Yargıtay 16. Ceza Dairesi benim hakkımdaki hükmü de onaylamış. Neymiş efendim, ben “**terörist”**mişim!
Ben ümmet arasında bir ömür geçirmiş biriyim. Şanlıurfa İmam Hatip Lisesi’ni ve Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ni bitirdim. “FETÖ” bana kumpas kurana kadar 18 yıl boyunca Türkiye’nin farklı yörelerinde öğretmenlik yaptım. Harran Üniversitesi’nde Din Sosyolojisi Alanında Yüksek Lisans yaptım. Tahsil hayatım boyunca Gülen Cemaati hariç (zira onların misyon ve dine bakışları ile problemim var) ümmetin değişik meşreplerdeki cemaatleriyle hep temas hâlinde oldum. Hem onlardan istifade ettim ve hem de onlara katkı sağladım. Hep ümmetle ve halkla iç içe oldum. Geldiğim şu noktada yine cemaat ve STK’larla yan yana fikir ve bilgi teatisinde bulunmaya devam eden birisiyim.
Tekrar başa dönersek; ben ümmetle birlikte bir ömür yaşadım ve yaşamaya devam ediyorum. Yaptığım akademik tahsil gereği İslâmi bilgi ve kültüre sahip oldum. Ancak bilgilerim dağınık ve insicamsızdı. Hizb-ut Tahrir’le tanışıp Hizb’in bakış açısını kavradığım gün, bendeki İslâmi bilgide bir insicam meydana geldi. Doğrusu ben her meşrepten güzel şeyler kaptım. Ancak Hizb-ut Tahrir’den İslâm’ın fikir ve metottan müte****şekkil bir düşünce olduğunu ders aldım. İslâm’ın fikir ve metodunun ne olduğunu öğrendim. İslâm’ın kendi cinsinden ilahi bir metodunun olduğunu kavradım. Evet, ben yüksek lisans boyutunda bir İslâmi eğitim almıştım. Ne ki; laik eğitim sistemi, laik rejimle uyumlu entegre bir bakış açısıyla İslâmi bilgileri harmanlayarak bana vermişti. Eğer Hizb-ut Tahrir’le tanışmasaydım bugün örneği çok olan laik demokrat bir ucube Müslüman olacaktım. Belki akademik olarak birçok arkadaşım gibi profesör olacaktım ama İslâm’ın fikir ve metoduyla dört başı mamur özgün bir amentü olduğunu fark eder miydim bilemiyorum! Ya kapitalizmin hayata hâkim olma metodu olan demokrasi yolumu kesecekti ya da bugün beni suçladı****ğınız Marksist Leninist’lerin kullandığı cebir ve şiddet beni savuracaktı. Allah’a hamd olsun, Hizb-ut Tahrir imdadıma yetişti. Beni her iki haram metottan korudu. Bana Nübüvvet metodunu öğretti. Bir asırdır kaybolan Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in metodunu bana ders verdi. Hani o seküler aklınızın bir türlü alamadığı o peygamber metodunu, işte Hizb-u Tahrir’den ders aldım. Evet, ne demokratik yöntem ve ne de cebir ve şiddet! Biri eğip bükmeyi ve ikiyüzlülüğü öğretiyor. Diğeri düşüncenin kavranmasına engel oluyor. Evet, Hizb-ut Tahrir’in yolu bu ikisinden hiç biri! Yalnızca İslâm ve yalnızca peygamber metodu, başka değil!
İşte sizin “terör örgütü” diye haksız yere etiketlediğiniz Hizb-ut Tahrir gerçeği budur. Metoda asıl kadar önem veren, usulü asıl kadar önemseyen ve ikisinin de İslâm’dan olmasını şart koşan fikrî, siyasi bir harekettir, Hizb-ut Tahrir!
