Toplumsal çürüme ve yozlaşma öyle bir noktaya geldi ki, bir olaydan dolayı yaşamış olduğumuz dehşet ve şaşkınlığın yerini bir sonraki olayda daha büyüğü alıyor. Neredeyse hemen her hafta yaşadığımız yeni bir olay, anında bir öncekini unutturuyor ve gündem bir anda bir sonraki olaya kadar bambaşka bir meseleye kilitleniyor. Daha dün Narin kızımızın katledilmesi üzerinden çocuklarımızın ve gençliğin içine düştükleri girdaptan bahsediyorken, şimdi yeni doğmuş bebeklerin hayatları üzerinden rant devşiren, üstelik mensupları sağlık çalışanları olan büyük bir organize örgütten bahsediyoruz.
İstanbul’da, İçlerinde 112 Acil Servis çalışanlarının da bulunduğu, doktor, hemşire ve diğer sağlık çalışanlarından müteşekkil bir çetenin, yeni doğan bebekleri anlaştıkları özel hastanelerin yoğun bakım servislerine günlüğü 8 bin lira karşılığında sevk etmeleri ile oluşan bir vahşetten bahsediyoruz. Vahşet diyoruz çünkü bebekler ihtiyacı olsun olmasın aileler kandırılarak bu hastanelere sevk edildiler ve para uğruna günlerce buralarda tutuldular. Bu bebeklerin yeterli bakımları yapılmadığı gibi, onlar için devletten aldıkları veya ailelere aldırdıkları ilaçları ve medikal ürünleri de bebekler için kullanmayıp sattılar. Bu uygulamalar neticesinde şu ana kadar 12 bebeğin hayatını kaybettiği yönünde iddialar var. Bu süreçleri yaşayan ailelerin maruz kaldıkları maddi ve manevi zorbalıklar ise bu meselenin içler acısı bir başka boyutunu oluşturuyor.
Bu skandal, haftalar önce Türkiye gündeminin ilk sırasında yer alırken, her gün çıkan yeni haberler gündemde kalmaya devam ediyor. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde de benzer bir çetenin ortaya çıkması ve son olarak çete üyelerinin konuşmalarındaki şok edici ifadeler, skandalın boyutunu yeniden gözler önüne serdi:
Hemşire: "Bebek pisliğin teki çıktı İlker baba!"
Doktor: "Entübe edelim."
Hemşire: "Hocam buna susturucu başlayalım, deli gibi, aynı."
Doktor: "Ok"
Hemşire: "Hocam, özel bebeğe az Dormicum (uyuşturucu) koklattım, deli gibi ağlıyordu, kestim nefesini haberiniz olsun."
Bu sefer her zaman sonda söylediğimiz şeyi en başta söyleyelim: Bütün bu toplumsal çöküntünün ve çürümüşlüğün, ortaya çıkan suç makinelerinin, organize çetelerin, mafya tipi yapılanmaların ve şu anda aklımızın ucundan bile geçmeyen ancak vuku bulduğunda anlamaya çalıştığımız suç ve suç oluşumlarının tek sorumlusu bu laik-demokratik sistemin bizzat kendisidir. Bu sistem, dini hayata karıştırmayan akidesi ve menfaatçiliği gaye edinen hayat anlayışı ile insanların menfaate ulaşması konusunda her yolu meşru kılmaktadır. Temeli kapitalizm olan bu nizamın etkisiyle insanlar, değer/menfaat olarak gördükleri şeyleri elde etmek adına dünyanın her bölgesinde her türlü cürmü işlemektedirler. Bu sistemin sahipleri ise İslam beldelerine çöreklendikleri yüz yıldan bu yana, aynı gerekçelerle ümmetin topraklarını kan gölüne çevirmiş, zenginliklerini yağmalamış, toplumları ifsat etmiş ve ümmetin enerjisinin kendi necis değerleri(!) uğruna heder olmasına sebep olmuştur.
Sonuçta asıl ele alınması gereken bu nokta, bu sağlık skandalı ile ilgili hususta da gizlenmeye çalışılıyor ve mesele sanki bireyselmiş gibi bir noktaya çekilmeye çalışılıyor. Bu konuda devletin görünürde en yetkili kişisi olan Sağlık Bakanı katıldığı bir televizyon programında; “Sağlıkta çürük elmaları ayıklama yetkisi ve kararlılığındayız. Çürük elmaları bulup gereğini her zaman yapacağımızı söyleyebilirim” ifadelerini kullanıyor. Mesela böyle bir durumda sağlık bakanı ne yapabilir? Bahsettiği gibi denetimleri daha da arttırarak, menfaat hırsıyla devletin savcısını bile makamında tehdit etme cüretini gösteren böyle gözü dönmüş psikopatları kontrol altında mı tutacak? Yoksa meseleyi Hipokrat’a havale edip bu sağlık mensuplarını yeminlerine sadık kalmadıkları için cezalandırmasını mı isteyecek?
