Tarihî hadiseleri iyi okumak ve anlamak, günümüz sorunlarını çözebilmek için oldukça önemli. Bir de bu tarihî hadise Rasulullah’ın güzide sahabelerine hatta raşid halifeler dönemine denk geliyorsa önemi daha da artmış oluyor.
Yermük Savaşı’nın gerçekleştiği dönemde yani Hicri 12 (Miladi 636) yılında o günün dünyasında varlığını pekiştirmiş olan iki süper güç bulunmaktaydı. Biri 395 yılında kurulan Bizans İmparatorluğu (Doğu Roma İmparatorluğu) diğeri ise Yermük Savaşı’ndan bir kaç yıl önce yani 632 yılında müslümanların başarılı savaş taktiği ve güçlü imanları ile son bulan Sasani İmparatorluğudur. Yeni kurulmuş olan ve yok denilecek kadar savaş tecrübesi olan ilk İslâm Devleti’nin ilk halifesi olan Ebu Bekir RadiyAllahu, Anh Rasulullah’ın vefatından sonra çıkan iç kargaşaları hiç tereddüt etmeden Allah’a tevekkül ederek bertaraf ediyor, ardından ise hiç vakit kaybetmeden ilk önce Sasani İmparatorluğu’nun merkezi olan Irak’ın fetih hareketini başlatıyor ve sonrasında Bizans İmparatorluğu’nun güney kısmı olan Şam bölgesine fetih hareketi için emir veriyordu. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem, ardından gelen sahabe ve sonraki Müslümanların bu fetih hareketleri gösteriyor ki; İslâm Devleti’nin en asli görevlerinden biri de cihat yolu ile İslâm’ı tüm dünyaya yaymaktır. Nitekim bu hakikat bugün için de geçerlidir ve kurulacak olan ikinci Râşidî Hilâfet Devleti’nin üç görevinden biri cihat yolu ile İslâm’ı cihana taşımak olacaktır.
Hakkında konuşuyor veya yazıyor olduğumuz bu tarihî hadiseler aslında birçok açıdan ibret vericidir ve günümüz açısından oldukça önemli hakikatleri içermektedir. En önemli hakikat; Müslümanların, Kur’an ve Sünnete sarıldıkları sürece ne kadar güçlü, bunlardan uzaklaştığında da ne kadar zelil olduğmuzu görebilmekteğiz. Bu minvalde Ömer RadiyAllahu Anh’ın şu sözü ne kadar da isabetli değil mi: “Biz ne zaman izzeti İslâm dışında aradıysak zillete duçar olduk, ne zaman İslâm’da aradıysak izzete nail olduk.” “Günümüzün şartları değişti, teknolojik imkânlar özellikle harp teknolojisi açısından tutarlığı olmaz” diyenlere, Irak ve Afganistan örneklerini hatırlatmak ve bu hatırlatmayı yaparken de bu iki ülkenin sadece birer İslâm beldesi olduğunun altını çizmek isterim.
İslâm Devleti’nin hiç kuşkusuz en meşhur komutanlarından biri Halid bin Velid’dir. Başkomutan Halid bin Velid’in göstermiş olduğu üstün cesaret örneği, kendinden sonra gelen birçok komutana örnek olmuştur. Ancak Halid bin Velid’i o üstün mertebeye çıkartan şeyin, sadece üstün zekâsı veya savaşlardaki stratejik başarısı olup olmadığına bir bakmak gerekir. Öyle ki insanlar arasında da “zaferlerin Halid bin Velid’in kendinden/deha ve azminden kaynaklı olduğuna” dair bir vehim oluşmaya bile başlamıştı. Bu durumun tehlikesini gören Ömer RadiyAllahu Anh fetihlerin/zaferlerin Halid RadiyAllahu Anh’a has bir durum olmadığını çok iyi bildiğinden ve halktaki yanlış anlayışın önünü almak için; onu 638 yılında başkomutanlıktan azletmiş ve Müslümanlara, zaferleri bahşedenin Allah olduğunu, galibiyetin de mağlubiyetin de Allah’tan geldiğini yeniden hatırlatmıştır. İşte toplumda oluşmaya başlayan çarpık dinî anlayış, zaferlerin Allah’tan değil de Halid’den geldiğine duyulan inanç Ömer’in Halid’i başkomutanlıktan azletmesinin en önemli sebebidir.
