Yıllar önce kaleme aldığım bu yazıyı, çözümü hala yanlış yerlerde arayan, laik kapitalist fasit düzenleri hala çözüm aradıkları bir/tek melce olarak gören kafası karışık kimselerin varlığından dolayı tekrar yayınlamasında bir fayda görüyorum. Yıllar önce yazdığım şekliyle tashih yapmadan tekrar ilginize sunuyorum…
“İslâm’ın kültürel fetihler dönemi açıktır ki, geçmişte kalmıştır; yitirdiği bazı yandaşları geri kazanabilir. Ama Berlin, Tokyo ya da Moskova’daki genç insanlarda bir yankı uyandıramaz. Bir milyar insanın -dünya nüfusunun beşte biri- İslâm’ın renklerini taşıyan bir kültürde yaşamakta olmasına karşın, İslâm kendi alanında, fikirler alanında, liberal demokrasinin karşısına çıkamaz.” Bu iddia Francıs Fukuyama’ya ait. “Tarihin Sonu ve Son İnsan” adlı eserinden. Bu kitabın ana teması, liberal demokrasinin insanlık için nihai nokta olduğu; Hegel’in efendi-köle diyalektiği ile insan ruhunda olduğunu iddia ettiği thymosun (kabul görme çabasının) liberal demokrasi tarafından tatmin edildiği, efendi-köle çelişkisinin Fransız ve Amerikan devrimleriyle beraber ortadan kaldırıldığı, buna bağlı olarak da liberal demokrasinin üstünde bir düşüncenin/ideolojinin artık insanlık için söz konusu olamayacağıdır. Fukuyama’nın 5 bölümden oluşan bu kitabı tabi ki –liberal demokrasi merkeze alınmak suretiyle- farklı konulara da eğiliyor. Bu makalede ele alacağımız konu kitabın üzerine bina edildiği liberal demokrasinin gerçekten insanlık için nihai nokta olduğu iddiası ve İslâm’ın, fikirleriyle liberalizmin karşısında durup duramayacağını yukardaki iddiadan hareketle ele almak olacak.
Fukuyama öncelikle İslâm’ın kültürel fetihler dönemi olduğunu kabul ediyor. Ancak bugünün dünyasına/insanına İslâm’ın bir şey veremeyeceği, liberalizmle baş edemeyeceği tezini ortaya atıyor ve buna inanmış da gözüküyor. Esasında bu kitap birçok yönüyle ele alınıp reddiye yazılması gereken bir kitap; insana bakıştaki hatasından, ideolojilere bakışına kadar… Ancak bizler kendimizi şimdilik yukardaki iddia ile sınırlandıralım.
İslâm’ın Berlin, Tokyo ve Moskova’daki genç insanları etkileyemeyeceğini savunan Fukuyama, bu başkentler olabildiğince seküler olmasına karşın buralarda mühtedi olup -İslâm’ı tatbik edilerek görmemelerine rağmen- kabul eden gençlere baksın. Bu iddia, üzerinde durulmayacak kadar sathi bir iddia. O yüzden bunu geçelim…
Asıl gelmek istediğim nokta, İslâm’ın gerçekten fikirler alanında liberal demokrasinin karşısına çıkıp çıkamayacağı problemi. Öncelikle şunu belirtmek isterim ki liberal demokrasiyi savunan kâfir Batı İslâm’ın ve Müslümanların karşısına hiçbir zaman fikirleri ile çıkmadı. Kâfir Batı, İslâm’ın egemen olduğu zamanlarda yaptığı gibi, hiçbir zaman fikrî olarak Müslümanlara karşı hoşgörünün hâkim olduğu bir tartışma/mücadele alanı oluşturmadı. Batı bu topraklara hep kılıç kalkanla geldi ve fikirlerini tartışmasız kabul etmelerini istedi Müslümanlardan. İslâm beldelerinde liberal demokrasiyi kabul edenler, ya canlarından korktukları için ya Batı’nın desiselerine kandıkları için ya da egemen paradigmaya entegre olmak daha konforlu(!) bir yaşam getirdiği için kabul ettiler. Yoksa İslâm ideolojik olarak kâfir Batı’nın liberal demokrasisinin karşısında yenildiği için değil.
