Bilindiği üzere, Birinci Dünya Savaşı’nda Almanya’nın müttefiki olarak savaşa giren Osmanlı Devleti, fiilî olarak değil hükmen mağlup edilmişti. Mağlup olan ittifak devletlerden hiçbiri itilaf devletleri tarafından işgal edilmedi ve toprakları üzerinde bir operasyon gerçekleşmedi. Ancak Osmanlı Devleti fiilen işgale uğrayıp toprakları itilaf devletleri tarafından bölüşülmeye gidildi. Özellikle payitaht İstanbul’un bulunduğu Anadolu toprakları, birinci dereceden önemli idi ve bütün kâfir itilaf devletlerinin işgaline maruz kaldı. Çünkü başını İngiltere’nin çektiği itilaf devletlerinin amacı da zaten Osmanlı Devleti’ni parçalamaktı. Daha doğru bir ifade ile kâfir Batı’nın asırlardan beri tek amacı, 23 milyon km2’ye hükmeden İslam Devleti’ni temsil eden Osmanlı’nın hakimiyetine son vermekti. Böylece İslam ve Müslümanlara yönelik girişilen mücadelede sona gelinmiş ve Müslümanlara mağlup edilmişti.
Kâfir itilaf devletlerince işgal edilen Anadolu toprakları, doğudan batıya kadar Anadolu’da yaşayan ve birçok milletten oluşan Müslüman halkların, bir bütün olarak direnişi sonucunda işgalden kurtarılmıştı. Tarih kitaplarında “Kurtuluş Savaşı” olarak adlandırılan ve yaklaşık dört yıl süren bu savaşta, Müslümanlar İslam ruhu ile hareket etmiş ve kâfirlere karşı cihat anlayışı ile mücadele etmişti. Çanakkale Şehitliği’nde isim ve memleketleri yazılı mezar taşları halen canlı tanıklardır.
Bu mücadelenin son halkası, Başkumandanlık Meydan Muharebesi veya diğer adı ile Büyük Taarruz olarak bilinen savaş, İngilizlerin güdümündeki Yunanlılara karşı yapıldı. İzmir ve çevresini işgali altında tutan Yunanlılara karşı 26 Ağustos 1922’de taarruz başladı. Tarih 30 Ağustos’u gösterdiğinde Yunanlılar geri çekilmeye başladı ve geçtikleri yerleri tahrip ettiler. Eylül ayı başları itibari ile Yunanlılar Anadolu topraklarından çıktı. Bu savaşta askerlerin samimi mücadelesine ek olarak İngilizlerin bilinçli bir oyunu da sahnedeydi. Çünkü tek başına Yunanlılar daha üstün olmalarına ek olarak İngilizler destek vermiş olsaydı böylesi bir zaferin kazanılması zor olurdu. İngilizler bir yandan savaşa birlikte girdiği Fransa, İtalya ve Yunanlıları diskalifiye ederek Osmanlı bakiyesi üzerinde tek başına söz sahibi olmak istiyordu. Diğer taraftan bu savaşa başkomutan olarak katılan M. Kemal’i parlatmak sureti ile uluslara karşı kendisine muhatap almak istiyordu. Dolayısı ile Yunanlıların çekilmesini bizzat İngiltere istedi.
Tarihin gerçek yüzünü ortaya çıkartmak ve hakikatleri ortaya koymak bir makale ile mümkün değildir. Ancak işin içinde bir hile olsa da ortada görünen bir zafer vardır. Bu zafer ilk olarak 1923 yılında birçok ilde anılarak kutlandı. Daha sonra 30 Ağustos günü, “Zafer Bayramı” olarak 1935 yılından itibaren günümüze kadar resmî olarak ülkenin her biriminde kutlanmaktadır.
30 Ağustos bir zafer midir? Elbette zahiren bir zaferdir ve eğer anılacaksa da ruhuna uygun yâd edilebilir. Ancak bu zafer de Çanakkale ve diğer birçok zafer gibi ruhundan ve amacından saptırılmıştır. Öncelikle bu zaferde, neredeyse başarının tamamı M. Kemal ve Cumhuriyet’in kurucu kadrosuna atfedilmektedir ki o gün de amaçlanan bu idi. İkincisi, bu savaşlarda mücadele edip canını veren, savaşan Müslümanların evlatları, sadece Türkler değildi. Üçüncüsü, cephelerde canını veren Müslümanlar ve cephe gerisinde her türlü desteği veren halk, İslam ruhu ile ve İslam’ın öngördüğü değerler için mücadele etti. Ancak, tarih kitaplarında ve bu zaferin yıldönümü kutlamalarında Cumhuriyet’in kurucu kadrosuna, laik orduya ve Türk milliyetine övgü öne çıkmaktadır. Hatta öyle ki yapılan mücadelenin sadece Türklük ruhu ile Cumhuriyet ve laiklik için yapıldığı vurgulanmaktadır.