Cebir ve şiddeti metot olarak haram ilan etmiş ve 60 küsur yıldır bunu fiilen ispatlamış nezih ve şeffaf bir fikrî ve siyasi hareket hakkında “terör örgütü” hükmünü vermek insanlık dı****şı bir durumdur. Her şeyden öte bir adaletsizlik, vicdansızlıktır. Katıksız bir zulümdür! Bu zulmü onca yıllık hukuk tahsiline ve meslek kıdemine nasıl yakıştırdınız? Sizi önünüzdeki yazılı ceza yasasına bağlı kalmaktan bile aciz bırakan nedir? Telkin veya tehdit altında olabilirsiniz! Ancak siz her şeye rağmen adaleti ayakta tutmaya talip oldunuz. O şekilde bu görevi kabul ettiniz. Adaletin kendilerinden sorulduğu kurum, adaleti ayaklar altına alıp çiğnerse ne olacak bu insanlığın hali?
İşte ben bir vakıa/bir gerçek olarak ortadayım. Gördüğünüz gibi akademik tahsil yapmış biriyim. Demokrasi nedir, cebir ve şiddet nedir, iyi bilirim. Kaldı ki bu benim aynı hukuksuzluktan ikinci mağduriyetim. Ve benim gibi yüzlerce masum insan… Hepsi de kendinden emin, cebir ve şiddetten uzak fikrî ve siyasi bir davet yürütmektedirler.
Aslında siz de Hizb-ut Tahrir’in cebir ve şiddete başvurmadığını ve başvurmayacağını gayet iyi biliyorsunuz. Neden böyle bir zulme imza atıyorsunuz? Adalet ilkesini çiğneyip kendinizi küçük düşürüyorsunuz? Yoksa siz Hizb-ut Tahrir’i demokrasi ile amel etmediği için mi cezalandırıyorsunuz? Yoksa asıl derdiniz, Hizb-ut Tahrir’in demokrasiyi reddetmesi midir? Asıl derdiniz bu ise ceza yasalarınıza öyle yazınız! Demokrasiyi, bir din olarak Müslüman halka yargı eliyle dayatınız görelim! Böylece belki bir nebze kendinizle çelişmemiş olursunuz.
Ben kendimden biliyorum, Hizb-ut Tahrir Nübüvvet metodundan asla vazgeçmeyecektir. Hiçbir kuvvet onu metodundan saptıramayacaktır. Çünkü bu, onun varlık sebebidir. Ne demokrasi yoluna sapacak ve ne de Marksist Leninist düşüncelerin kullandığı cebir ve şiddete tenezzül edecektir. İslâmi hayatı yeniden başlatacak olan Râşidî Hilâfet’i kurana kadar fikrî ve siyasi davet metoduyla yoluna devam edecektir.
2009’da benim de mevcut olduğum bir yargılamada şu an hakkında iki ayrı dosyadan 15 yıl ceza alan Yılmaz ÇELİK kardeşim Ankara 12. Ceza Mahkemesi heyetine şöyle seslenmişti: “Siz, PKK vb. örgütlere; silah bırakın gelin ovada siyaset yapın diye çağrıda bulunuyorsunuz. Bizden ne bırakmamız**ı talep ediyorsunuz.” Ama mahkeme O’na bir cevap veremedi ve buna rağmen onu mahkûm etti. Hem de önündeki yazılı ceza yasasını çiğneyerek! O kahraman şimdi içerde! Mahkeme heyeti kulaklarına üflenen hukuksuz kararı vermenin vebalini yüklendi. Şimdilerde Yarg****ıtay 16. Ceza Dairesi de aynı yolu izlemekte. Biz ahirete ve hesaba inanan insanlarız. Bulu****ştururlar bizi elbet bir gün hesapta!