İslâm’ın ideolojik olarak liberalizmin sonunu getirecek tek sahih fikir olduğunu tüm dünya bugün olmasa da yarın muhakkak görecek (Fiilî vakıadan bahsediyorum. Yoksa fikrî olarak İslâm liberalizm dâhil tüm fikirleri yerin dibine batırmıştır zaten). Liberalizmin karşısına İslâm’ın fikrî olarak çıkamayacağını iddia edebilmek için Fukuyama’nın beyni gibi işlemesi lazım insanın beyninin. Zira o beyin liberalizmin fikrine değil gücüne güvenmektedir/inanmaktadır. Zira o beyin, insanın aklına kanaat veren, fıtratına muvafık ve kalbini itminan ile dolduran İslâm ideolojisini, akıllara ziyan, fıtrat ile çelişen sosyalist ideolojiyle karıştırıyor. Zira o beyin, insanı tanımıyor, toplumu tanımıyor, değişimin vakıasını bilmiyor. Zira o beyin, insana mutlak mutluluğu sağlayacak olan şeyin, olabildiğince sapkınlık ve enformatist ilerlemecilik değil de, insanın nerden geldiği, nereye gideceği ve bu dünya hayatında niçin var olduğuyla alakalı insanın büyük düğümünü sahih bir şekilde çözen, varlığına anlam katan İslâm ideolojisini tanımıyor. Zira o beyin, İslâm’ın hayatın her alanını kuşatan kâmil fikirlerini bilmediği için, Müslümanların şimdiki uyku hali ve durağanlığı ile İslâm’ın ne olursa olsun bir ideoloji/dünya görüşü olarak taşındığında batılın kafasına bir tokmak gibi ineceği gerçeğini karıştırıyor. Ama Fukuyama ve onun gibi sömürgeci kâfir Batı’nın devşirdiği entelektüeller(!) bilsinler ki Hizb-ut Tahrir İslâm’ı bir bütün olarak taşıyıp sömürgeci kâfir Batı’yla ideolojik olarak hesaplaşmak için kuruldu. Zira Hizb-ut Tahrir, gerek sosyalizmi, gerekse tarihin sonu(!) olarak görülen kapitalizmi/liberal demokrasiyi ideolojik olarak çürüttü. İslâm ümmetini ise sömürgeci kâfir Batı ile ideolojik olarak hesaplaşmak için hazırlamaktadır. Ve Hizb-ut Tahrir dünyayı zulümata gark eden liberal demokrasiye karşılık, arzı yeniden İslâm’ın nuruyla dolduracak olan İslâm’ı, sadece Müslümanlara değil tüm insanlığa çözüm reçetesi olarak sunmaktadır. Fukuyama’nın bu tezinin -sosyalizm de dâhil kapitalizmin- nasıl dakik bir şekilde çürütüldüğünü görmek isteyenler Hizb-ut Tahrir neşriyatlarına başvurabilirler. Mesela Hizb-ut Tahrir neşriyatından olan İslâm Nizamı kitabının “İslâm’da Fikri Liderlik” konusunda, kapitalizm, sosyalizm ve İslâm enine boyuna incelenmiş, İslâm’ın dışında diğer iki ideolojinin; gerek akide konusunda, gerek ferde ve topluma bakışı hususunda, gerekse nizama/sisteme, kaynağına ve tatbik keyfiyetine bakışları hususundaki çürüklükleri, akıl ve fıtrata olan aykırılıkları kesin bir şekilde ortaya konulmuştur. Liberalizmin tarihin sonu olmadığını anlamak için dâhi olmaya gerek yok. Teknokrat bir kafayla düşünmeyin yeter. Fukuyama modern doğa bilimine tapmaktadır; bizler ise Allah’a… Bizler dün olduğu gibi bugün de insanlığı kurtaracak, onu mutlu edecek, çelişkiler yumağından kurtaracak, kendisiyle ve insanlıkla barışık hale getirecek yegâne şeyin İslâm olduğuna inanıyoruz. Japon asıllı Amerikalı bu adama ve kutsadığı sömürgeci kâfir Batı’ya diyoruz ki: eğer gerçekten sizler İslâm’ın kendi alanında, fikirler alanında, liberal demokrasinin karşısına çıkamayacağına inanıyorsanız, neden demokrasiyi bu topraklara, sempozyumlarla değil de savaşlarla getirdiniz? Neden İslâm’ı ve Müslümanları ideolojinizle değil de teknolojinizle muhatap alıyorsunuz? Neden stratejistlerinizin arkasında ideolojiniz değil de entrikalar kuran think-thank kuruluşları var? Madem fikirleriniz karşısında zaten(!) ezilecek, neden İslâm’dan bu kadar nefret ediyorsunuz/korkuyorsunuz?
Müslümanlar bilmeliler ki yegâne sahih ideoloji/dünya görüşü İslâm ideolojisidir. Müslümanların âlemin gidişinden geri kalmaları ideolojilerine olan bağlılıklarından değil, aksine ideolojileriyle bağlarını koparmalarındandır. Yeniden sahih fikrî ve fiilî bir kalkınma gerçekleştirip insanlığa bir umut, bir ışık olmak istiyorsak; İslâm’ı gerek iktisadi nizamı, gerek ictimai nizamı, gerek ukubat nizamı, gerek öğretim nizamı, gerekse de yönetim nizamıyla; bir bütün olarak beraber anlamalıyız/almalıyız. Ta ki Fukuyama gibilerinin safsataları bizlere zahir olsun. Ta ki kendisiyle öğünülecek yegâne sahih ideolojinin İslâm olduğu bizlere zahir olsun. Ve ta ki onu hayatta var etmek için azimlerimizi biledikçe bileyelim. Zira liberal demokrasiyi tarihin çöp kutusuna atmak için İslâm’ı ideolojik olarak taşımak ve tatbik etmek/hâkim kılmak kaçınılmazdır. Ümmetin yeniden ideolojisini anladığı, ona çağırdığı, onu hayat sahasında var etmek için durmadan çalıştığı şu günlerde diyorum ki: “yaw he he Fukuyama!”