Yastığın Altına Değil, Üstüne de Bakmak Lazım!
02 Nisan 2021

Yastığın Altına Değil, Üstüne de Bakmak Lazım!

Cumhurbaşkanı Erdoğan son günlerde halka yönelik yastık altı çağrılarını sık sık tekrarlıyor. Vatandaşların “yastık altı” tabiri ile ellerinde bulundurdukları altın ve dövizleri ekonomiye kazandırmak için finans kuruluşlarına yatırmalarını talep ediyor.

Bazı araştırmalara göre Türkiye’de yastık altında 3 ila 5 bin ton arasında altın olduğu tahmin ediliyor. Bunun rakamsal değeri ise yaklaşık 300 milyar dolar. Son yıllarda artan ekonomik sorunlar hükümetin gözünü buraya dikmesine neden oldu. Bilindiği gibi hükümet, son yıllarda ihtiyacı olan kaynağı borç ile sağlanmakta, yerli ve yabancı kuruluşlardan faizli krediler alarak ekonomiyi ayakta tutmaya çalışmaktadır. Özellikle son yılda yaşanan korona pandemisi nedeniyle bu açık daha da derinleşmiş, çözüm için ortaya konulan politikalar ise kalıcı bir çözüm sunamamıştır.

Bizler birçok yazıda, paylaşımda; ekonominin temel sorununun, yanlış bir sistem üzerine bina edilmesi olduğunu; faize dayalı iktisat politikasının, krizin asıl sebebi olduğunu defalarca söyledik. Söylemeye de devam edeceğiz. Çünkü faizli bankaların varlığı, ticaretin büyük bir kısmının bankalar üzerinden dönüyor olması, servetin kontrolünü bir avuç sermayedarın eline vermektedir. Ancak buna rağmen açıklanan ekonomi paketlerinin ana gündem maddesi yine bankaları güçlendirmek, bankaların mali verilerini yukarı çekmek oluyor. İşte son yastık altı çağrılarına bakarsanız orda da durum aynı. Başkan Erdoğan AK Parti kongrelerinde; “Vatandaşlarımdan evlerindeki döviz ve altını çeşitli finans araçlarına yatırarak ekonomi ve imalata kazandırmalarını istiyorum” şekilde çağrıda bulundu. Bakın burada bile “finans kurumlarını” ayakta tutma girişimi var. Esasında bu kaynağın, üretim yapan, ticarethane işleten, zar zor ayakta durmaya çalışan işverenlere aktarılması, üretimin devam ettirilmesi için kullanılması gerekirken hükümet hâlen finans kuruluşlarının sıkıntılarını gidermeye çalışıyor. Yıllarca yapılan zaten bu değil miydi? Geriye dönüp bakın, son 10 yılda neredeyse her yıl ekonomi destek paketleri açıklandı ve bunların ilk maddeleri bankaların desteklenmesiydi. Gelinen nokta ne? Daha derin bir kriz, daha yüklü bir borç, TL’nin ciddi değer kaybı, artan vergi ve zamlar… Peki, zenginleşenler kim? Bankalar! Türkiye’de en çok kazanç sağlayan 10 şirketin 6’sı bankalardır. Pandemi döneminde ise neredeyse kârlarını iki katına çıkardırlar. Sadece bu bile halkın servetinin nereye aktığını göstermek için fazlasıyla yeterlidir.

Kapitalistler, kurdukları sistem sayesinde oturdukları yerden serveti istedikleri gibi kontrol edebiliyorlar. Esnaf çalışıyor ama kârı kapitalistler alıyor; işçi üretiyor ama emeğinin karşılığı kapitalistlerde; emeklisinden memuruna, öğretmeninden öğrencisine her kesimden insanın yaşam koşulları gitgide daha da daralırken, bir avuç sermayedar kapitalist demokrasinin onlara sunduğu ayrıcalıklar ile kamu malı üzerinden servete sahip oluyorlar. Ama ilk krizde hükümet yerli ve yabancı kaynaklardan borç alıp bunu yine bankalara aktarıyor, oluşan yükü ise zam ve vergiler ile vatandaşa yüklüyor. Çünkü amaç, insanı korumak değil sistemi (kapitalizmi) korumaktır. Malumunuz olduğu üzere son günlerde ajanslara düşen bir konu da aynı şekildedir: Ziraat Bankası Çin’den 400 milyon dolar kredi almıştır. Bu işin kredisini faizini geçtim, telaffuz edilen rakam bir devlet bankasına göre çok küçük bir rakamdır. Bugün bu rakamlar neredeyse Avrupalı futbol kulüplerinin bir futbolcu için ödediği transfer ücretlerine yakındır. Bir devlet, 400 milyon dolar kredi alacak konuma geliyorsa ya ekonomi içler acısı ya da dışarıya karşı, “benim kamu bankama olan güven hâlâ devam ediyor” mesajı vermek içindir. Ancak sebep ne olursa olsun bunlar, anlık hamlelerdir; kısa vadede sıcak para girişinden dolayı bir fayda sağlıyor gibi görünse de uzun vadede devlete ve halka ciddi bir yük oluşturmaktadır. Ancak son yıllarda “ekonomik çözüm” adı altında yapılan tek şey, bu şekilde borçlanmadır. Maalesef ki krizin derinleşmesinin en temel sebebi de budur.

Konunun başında, yastık altında tahmini rakamların ne olduğunu söyledik. Gelin biraz da yastığın üstüne bakalım; acaba üstünde ne var?

Bugün Türkiye’de 34 milyon kişi bankalara borçlu. Kafasını yastığa koyunca uykuları kaçan milyonlarca insan var. Yine aynı şekilde 4 milyon işsizin de geceleri rahat bir şekilde yastığa kafasını koyup uyuduğunu sanmıyorum. Amaçsızca yaşayan milyonlarca öğrenci var, geleceğe dair en ufak bir beklentileri kalmamış. Gerek maddi gerekse manevi korkulardan dolayı evlenmek istemeyen binlerce genç var. Elinde az bir sermayesi olup da değerlendirmek isteyen kişiler ya bankaların pençesine ya da devletin vergi, SGK yüküne mahkum olmaktan kaçar vaziyette. Emeklilerin %47’si geçim sıkıntısından iş arıyor. Tüm bunları ve daha saymadığımız birçok sıkıntıyı göz önünde bulundurursak, yastığın altı değil üstüne bakmak lazım!

Sayın Erdoğan! Yastığın altında bulduklarınızı, yastığın üstündeki sıkıntılar için harcamayıp yine bankaları ihya etmek için kullanacaksanız -ki amaç bu zaten- asla ve kat’a sıkıntıları gideremezsiniz. Aksine bu, insanların malını, servetini, dişinden tırnağından artırdıkları birikimlerini kapitalistlerin önüne sermekten başka bir şey değildir. Gelin vazgeçin bu kapitalizmden! Vazgeçin, onun kan emici iktisat sisteminden! Tertemiz İslâm ve onun tüm sorunlara dakik çözüm sunan iktisat sistemi başucumuzda duruyor. Yanlışı terk etmek ve doğru olanı almak için daha nelerin yaşanması lazım?

___

#KapitalizmÇöktüÇözümİslam