İnsanoğlu aciz bir varlık olması hasebiyle karşılaştığı olayları da ancak sınırlı değerlendirmektedir. Yine meseleleri değerlendirirken; nazarında “olabilecek” ya da “ol(a)mayacak” olanlar şeklinde tasnif eder. Müslümanın şiarı ise olayları ve karşılaştığı vakıaları değerlendirmeye tâbi tutarken Rabbimizin “bak” dediği yerden bakmaktır. Çünkü insanın nazarında olmayacak şeyleri oldurmaya kâdir olan Allah’a iman ediyoruz bizler… Baktığımız zaman bazı şeylerin bizim nazarımızda olması mümkün değildir ama Allah indinde olurluğu/olabilmesi sadece Rabbimizin “ol” demesi kadardır.
Bu birkaç cümlelik girizgâhın ardından asıl anlatmak istediğim konuya gelecek olursak; yer yer sohbetlerimizde, konuşmalarımızda ve kaleme aldığımız yazılarda İslâm ümmetinin durumundan, çözüme dair de Hilâfet Devleti’nden ve onun ikame edilmesinden bahsediyoruz. Malum olduğu üzere nübüvvet metodu üzere Hilâfet Devleti’nin ikamesi müjde-i Rasul’dür. Her ne kadar bu konu müjdelenmiş bir gerçek olsa da “vakıacı bakma” hastalığından kurtulamamış kardeşler, mevcut konjonktürde bunun mümkün olmayacağı savına sahipler. Ne yazık ki “Süper güç devletlerin” onca imkân ve donanımları varken bundan bahsetmenin ütopik olmaktan öteye gitmeyeceğini dillendiren vakıaya teslimiyetçi kardeşlerimiz var… Otoritenin sahibinin ümmet olduğunu ve Hilâfet’in yeniden ikamesinin İslâm ümmetinin hayırlı evlatlarıyla gerçekleşebileceğini söylediğimizde Müslümanların potansiyel zayıflığını dile getirenlerin, İslâm ümmetini küçümseyenlerin varlığı da inkâr edilmez bir hakikattir maalesef…
Bu ümmette hayır var… Bu ümmette Râşidî Hilâfet’i yeniden ikame edecek potansiyel ve arzu var… Bu ümmette bereket de var… Yarın, hor görülen bu ümmet, Allah’ın yardımıyla Hilâfet Devleti’ni kurduğunda, gökyüzünde İslâm’ın sancağını kâfirlere rağmen dalgalandırdığında ve otoritenin sahibi olduğunda “yoksa siz o ümmet misiniz?” sorularını soracak olanlara, ümitsizce sarf edilen bir düzine argümanın sahiplerine Kur’anî bir kıssayı hatırlatmak istiyorum.
Allahu Teâlâ Yusuf Suresi’nde şöyle bir olayı bizlere beyan eder:
قَالُواْ أَإِنَّكَ لَأَنتَ يُوسُفُ قَالَ أَنَاْ يُوسُفُ وَهَذَا أَخِي قَدْ مَنَّ اللّهُ عَلَيْنَا إِنَّهُ مَن يَتَّقِ وَيِصْبِرْ فَإِنَّ اللّهَ لاَ يُضِيعُ أَجْرَ الْمُحْسِنِينَ
“Yoksa sen gerçekten Yusuf musun? diye haykırdılar. O da: Ben Yusuf’um ve bu benim kardeşim. Allah bizi nimetlendirdi/yardım etti. Çünkü kim takva sahibi olur ve sabrederse, o takdirde muhakkak ki Allah muhsinlerin ecrini zayi etmez.”[1]
İbn Abbas ve bazı Sahabelerin görüşlerine göre Yusuf Aleyhi’s Selam’ın kardeşleri O’nu alnındaki bir lekeden tanıdılar ve Yusuf olup olmadığını tespit etmek adına da bu soruyu sordular. Şaşkınlıklarını sordukları soruyla da izhar etmiş oldular aslında bir nevi. Peki, nedeni neydi bu şaşkınlığın? Gerçekten Yusuf olup olmadığından emin olmak için sormuşlardı ama neden sormuşlardı? Çünkü karşılarındaki gerçekten onların tanıdığı ve bildiği Yusuf ise bu onların nazarında mümkün değildi. Evet, mümkün değildi çünkü onların tanıdığı Yusuf dipsiz kuyularda çoktan hayata gözlerini yummuş olmalıydı. Ya da onların tanıdığı Yusuf’un onların bıraktıkları derin kuyudan çıkmasının ne imkânı ne de potansiyeli vardı. Kısacası onların tanıdığı ve bildiği Yusuf hayatta kalmayı başardıysa bile güçsüz, zayıf bir köle olarak yaşıyor olmalıydı. Ama onların zannettiği gibi değildi gerçekler. Gerçeğin ta kendisini Kur’an’ın tabiri izhar ediyordu aslında أَنَاْ يُوسُفُ “ben (sizin istemediğiniz ama bildiğiniz) Yusuf’um…”
Ağabeylerinin yok etmeye çalıştıkları Yusuf hiç hayal dahi etmedikleri makamın ve otoritenin sahibi olmuştu Allah’ın müsaadesiyle… Şimdi gelelim asıl benim temas etmek istediğim noktaya. Girizgâhta da ifade ettiğim gibi yer yer Hilâfet’in ikamesinden bahsettiğimiz zaman karşılaştığımız en güçlü argümanlardan bir tanesi de “Bu ümmetten hayır gelmez, bu ümmetle bir yere varılmaz!” savıdır.
