Marx’ın değer teorisi aşağı yukarı herkes tarafından bilinir. Ona göre bir metanın hem değişim değeri hem de kullanım değeri vardır. Kullanım değeri metanın bedeli, değişim değeri ise metanın başka meta ile takas edilebilme özelliğidir. Marx’a göre bir metanın değeri üretimine ve gelişimine harcanan emekle ölçülür.
Bu zaviyeden bakarsak bir insanın değeri nedir sorusu kaçınılmaz bir şekilde zihinde oluşmaktadır. Eğer Marx’ın inandığı şekilde insanın varoluşu evrimsel bir dönüşümün parçası ise o zaman ona emek harcanmadığı ortaya çıkar ki kendisine ait olan değer teorisine göre insanın hiçbir kıymeti yoktur.
Ne kadar da paradoksal bir durum değil mi? Marx’a göre insanın hiçbir kıymeti yok ama kıymetli olan onun emeği! O zaman kapitalistlerle Marx’ın arasındaki çizgi sanıldığı kadar kalında olmadığı ortaya çıkar. Görünen o ki mesele sadece pazarlık meselesine dönüşmüştür. Marx pazarlıkla işçi ücretlerini arttırmaya çalışırken, kapitalistler işçinin ücretini düşürmeye ve değersizleştirmeye çalışmaktadır. Bir birine zıt gibi görünün bu iki yaklaşımın ortak noktası sanırım insana insan olduğu için değer verme gibi bir bakış açılarının olmamasıdır.
Bu konu tartışılabilir, farklı bakışlar sunulabilir ancak hem kapitalist hem de komünist ideolojinin insana hak ettiği değeri vermediği en azından bu ideolojilerin uygulama neticelerinden açığa çıkmaktadır.
İslam ideolojisine gelince; o bu konuda diğer ideolojiler gibi ikiyüzlü değildir, nettir.
İşte ayetler:
Kim bir nefsi, bir başka nefse ya da yeryüzündeki bir fesada karşılık olmaksızın (haksız yere) öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de onu (öldürülmesine engel olarak) diriltirse, bütün insanları diriltmiş gibi olur.
Biz insanı en güzel şekilde yarattık sonra onu aşağıların aşağısına indirdik iman edip salih amel işleyenler bundan müstesnadır. Onlara kesintisiz bir ecir vardır.
Buna benzer ayetleri çoğaltabiliriz ancak tüm ayetlerin ortak mesajı şudur: İnsan yaratıcısını bulup ona kul olmayı kabul ettiğinden yaratılmışların en şereflisidir dolayısıyla onun değerine paha biçilemez. Yaratıcısını inkâr edip, O’na kul olmaktan kaçınanlar ise yaratılmışların en aşağı tabakasında hatta aşağıların aşağısındadır. Onların bu konumlarına rağmen onları İslam’ın meşru kıldığı gerekçeler haricinde öldürmek de haramdır. Hele bir Müslümanın öldürülmesi asla kabul edilecek bir şey değildir. Zira o Allah’ın mukaddes kıldığı Kabe’nin yıkılmasından daha vahim bir durumdur. Allah Resulünün şöyle dediği rivayet edildi;
“La İlahe İllallah Muhammed Rasulullah” diyen bir Müslüman’ın canı, malı ve toprağı, Allah’ın katında Beytullah’tan daha kıymetlidir; ona kastetmek, Kabe’yi yıkmaktan daha ağır bir vebaldir (İbn Mace, Fitne, II/1297).
İşte İslam’ın insana biçtiği değer ve ölçüleri bu şekildedir. Hal böyleyken Müslümanın Kanı, Canı, Irzı, Malı her geçen gün değersizleşmeye devam ediyor. Öyle ki; reel politika pazarında alınıp satılan pekte para etmeyen düşük bir mal olmaktan kurtulamadı.
İşte yeniden alevlenen Uludere hadisesinde de benzer tablo yeniden ortaya çıktı. İstihbaratı ABD verdi haberinden sonra herkes bir şeyler söyledi kimileri doğruydu kimileri yanlış ancak Uludere de katledilen masum Müslümanların hayatlarına biçilen kıymet bilmem kaç lira iken istihbaratın kimden alındığı ne ifade eder ki? İstihbaratın kimden alındığının peşinden koşacağımıza Müslümanın kanının kıymetini zihinlere kazımamız gerekmez mi? Müslümanların kanının takipçisi olmayanların İstihbarat kimden alındı, emri kim verdi gibi sorularında hiçbir anlam yüklü değildir. Siyasi muhalefet etmek adına söylenmiş boş sözlerden ibarettir. Tıpkı AKP’nin araştırılıyor, her şey ortaya çıkacak, sorumlular hesap verecek demesi gibi…
Sessizliğin kültür haline gelmesi ne kadar da acı bir şey! Daha da acısı Müslümanların oylarıyla koltuklara sarılanların Müslümanlara hak ettiği değeri vermemesine rağmen hâlâ iktidar koltuğunda kasıla kasıla oturmasıdır.