Emperyalist emeller taşıyan ve sağlam temellerden yoksun olan devletlerin en büyük ihtiyacı her zaman için “düşman” olmuştur. Siyasi hedeflerini/hegemonyasını, ekonomik sömürülerini ve askerî atraksiyonlarını hayata geçirmeye çalışan devletler için “meşruiyet sağlama aracı” olarak “düşman”ın varlığı kaçınılmazdır. ABD, Sovyetlerin yıkılıp komünizmin kendisi için düşman olma faktörü ortadan kalkınca ABD için yeni bir düşman ihtiyacı doğdu. O zamanlar Müttefik Kuvvetler Yüksek Komutanı Orgeneral John Galvin şöyle demişti:
“Soğuk savaştan galip çıktık. 70 senelik yanıltıdan sonra 1300 senelik asıl sorun oluşturan hususa gelelim: Bu, İslâm ile olan mücadelemizdir.”
1995 yılında NATO Genel Sekreteri Willy Claes ise Independent gazetesine verdiği demeçte yeni tehlike için şunu demişti: “Köktendincilik Komünizmden daha tehlikeli, lütfen bu tehlikeyi küçümsemeyin.”
Böylelikle Batı dünyasının hedef tahtasına İslâm/Müslümanlar yerleştirildi. Savaş konsepti “Haçlı ordusu” misyonu esas alınarak yeniden dizayn edildi. Artık düşmanın kod adı; “kızıl tehlike” değil “yeşil tehlike”dir.
Düşman belirlendikten sonra geriye kalan ise bunu halklarına kabullendirmek idi. 11 Eylül 2001’de ABD’nin kalbi olan ikiz kulelere yapılan saldırı sonrası bu da gerçekleşmişti. “İslâmofobia (İslâm korkusu)” olabildiğince pompalanarak İslâm, “kendisine karşı savaşılması gereken bir ideoloji”, Müslümanlar ise yok edilmesi gereken “terörist” olarak addedildi. Bu korkunun kökenleri geçmişe dayansa da sistematik hâle getirilmesi gerekiyordu. “Fundemantalizm, terörle mücadele” adı altında İslâm’a karşı küresel bir savaş kararı alındı. “İnsan hakları, demokrasi ve dünya barışı” adına kirli bir savaş verildi. Ülkeler işgal edildi, milyonlar katledildi, sayısız işkencelere imza atıldı. BM Güvenlik Konseyi olan üye ülkelerin güvenliği ve çıkarları için ülkeler dizayn edilmeye çalışıldı. Bir toplumun ne kadar demokratik olduğu “Amerikan İmparatorluğu”na gösterdiği sadakat ve itaat seviyesine göre takdir edilerek hizaya çekilmeye çalışıldı, çalışılıyor.
İslâm’ı kendinden korkulması ve kaçınılması gereken bir din olarak lanse etmeye çalışan batı dünyası, İslâm’a ve İslâm’ın değerlerine karşı açtığı savaş neticesinde yer yer Peygamberi karikatürize etmekte, yer yer camilere saldırı düzenlemekte, yer yer Kur’an-ı Kerim’i yırtma girişimlerinde bulunarak İslâmofobik algıları üst perdeden görünür kılmak istemektedir. Batı’nın İslâm’a karşı bu nefret dolu yaklaşımını anlıyoruz. Allahu Teâlâ Âl-i İmran 118’de şöyle buyurmaktadır:
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا بِطَانَةً مِنْ دُونِكُمْ لَا يَأْلُونَكُمْ خَبَالاًۜ وَدُّوا مَا عَنِتُّمْۚ قَدْ بَدَتِ الْبَغْضَٓاءُ مِنْ اَفْوَاهِهِمْۚ وَمَا تُخْف۪ي صُدُورُهُمْ اَكْـبَرُۜ قَدْ بَيَّنَّا لَكُمُ الْاٰيَاتِ اِنْ كُنْتُمْ تَعْقِلُونَ
“Ey iman edenler! Kendi dışınızdakileri sırdaş edinmeyin. Çünkü onlar size fenalık etmekten asla geri durmazlar, hep sıkıntıya düşmenizi isterler. Gerçekten, kin ve düşmanlıkları ağızlarından (dökülen sözlerinden) belli olmaktadır. Kalplerinde sakladıkları (düşmanlıkları) ise daha büyüktür. Eğer düşünüp anlıyorsanız, ayetlerimizi size açıklamış bulunuyoruz.”