Oysa azıcık tarih bilgisine sahip olan herkes, Cumhuriyet’in ilanı ve hatta Hilafet’in kaldırıldığı 1924 yılından önce sadece Anadolu’da yaşayan değil, Müslümanların tamamına yakını cumhuriyet, laiklik, demokrasi, vatancılık ve milliyetçilik gibi Batı kaynaklı fikir ve nizamlara değil, sadece İslam’a icabet ediyorlardı. Hiçbiri bu nizam ve fikirler için mücadele etmedi. Hepsi de milliyetçi duygulardan uzak İslam kardeşliği duygusu ile omuz omuza İslam’ın değerleri için mücadele ettiler.
Yine tarihî kronolojiyi takip edenler şunu görmektedirler: 1922 yılı Ağustos’un sonu ve Eylül’ün başı itibari ile Yunanlılara karşı kazanılan bu zafer esnasında İngilizler halen İstanbul’da idi. İngiltere, İstanbul ve Ankara hükümetini 17 Ekim 1922’de Lozan görüşmelerine davet etti, ancak sadece Ankara hükümeti katıldı. Ankara hükümeti Lozan’a gitmeden 1 Kasım 1922’de sultayı/otoriteyi Halife’den aldığını ilan etti. Birçok tarihçinin de kabul ettiği üzere İngiliz Lord Curzon’un başkanlığında yürütülen Lozan’ın gizli maddeleri içinde Hilafet’in kaldırılması, Halife’nin sürgün edilip bütün mallarına el konulması ve laikliğe dayalı bir yönetimin tesis edilmesi şartları vardı. Böylece 23 milyon km2’lik topraktan vazgeçilip 750 bin km2 üzerinde ve gayri İslamî bir yönetim karşılığında 29 Ekim 1923’de Cumhuriyet ilan edildi ve dört ay sonra da Hilafet kaldırıldı.
Lozan’da alınan ama ilan edilmeyen kararlar doğrultusunda hareket edildi. Halkın ve seçilen milletvekillerin şiddetli muhalefetine rağmen Hilafet kaldırıldı ve inancın yerine Türkçülük, İslam nizamı yerine laik cumhuriyet esas kılındı. Yeni nizamın bekçiliği de orduya verildi. Dolayısı ile İslam adına yapılan mücadele Türklük, Cumhuriyet ve Batı’nın “çağdaş” değerleri için yapıldığı safsatası ile her yıl tekrarlanmaktadır. Müslümanların kanları üzerinde küfri rejimler tesis etmek, zafer değil ihanettir.
Bu tespiti burada yaptıktan sonra günümüze gelip birkaç soru sorarak makalemizi sonlandıralım.
Bu yıl 30 Ağustos kutlamalarında yine “şanlı ordu”, “güçlü ordu” naraları atılacağı muhakkak. Gerçekten iddia edildiği gibi şanlı ve güçlü bir ordudan bahsediyorsak –ki bence de şanlı ve güçlü bir ordudur- bu ordu niye Müslümanların yardımına gitmiyor? Arakan’da dünyanın gözü önünde binlerce Müslüman Budistlerce vahşice katledilirken bu ordu ne yapıyor? Filistin’de, Suriye’de, vs. İslam beldelerinde Müslümanlar katledilirken bu ordu nasıl “peygamber ocağı” olarak yerinde durabiliyor? Orduya mensup askerleri “Mehmetçik” vasfı ile NATO bünyesine nasıl barındırıyorsunuz?
Ben söyleyeyim: ne kadar güçlü olursanız olun ipiniz kâfirlerin elinde olduğu müddetçe “şanlılık” sadece tarihin güzide sayfalarında kalan bir övünç kaynağı olarak durur ve gücünüz, Müslümanların yanında değil de karşısında olur maalesef.