7 Ekim olayları sonrasında Gazze’de yaşananlar, Müslüman halklarda ve farklı inançlara mensup insanlarda büyük etkilere yol açtı.
Bir rüyadan uyanıp gerçeği tam karşılarında bulan insanların, gördükleri gerçeği kavramada zorlandıkları bir şok etkisi…
Sömürgeci Batı medeniyeti tarafından büyülenmiş insanların, kendilerini büyünün etkisinden kurtaran büyük bir acı hissedip gerçekle yüzleşmeleri…
Müslüman halkların, kendilerini yöneten iktidarlar tarafından ülkelerinin kendilerini kısıtlayan büyük bir hapishaneye nasıl dönüştürüldüğünü anlamalarını sağlayan bir farkındalık…
Buruc Suresi’nde Ashab-ı Uhdud kıssasında anlatılanların günümüzdeki karşılığı adeta.
Hatırlayalım;
Allah’a iman ettiğinden dolayı Kral tarafından öldürülmek istenen, ancak bütün öldürülme denemelerine rağmen öldürülemeyen bir genç…
Genç, Kral’a, bütün halkını toplamasını ve ancak halk toplandığında, halkın karşısında kendisini nasıl öldürebileceğini açıklayacağını söyler.
Kral, halkı toplar. Genç, Kral’a; “Bana okunu fırlatmadan önce ‘Bu gencin Rabbinin adıyla!’ der ve oku fırlatırsan, işte o zaman beni öldürebilirsin!” der.
Kral, bütün halkın gözlerinin önünde gencin söylediğini yapar; “Bu gencin Rabbinin adıyla!” der ve okunu fırlatarak genci öldürür.
Kral’ın daha önceki öldürme denemelerinde başarısız olduğunu bilen halk, bu durum karşısında gerçeği görür ve “Biz, bu gencin Rabbine iman ettik!” derler.
Bunun üzerine Kral, büyük hendekler açtırıp içlerini ateşle doldurur ve sırf “Allah’a iman ettiler” diye, kendi halkını ateş dolu hendeklerin içine atar.
Sonra da Kral ve aveneleri, iman edenlerin bu ateş dolu hendeklerin içinde yanarak ölmelerini zevkle seyrederler.
Bu kıssa bize, Allah’a iman eden bir gencin halkını kurtarmak için kendi hayatını feda etmesini anlatır. Halkının kurtuluşu için yaşamaktan vazgeçen ve toprağa akıtılan temiz kanıyla, halkını hakikatin aydınlığıyla tanıştıran bir dava adamını, bir kahramanı, bir serdengeçtiyi, bir mücahidi anlatır.
Ve bu kıssa bize, hak için, hakikat için, Allah’a iman üzerinde kalabilmek için, imanlarının hakkını verebilmek için bir halkın, yanmayı, yakılmayı ve ateşlerde can vermeyi nasıl göze alabildiklerini anlatır.
İşte Allah’ın dini, Allah’a iman ve hakikatin gücünün insanda gerçekleştirdiği bu devrim, hayatın içinde sürekli tekrarlanır ve bugün, Gazze olarak karşımıza çıkar.
Bir mahkûmiyet ve ölüm kampına hapsedilmiş, mahrum ve yoksun bırakılmış Gazze halkının, dünyada eşine az rastlanır bir katliam, mezalim, soykırım ve yıkım karşısında, inanç ve imanlarından aldıkları güçle ortaya koydukları tutum, tavır, duruş ve davranışları hem Müslüman halklarda hem de bütün insanlıkta büyük etkiler oluşturdu.
İnanmış küçük bir topluluğun, kendilerinden çok daha güçlü bir topluluğa karşı verdiği şerefli ve cesur mücadele hayranlıkla izlendi.
Müslüman halkları şiddetli bir sarsıntıyla daldıkları derin uykudan uyandırdı.