Yapılan bu hatırlatmadan sonra Yermük Savaşı’na, gösterilen üstün başarıya ve günümüz için alınması gereken ibretlik hadiselere gelelim…
Yermük Savaşına katılan Müslümanların ordusunun sayısı ile Bizans ordusunun sayısı ile alakalı farklı rivayetler olsa da en yakın rakamın 30-40 bine (Müslüman) karşı 150-250 bin (Bizans) olduğu kanaati yaygındır. Savaşın yapılışı, izlenen strateji, zamanlaması vs. hakkında birçok şey söylenebilir lakin fazla bilinmeyen ve izzetin ne anlama geldiğini göstermek adına bir anekdot paylaşmayı önemli addediyorum. Zira bu savaşta; Bizans komutanı George (Cerece), ordular karşı karşıya geldiklerinde ordusunun safından ileri çıkarak Müslümanların komutanı Halid bin Velid’i mübarezeye davet eder ve yapılan birkaç dakikalık konuşma sonrasında George Müslüman olur. Sadece 6 saat sonra da şehit olarak vefat eder. İslâm tarihi kaynaklarında bu hadise şu şekilde aktarılmaktadır:
“‘Yâ Halid, bana doğruyu söyle ve yalan söyleme! Çünkü hür olan yalan söylemez. Bana oyun oynamaya da kalkma, çünkü asil olanlar, Allah rızası için konuşmak isteyene oyun yapmazlar. Allah’ın sizin Peygamber’e gökten bir kılıç indirdiği ve Peygamber’in de onu sana verdiği ve o kılıcı üzerlerine çekip savaştığın her kavmi mağlup ettiğin doğru mu?’Halid, ‘Hayır!’ dedi. George tekrar sordu:
‘O hâlde, niçin ‘Seyfullah (Allah’ın kılıcı)’ diye adlandırıldın?’ Halid şu cevabı verdi:
‘Allahu Teâlâ bize peygamberini gönderdi. O bizi İslâm’a davet etti. Biz ise, ondan nefret edip ondan uzaklaştık. Sonra bir kısmımız ona inanıp tabi oldu; bir kısmımız da onu yalanlayıp uzaklaştı. Ben, onu yalanlayıp ondan uzaklaşan ve onunla savaşanlar arasındaydım. Daha sonra Allah kalplerimize hidayet verdi ve ona inandık. O zaman bana, ‘Sen, Allah’a başka güçleri ortak koşanlar -yâni O’na inandıklarını söyledikleri hâlde O’nun kanunlarına değil, kendi yaptıkları kanunlara tabi olanlar- üzerine çekilmiş olan Allah kılıçlarından bir kılıçsın!’ dedi ve muvaffak olmam için dua etti. Böylece bana ‘Seyfullah’ dendi. Ve ben, Allah’ın yanında başka güçler tanıyan, onlara tabi olanlara karşı en şiddetli savaşan Müslümanlardan biriyim.’ George:
‘Doğru söylüyorsun.’ dedi ve devam etti:
‘Yâ Halid, beni neye davet ediyorsun?’ Halid şöyle dedi:
‘Allah dışında, itaat edilecek hiç bir ilâh tanımamaya; Muhammed’in, O’nun hem kulu, hem de peygamberi olduğuna inanmaya ve bunu herkese karşı açıkça ilan edip şehadet etmeye; Peygamber vasıtasıyla Allah’tan gelen kanunları ikrar edip uymaya!’ George şöyle sordu:
‘Peki bu dediklerini kabul etmeyenlere ne yaparsınız?’ Halid şu cevabı verdi:
‘Teslim olurlarsa, onlardan cizye alır, inançlarına karışmayız ve İslâm Devleti’ne tabi olurlar.’ George devam etti:
‘Cizye vermezlerse?’ Halid şöyle dedi:
‘Onlara savaş açacağımızı söyler ve onlarla savaşırız!’ George tekrar sordu:
‘Bugün dininizi kabul edip size katılanların Allah katında mevkii ne olur?’ Halid şu cevabı verdi:
‘Allah’ın bize farz kıldığı gibi, mevkii bizimkiyle aynı olur. Güçlü olanımız, zayıf olanımız; önce Müslüman olanımız; sonra Müslüman olanımız, hepimizin mevkii birdir.’ George yine sordu:
‘Ya Halid, ‘bugün sizin dininize girenin sevabı ile sizinki aynıdır’, demek mi istiyorsun?’ Halid:
‘Evet, hatta bizden de üstündür!’ George:
‘Nasıl sizinle bir olur ki, siz ondan önce Müslüman oldunuz?’ Halid:
‘Biz bu dine girip Peygamberimiz SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e biat ettiğimizde, o aramızda yaşıyordu. Ona Allah’tan haberler geliyor, o da bize tebliğ ediyordu. Bize öyle deliller gösteriyordu ki, bizim gördüklerimizi görenlerin, duyduklarımızı duyanların Müslüman olup biat etmeleri tabii bir şeydi. Size gelince; siz bizim gördüklerimizi görmediniz, duyduklarımızı duymadınız ve onda müşahede ettiğimiz harikalara şahit olmadınız. Onun için, aranızdan, kim samimi bir niyet ve ihlâsla dinimize girse, o bizden üstün olur!’ George şöyle dedi:
‘Billâhi bana doğru söyledin, yalan söylemedin ve beni kendi fikrine çekmek için bir şey söylemedin.’ Halid:
‘Billâhi sana doğru söyledim. Benim, ne senden ve ne de sizden olan hiçbir kimseden korkum yok! Sana söylediklerimin doğru olduğuna da Allah kefildir.’ Bunun üzerine George, ‘doğru söyledin’ dedikten sonra, kalkanını ters çevirdi ve Halid’e yaklaşarak, ‘bana İslâm’ı öğret’ dedi ve Müslüman oldu.’[1]
Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in şu sözü, Komutan George’un hayatı ile ne kadar da örtüşüyor: “Az iş yaptı çok şey kazandı.”
İşte bu hadise, günümüz –sözde- Müslüman olan güç ehline (komutanlara, liderlere) ibretlik hadise olarak yeter de artar bile. Yine akleden, dünyanın gelip geçici olduğunu anlayan samimi bireyler için de fazlası ile yeterlidir. Düşünebiliyor musunuz; siz dönemin süper gücünün etkili, itibarlı bir komutanısınız ve karşınızda; -tabiri caizse- daha dün kurulmuş bir devletin komutanı… Daha bir kaç yıl öncesine kadar kendilerini “çöl fareleri” olarak nitelediğiniz insanlar şimdi çıkmışlar karşınıza müthiş bir cesaret ve samimiyet örneği sergiliyorlar?
Aslında bu soruyu tersinden günümüzün liderlerine, özellikle kendilerini Müslüman olarak adlandıran liderlere sormak lazım! Siz Batı’nın uşaklığını yaparak kaç gün, kaç yıl yaşayabileceğinizi zannediyorsunuz? Siz sömürgeci kâfirlerin üzerinizde tahakküm kurmasına izin vererek hangi izzet ve şerefe nail olacağınızı zannediyorsunuz? VAllahi, sizlerin bu korkak ve uyuşuk tavrı, tarih boyunca unutulmayacak! Sizlere sunulan imkân ve fırsatların haddi hesabı yok. Hiç mi akletmiyor, hiç mi Batı’nın uşaklığını yapan Saddam Hüseyin veya Kaddafi’nin zelil ölümlerinden ders çıkartmıyorsunuz? Siz isteseniz de, istemeseniz de Allah’ın vaat etmiş olduğu o şanlı gün gelecek… Keşke o gün gelmeden ölü uykunuzdan uyanabilmiş olsanız ve o üstün davranış örneği gösteren Bizans komutanı George misali, tarihe isminizi altın harflerle yazdırabilseniz.
[1] Taberi