Hâl bu iken İslâm beldelerindeki yöneticilerin kimi zaman çıkıp Batı’daki Müslüman düşmanlığına karşı ve İslâmofobik eğilimlerden dolayı Batılı devletleri eleştirdiklerini ve böylece sözüm ona Müslümanları koruyan bir lider ve ülke oldukları havası estirmektedirler. Tabiri caizse sırçadan köşkte oturup komşusunun evine taş atan konumundadırlar. Çünkü başında bulundukları rejimin misyonu ve kendilerinin yaptıkları icraatlar ile “yerli İslâmofobia” var etmişlerdir.
Geriye dönüp baktığımızda “tek parti diktasında” İslâm’a dair ne varsa reddedilerek İslâm’ın şiarlarına karşı topyekûn bir savaş açıldığını görmekteyiz. İslâm bir umacı olarak lanse edilerek terakkiye mani olan bir din olduğu varsayımı ile yok edilmeye çalışılmıştır. Ezanlar yasaklanmış, Kur’an öğrenmek büyük bir suç kabul edilmiş, alfabe tağyir edilmiş, sarığını indirip Frenk şapkası takmayan ulemalar darağaçlarında sallandırılmıştır.
İslâmofobia pompalanarak ordu “gerici unsurlara” karşı hep teyakkuz hâlinde tutulmuştur. Gümüş yüzük takmak, namaz kılmak, eşinin, annesinin başörtülü olması ordudan atılması için yeterli bir sebep olarak görülmüştür. Histeriye tutulmuş gibi yıllarca “irtica ile mücadele” adı altında İslâm düşmanlığı yapılmıştır.
Kudüs gecesi düzenlemek tankların yürütülmesi için yeterli olmuştur. Dinin devlete müdahil olma ihtimali dahi devletin ceberut yüzünü göstermesi için yeterli olmuştur.
Kamusal alanda başörtüsü yasaklanarak “cadı avı” yapılarak Allah’ın bir emrini/tesettürü yerini getirmek isteyen müminelere hayat dar edildi.
Kurban Bayramı’nda kurban eti dağıtmak, dergi çıkarmak, İslâmi sohbet yapmak terör faaliyeti sayıldı.
İslâm’ın küfür kabul ettiği rejimin şirk ritüellerine katılmayı reddetmek, Mustafa Kemal ilah değildir, demek büyük suç kabul edildi.
İslâm’ın yönetim nizamı olan Hilafeti şiddete başvurmadan fikri ve siyasi yoldan istemeye ve onun uğrunda çalışmaya onlarca yıl hapis cezası verildi.
Rejimin günah galerisi bu makalenin boyutunu aşacak düzeyde çeşitli ve fazla. Daha geçen hafta İslâm’ın bayrağı olan Kelime-i Tevhid bayrağını paylaşmasından dolayı bir memur hakkında soruşturma açıldı.
Diğer İslâm beldelerinde de durum çok farklı değil hatta batıdan daha ağır bir şekilde İslâmofobik eğilimler gösterilerek histerik bir halde Müslümanları sindirme, en küçük bir kıvılcımı yok etme dürtüsüyle hareket ediyorlar. Hatta o beldelerdeki Müslümanlar öldürülmemek ve daha fazla işkence görmemek için “İslâmofobia”nın ana merkezi olan batılı devletlere iltica etmek zorunda kalıyorlar.
Evet, Batı İslâm’ı ötekileştirerek şeytanlaştırma/nefret ettirme politikasını uyguladı. Fakat İslâm beldelerinde Müslümanlara karşı yürütülen politikalara bakıldığında -iktidarda kim olursa olsun- İslâmofobik eğilimlerin batıdan aşağı kalır bir yönünün olmadığını görüyoruz. Yerli İslâmofabia politikalarından ötürü İslâm’ın hukuki yönünü ifade eden “şeriat” kavramı Allah’ın buyrukları iken topluma kendisine savaş açılması gereken ve bütün olumsuzlukları kendi üzerinde toplayan bir unsur olarak algılatıldı. “Cihat” kavramı da İslâmofobik yaklaşımlardan ötürü kerih görülen bir kavram haline getirildi.
Batı’nın çirkin yüzünü, İslâm düşmanlığını görelim, karşı çıkalım, eleştirelim; fakat eleştirdiğimiz batının kirli fikirlerine(laiklik, demokrasi vb.) de karşı duralım. Bir yandan batının İslâmofobik politikalarını eleştirip öte yandan onların batıl fikir ve düzenlerinin savunucusu olmak, üstelik onları dost ve müttefik kabul etmek en basit tabirle ikiyüzlülüktür.
“Sen onların dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hıristiyanlar da senden asla memnun kalmayacaklardır. De ki: “Asıl doğru yol ancak Allah’ın yoludur.” Eğer sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyarsan, bilesin ki artık Allah sana ne dost ne de yardımcı olacaktır.” [Bakara 120]