Bu meselenin özelde sebebi, bütün alanlarda olduğu gibi sağlık hizmetlerinde de devletin hızlı bir şekilde özelleştirmeye gitmesidir. Zira devlet, sağlık hizmetlerini ve giderlerini artık kendi üzerine bir yük olarak görmektedir. Devletin sağlıkta özelleştirmeye yönelik en büyük adımı şehir hastanelerinin yapılması olmuştur. Bilindiğinin aksine şehir hastaneleri kamu-özel teşebbüs işbirliğiyle yapılmış, işletmesi özel kuruluşlara ait olan hastanelerdir. Hatırlanacağı üzere bu hastanelerin yapımıyla birlikte iller bazında onlarca devlete ait hastane kapatılarak sağlık hizmetlerinin devlet üzerindeki yükü(!) hafifletilmeye çalışılmıştır. Bir başka ifade ile şehir hastaneleri insanların sağlık ihtiyaçlarını karşılamak için değil, ticari amaçlı yüksek kar hedeflenen hastaneler olarak devreye alınmışlardır.
Diğer bir yandan seçim kaygısıyla, cumhurbaşkanının hiçbir şartta asla hayata geçirilmeyeceğini vurguladığı EYT yasasının geçmesiyle birlikte zaten devletin üzerinde yük olan SGK kurumunun yükü daha da artmıştır. Devlet bu konuda da “Tamamlayıcı Emeklilik Sistemi” projesiyle emekliliği de özelleştirme yolunu aramaktadır.
Sağlık meselesi, toplumun temel ihtiyaçlarından olup özel sektöre bırakılmayacak kadar önemli ve rant meselesi yapılamayacak kadar hayati bir meseledir. Sağlık hizmetlerini özel sektörlerin inisiyatifine terk etmek; insanları, açgözlü küresel ilaç şirketlerinin pençesine atmaktır. Yeni doğan çetesinde olduğu gibi, rantın her zaman sağlıktan ve hatta insanların hayatından daha önce geldiği suç örgütlerine zemin hazırlamak demektir.
Bütün bunların sebebini, çözümlerin hala bütün çürümüşlüğün kaynağını oluşturan yozlaşmış kapitalist nizam ve onun gerçek yüzünü gizlemenin bir aracı olarak kullanılan demokraside aranması oluşturmaktadır. Oysa insanı yaratan ve onu her şeyiyle kuşatan Allah Subhanehu ve Teâlâ, İslam’ı bir hayat nizamı olarak insanların tüm müşküllerini eksiksiz olarak çözmek için göndermiştir. İslam Hilâfet Devleti bu eksiksiz nizamın yegâne tatbik edici merciidir. İslam ahkâmı ve onun tatbik edici otoritesinin öncelikli görevi insanların temel ihtiyaçlarını garanti altına almaktır.
Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:
[مَنْ أَصْبَحَ مِنْكُمْ آمِناً فِي سِرْبِهِ مُعَافًى فِي جَسَدِهِ عِنْدَهُ قُوتُ يَوْمِهِ فَكَأَنَّمَا حِيزَتْ لَهُ الدُّنْيَا] “Sizlerden her kim vücutça sağlıklı, nefsinden, malından korkusuz ve huzurlu, günlük yiyeceği de yanında olarak sabahlarsa sanki dünyanın bütün nimetleri kendisinde toplanmış gibi olur.” [Tirmizi]
İşte bunlar temel ihtiyaçlardır ve uygulanan nizamı yoluyla İslâm, tebaanın her bir bireyinin yiyecek, barınak ve içecek gibi bireysel temel ihtiyaçlarını, güvenlik, eğitim ve tedavi gibi toplumsal temel ihtiyaçlarını güvence altına almıştır. Çalışabilecek durumda olanlar, kendi temel ihtiyaçlarını kendileri karşılarlar. Fiilen ya da hükmen çalışamayacak durumda olanların ve şeran bakmakla yükümlü olduğu kimseleri bulunmayanların temel ihtiyaçlarını karşılamak ise Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in şu sözlerinin işaret ettiği üzere devlete farz olur:
[مَنْ تَرَكَ مَالاً فَلِوَرَثَتِهِ وَمَنْ تَرَكَ كَلّاً فَإِلَيْنَا] “Kim bir mal bırakmışsa varislerinindir. Kim de ardında bakıma muhtaç birisini bırakmışsa onun bakımı bana aittir.” [Buhari]