Yönetenlerin kendilerini temsil etmediklerini, duygu ve düşünce olarak halklarından ne kadar kopuk ve uzak olduklarını gösterdi.
Kendilerini yönetenler ile kendi aralarındaki o büyük ayrışmayı ve gitgide daha da derinleşen uçurumu fark ettirdi.
Sömürgeci kafir Batı’nın bu yöneticiler aracılığı ile kendilerini ülkelerine nasıl hapsettiklerini, ümmetten nasıl kopardıklarını, harekete geçmelerini nasıl engelleyip kendilerini nasıl durduklarını anlamalarını sağladı.
Gazze’de yaşananlar karşısında bu yöneticilerin somut hiçbir adım atmadığını, işgalci Yahudi varlığının bu yönetimlerin suskunluğundan aldığı cesaretle Gazze’de katliamlarına devam edebildiğini, bu yönetimlerin gasıp Yahudi varlığı sorununun ayrılmaz bir parçası olduğunu, Filistin’i kurtarmak için öncelikle bu yönetimlerden kurtulmanın şart olduğunu bizzat yaşayarak öğretti.
Müslüman olmayan diğer halklar ise gasıp Yahudi varlığının hiçbir değere bağlı kalmayan, acımasız, barbar, vahşi katliamlar ile Gazze’de gerçekleştirdiği soykırıma tanık oldular.
Filistin halkının, aslında 75 yıldır yaşadığı ancak saklanıp gizlenen işgal, tehcir, katliam ve mezalimi ilk defa gerçek olarak gördüler ve gördükleri gerçek karşısında adeta kanları dondu, büyük bir şok yaşadılar.
Diğer yandan başta Amerika olmak üzere Batılı ülkelerin Yahudi varlığına verdikleri destekle insanlıktan ne kadar uzaklaştıklarını, kendi iktidar ve çıkarlarından başka bir şeyi önemsemediklerini, İslam’a ve Müslümanlara karşı açık bir düşmanlık içinde olduklarını, Batı’nın iki yüzlülüğünü, Batılı değerlerin sahteliğini de çok net bir şekilde gördüler.
Gördüklerinde kendilerini şaşkınlığa uğratan bu gerçekleri, Müslüman Gazze halkının verdiği onurlu mücadeleyle birleştirdiler, İslam’a ve Müslümanlara yönelik sömürgeci Batı’nın inşa ettiği nefret ve korku duvarlarını aştılar.
Gerek Müslüman gerekse Müslüman olmayan ülkelerdeki halkların bütün engelleme ve yasaklamalara rağmen Filistin’i, Gazze halkını destekleyen, gasıp Yahudi varlığıyla birlikte sömürgeci Batı’yı lanetleyen büyük gösteriler düzenlemeleri, tarihî bir kırılma ânıdır.
Gazze, Müslüman halklarda bir uyanışı tetiklemiş, Müslüman olmayan halklarda da gasıp Yahudi varlığı ile Batı medeniyetine yönelik olumlu algıyı yerle bir etmiştir. Gazzeli Müslümanları bu denli güçlü kılan inanç, diğer insanların ilgisini çekmiş, İslam’a yönelmelerine ve Müslümanlara sempati duymalarına yol açmıştır.
İşte bu, tek başına büyük bir zaferdir.
Bundan sonra ne halkı Müslüman olan ülkelerde ne de Batılı ülkelerde hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır.
Değişim engellenemez, durdurulamaz ve kaçınılmazdır.
Bu değişimi gerçekleştirecek olan ise sadece İslam’dır.
[كَتَبَ اللّٰهُ لَاَغْلِبَنَّ اَنَا۬ وَرُسُل۪يۜ اِنَّ اللّٰهَ قَوِيٌّ عَز۪يزٌ] “Şüphesiz Allah, ‘Ben ve elçilerim mutlaka galip geleceğiz!’ diye yazmış ve hükmetmiştir. Şüphesiz Allah, çok güçlüdür, çok üstündür.” [Mücadele Suresi 21]