Ama biz ne buna ne de buna benzer söylemlere kulak asmadık asmayacağız da Allah’ın inayetiyle. Neden? Çünkü hayat rehberimiz efendimiz Hz. Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem de zamanında gönderiliş gayesinin İslâm’ı bütün yeryüzüne hâkim kılmak olduğunu dillendirdiğinde müşrikler tarafından alaya alınmış, küçümsenmişti. Rasulullah ve Ashabının tüm dünyayı değiştirmeye yönelik azim ve kararlılıkları alaya alınıyor, Onlar buna ehil olarak görülmüyorlardı. Efendimizin dayısının oğlu Esved’in, Ashabı gördüğünde gülerek sarf ettiği şu alay dolu söz, bu yaklaşımı yansıtıyor: “Kisrâ ve Kayser’in ülkelerine vâris olacak meliklere bakın!”
Asrımızda da Müslümanları hep aşağılayan, onları hep yönetilmeye mahkûm varlıklar olarak gören Batı dünyasının Müslümanları aşağılayıcı fikirlerinin tesirinden kurtulamamış Batı hayranı Müslümanlar benzer alaycı ithamlarda bulunmaya devam ediyorlar.
Onlar ne kadar alay ederlerse etsinler, küçümserlerse küçümsesinler Allah, dün Rasulüne vaadini ikmal ettiği gibi bizler için de beklenen nurunu tamamlayacak ve İslâm yeryüzüne hâkim olacaktır. Bu kutlu vazifeyi ise alay konusu olan ve potansiyel olarak ehil görülmeyen ümmet-i Muhammedin hayırlı evlatları yapacaktır.
Müjdelenen Râşidî Hilâfet kurulduğunda İslâm ümmetiyle alay edenler aynı soruyu istemsizce de olsa soracaklardır. “Siz yoksa o ümmet misiniz? biz de gururla, vakarla diyeceğiz ki; Evet.
- Biz, karanlıklar içerisinde boğulmaya terk edilen, derin kuyularda ölüme mahkûm edilen ama Allah’ın lütfu ve keremiyle o karanlık kuyudan çıkan asrımızın Yusuf’larıyız.
- Biz, zamanında kâfirlerin bütün güçleriyle saldırıp yok etmeye çalıştığı o ümmetiz.
- Biz, bunlardan bir şey olmaz diye alay konusu olan o ümmetiz.
- Biz, vaktiyle kâfirlerin aç kurtlar gibi üzerimize üşüştükleri ve paramparça etmeye çalıştıkları o ümmetiz.
- Biz, düştüğü yerden bir daha asla kalkamaz dedikleri o ümmetiz.
- Biz, bir şeye benzetemedikleri garipleriz.
- Biz, “Bunlar mı Hilâfet’i kuracaklar?” diye alaya alınan o ümmetiz, o kimseleriz…
Evet, Hilâfet Devleti kerih görücülere rağmen Allah’ın izniyle ikame edilecektir. Müjdelenen Hilâfet, şimdi alaya alınan ve ehil görülmeyen İslâm ümmetinin hayırlı evlatlarının eliyle yakın bir gelecekte yeniden hayat sahnesinde yerini alacaktır ve bu hayırlı zaferlerin hayırlı öncüleri bugün potansiyeli sorgulanan Müslümanlar olacaktır.
Müjdelenen zaferlerin emekçilerinden ve emektarlarından olmak istiyorsak, “yoksa siz o ümmet misiniz?” sorularına “evet biz o alaya aldığınız, potansiyelini hakir gördüğünüz ümmetiz” diyebilmek için ayetin öngördüğü hususları yerine getirmek icap etmektedir. Ki onlar; takvalı olmak/ Allah’ın emir ve yasakları doğrultusunda hayat idame etmek ve sabretmektir. Allah’ın razı olduğu istikametten hiç ayrılmazsak, emrettiği hususları yerine getirir, nehyettiklerinden sakınırsak ve karşılaştığımız bütün zorluklara rağmen sabredersek asrımızın Yusufları da bizler olacağız.
Uyandığı uykudan asla uyanamaz dedikleri İslâm ümmetinin hayırlı evlatları her şeye rağmen uykusundan uyanacak ve Allah’ın nusretiyle Hilâfet Devleti’ni ikame edecektir. Yaşadığımız zamanın Yusuf’u olabilmek için ihtiyacımız olan cehd, kararlılık ve sabır içerisinde bulunduğumuz Ramazan ayının bereketinde ve hayrında saklıdır. Öyleyse bu mübarek ayda Hilâfet Devleti’nin ikamesi için gayretlerimizi biraz daha artırmalıyız.
Çünkü bugün Müslümanların potansiyelini hakir görenlere ve Hilâfet davamızla alay edenlere verilebilecek en güzel cevap kuşkusuz Hilâfet Devleti’nin hayat sahnesine geri dönmesi olacaktır.
Ve Hilâfet Devleti için çalışanları alaya alanlara verecek cevabımız: Evet biz olmaz dediğiniz o ümmetiz, devletimiz de ütopya olarak gördüğünüz Râşidî Hilâfet Devleti’dir. Allah bizlere o günlerin Yusufları olmayı nasip etsin…
[1] Yusuf Suresi 90