Hülasa; ben ne yaptığımı bildikten sonra Yargıtay bana, hem de önünde yazılı duran yasayı çiğneyerek “terörist” demiş, hiç mi hiç umurumda de****ğil. 2003 yılında yine böyle haksız ve hukuksuzca mağdur edilmiştim. Maddi olarak sıkıntı çekmiş, çoluk çocuğum mağdur olmuş, annem-babam üzüntüye gark olmuş, eş-dost hayıflanmıştı. Ben de Rabbimden mükâfatını bekleyerek zindana tahammül ettim. Hükmümü yattım, çıktım. Çıkar çıkmaz tekrar doğruluğundan emin olduğum fikrî ve siyasi çalışmama devam ettim. Çünkü ben İnsanlığın kurtuluşunu İslâm ile yönetecek Râşidî Hilâfet’te görüyorum. Buna yakinen inanıyorum. Bu düşüncemi fikrî ve siyasi çalışmayla neşredip duyurmazsam, Müslümanları buna davet etmezsem bütün insanlığa ihanet etmiş olacağıma inanıyorum. Tabii ki yalnızca fikrî ve siyasi çalışma ile! Nezih, şeffaf ve pırıl pırıl bir metotla! Yani yalnızca insanları ikna etme metodu ile. Çünkü Peygamberim öyle yapmıştı. Ben O’nun yolunu izlemekle mükellefim. Başka değil!
Şimdi 14 yıl sonra Yargıtay 16. Ceza Dairesi “FETÖ”nün yalan yanlış içtihadını esas alarak yeniden hukuksuzca beni “terörist” diye yaftalayarak mahkûm etmiş.
Ben de diyorum ki; saçlarım kadar ömrüm olsa ve her beş senede Yargıtay beni zindana mahkûm etse, ben yine de her türlü cebir ve şiddetten uzak, fikrî ve siyasi çalışma yaparak güzel söz ve öğütle nezih bir şekilde Râşidî Hilâfet’in ikamesi için çalışmaya devam edeceğim. Kimse beni bundan alıkoyamayacaktır.
Tüm Müslümanlar da şunu bilsin ki; Hizb-ut Tahrir davasında ve metodunda samimidir. Ümmetin dünya ile ilgili işlerini İslâm ile/şeriat ile yönetmeye taliptir. Allah’ın izniyle buna ehildir. Dahası buna muktedirdir.
Beni tanıyan ve tanımayan Müslümanlara yönelik sözüm ise şudur: Laik mahkemelerin Hizb-ut Tahrir hakkındaki hukuksuz kararları sizi etkilemesin. Tam tersine sizden olan kardeşlerinizin düşünce ve metodunu merak edip öğreniniz. Kitap ve Sünnet ölçüsüne vurunuz. Kitap ve Sünnet’e uymayan bir taraf varsa delilleriyle birlikte Hizb-ut Tahrir’e arz ediniz. Muhakkak surette karşılığını bulacaksınız. Hizb-ut Tahrir yanı başınızda ve aranızdadır. Yeter ki bu kardeşlerimize neden zulmediliyor diye bir merak edin! Allah’ın izniyle gerisi gelecektir.
Kıymetli Müslüman kardeşlerim! Meşru tepkilerinizi ortaya koyarak Hizb-ut Tahrir’li kardeşlerinize yapılan bu zulme de engel olabilirsiniz. Bu kardeşlik hukukunun bir gereğidir. Bu aynı zamanda bir yükümlülüktür.
Her şeye rağmen Hizb-ut Tahrir, hak üzere ümmetle aynı safta olmaya devam edecektir. Nübüvvet metodu üzere Râşidî Hilâfet’i ikame ederek ümmeti bu badireden kurtarmayı Allah’ın yardımıyla başaracaktır.
Son söz olarak ben de Yusuf Aleyh’i-Selam’ın dediği gibi diyorum ki:
قَالَ رَبِّ السِّجْنُ أَحَبُّ إِلَيَّ مِمَّا يَدْعُونَنِي إِلَيْهِ وَإِلاَّ تَصْرِفْ عَنِّي كَيْدَهُنَّ أَصْبُ إِلَيْهِنَّ وَأَكُن مِّنَ الْجَاهِلِينَ
“Ey Rabbim! Zindan bana, bunların beni dâvet ettiği şeyden (laiklik ve demokrasiden) daha sevimlidir. Onların tuzaklarını benden uzaklaştırmazsan, onlara meyleder ve cahillerden olurum, dedi.” (Yusuf 33)