici seçilmesine rağmen tüm krizlerin faturaları halka kesilmiş, halka acı reçeteler reva görülmüş, oluşan yükler vergi ve zamlar ile hep halkın sırtına yüklenmiştir.
İşte yakın tarihimize bir bakalım, durum bundan faklı değildir. AK Parti hükümeti ilk zamanlar özelleştirmeler ile finansal kaynak sağlamış ancak son 10 yıldır çok ciddi iç ve dış borçlanmaya gitmiştir. Kimi zaman altın ve altına dayalı kira sertifikaları ile, kimi zaman doğrudan veya dolaylı iç-dış borçlanma ile bütçeye olan borç yükünü artırmıştır. Hatta bir dönem dışardan faizli borç bulabilmek için 110 kişilik özel bir ekip dahi kurmuştur. Hal böyle olunca cari açığı sürekli büyüyen, faiz ödemleri sürekli artan, iç ve dış borcu sürekli katlanan bir Türkiye ortaya çıkmıştır.
Yine aynı şekilde yöneticiler bir taraftan seçim meydanlarında, TV ekranlarında faiz ve faiz lobisine savaş açtıklarını iddia ettiler, diğer taraftan “Kur Korumalı Mevduat Sistemi” adı altında zenginlerin parasını korumak için faizli bir sistem işlettiler. Burada oluşan bütçe açığını da yine halkın sırtına zam ve vergi olarak yüklediler.
Peki, tüm bunlar ve daha fazlasının kararları alınırken yöneticiler sürecin bu noktaya geleceğini bilmiyorlar mıydı? Elbette biliyorlardı. Ancak kimi zaman “Rahip krizi” dediler, kimi zaman “dış güçler” dediler, kimi zaman “TL’ye saldırı” dediler. Her defasında halka yanlış bir sebebi ustalık ile sunup halkı ikna ettiler.
Yaşanan her şeye rağmen, kimi zaman İslami, kimi zaman milliyetçi, kimi zaman da vatancı duygular ile halk kandırılmış, yalan ve mugalatalı fikirler ile demokratik sistemi kabul etmeye zorlanmıştır. Sorunun asıl nedeni laik demokratik sistem ve onun faize dayalı iktisat nizamı iken, “sorun kişilerden kaynaklanıyor” havası oluşturup kişileri değiştirerek halkın güvenini kazanmayı her seferinde başarmışlardır. Bizler, fil terbiyecisi siyah adam-beyaz adam yöntemi ile fillerin kandırıldığını biliyorduk ama halkın kandırıldığını da şahit oluyoruz.
Evet, demokratik sistemin en önemli özelliği, halkı kandıracak yeni yeni yüzler, yeni yeni politikalar üretebiliyor olmasıdır. “Demokrasi de çareler tükenmez!” safsatası da esasında işte bu çözümsüzlüğün dışavurumudur. Zira yüzyılın en büyük yalanıdır, demokrasi… Yalan üzerine kurulmuş, yalanlar ile yürütülen sömürü düzeninin adıdır. Başta iktisat olmak üzere tüm sorunların ana kaynağıdır. Bizler için tek çıkış ve kurtuluş reçetesi, zam modeli ekonomiyi kaldırıp atmak, İslam modeli ekonomiyi hayata geçirmektir.
Bu da ancak ve ancak, İslam’ın bir hayat nizamı olarak yeniden yeryüzüne hâkim olması ile mümkündür.