Türkiye’deki siyasi seviye, oldu-bitti hep düşüktü. “Sağ-Sol”, “Kürt-Türk” şeklinde tasnif edilen Türkiye, bu tasnife uygun kurulan partilerin elinde adeta esir edildi. Yeni değer yargıları, kanaatler ve ölçüler dayatıldı. Bunlar, sabah akşam tekrarlanan antlarla, marşlarla topluma empoze edildi. Yönetimden eğitime, yargıdan medyaya varana kadar hep bu ölçülere göre yönettiler, eğittiler, yargıladılar ve sabah-akşam medya organlarıyla da papağan gibi tekrar ettiler.
Siyasetteki bu düşük seviye elbette toplumu ciddi bir biçimde etkiliyor. Geçmişte bir takım medyanın ne yazarsa doğru kabul edildiği, gündem belirlediği bir dönem, sosyal medyanın gücüyle trol ve troliçelerin eline geçti. Siyasetçisinden gazetecisine kadar, her biri doğru ve yanlışı ters-düz ediyor. Yanlış doğru, doğru ise yanlış kabul edilebiliyor. Kavramların içi boşaltılıyor. Adalet, hak, hukuk gibi kavramların her birisi zihinlerde farklı anlamlar taşıyor. Dümenin başına kim geçerse geçsin bataklığa toplanan sinekler gibi insanın kanını emen haşereler üretiyor. Kamuya ait olan mallar, kimi şirketlere peşkeş çekilirken “biraz da bizimkiler yesin” diyen bir zihniyet ortaya çıkıyor. Ya da ümmetin sorunlarından herhangi bir sorunu vakıasından saptırarak kamuoyunda öyle bir seviyeye getiriyorlar ki; artık söz konusu vakıadan tiksinti duymaya başlıyorsun. Nerdeyse elini attıkları tüm meseleler murdar bil hâle geliyor. Evet, ülkede siyasi seviye düşüktü ama artık “düşük” kavramı bile bu vakıayı tanımlamaya yetmiyor.
Yeni kurulan partiler ise hep aynı teraneyi tekrarlıyor. Eskiyi yeni gibi yutturmaya çalışıyor. Demokrasi virüsünü kapmış olan bu partiler eve kapanması gerekirken gezip-dolaşarak virüsü yayıyorlar. Yıllardır köhnemiş bu rejimi kutsayarak işe başlıyorlar. “Değiştirilmesi teklif dahi edilemez” kanunları sanki bu toplumun değeri ve kanaati imiş gibi sunuyorlar. Bazıları işi daha da ileriye götürüyor; Türkiye toplumunu olduğu gibi Batı değer yargılarıyla bütünleştirmek istiyor. Diğeri ise zehre birazcık bal karıştırıyor.
Söz konusu bu partiler, Müslümanların hiçbir değerini gözetmiyor. İslâm’ın devlet, toplum ve hayata ilişkin hükümlerini yok sayıyor ama oy almak için İslâm’ı istismar aracı olarak kullanmaktan da çekinmiyorlar. İç siyasetten dış siyasete, ekonomiden eğitime varana kadar ülke dibe çöktüğü hâlde sorunun esaslarını tartıştırmıyorlar bile. Sanki sorun laik rejimde değil de uygulamalarda hata varmış gibi gösteriyorlar. Böylece yıllar yılları kovalıyor. Hayatlar bitiyor, ömür tükeniyor. Ama değişen hiçbir şey yok…
Elbette bu durum sadece Türkiye için geçerli değil. Tüm İslâm dünyasında Müslümanlar maalesef aynı sorunla karşı karşıya. Mevcut rejimler kitleleri baskı altına alarak toplumları adeta sopa ile yönetmeye çalışıyor. Halkın değer yargılarından uzak oldukları gibi kötü ekonomik şartları da onları çok ilgilendirmiyor. Oturduğu koltuğu korumak için her tavizi veriyorlar; ülke ekonomilerini kredi kuruluşlarına teslim ediyorlar. Tüm ülke olarak çalışıyorlar ama yine de doymak bilemeyen kapitalist canavarı doyuramıyorlar.
Aynı sorun ülkedeki cemaat ve sivil toplum kuruluşlarında da görülüyor. Siyasi parti olmayan bu yapılar ise farklı siyasi partilere eklemleniyor. Özellikle iktidar partisinin etrafında daha çok kümeleniyorlar. İktidara yakın olmanın yapılacak hayır ve hizmetler için daha çok fayda sağlayacağı düşünülüyor. Böylece iktidarın hata ve yanlışları görmezden geliniyor. Elbette cemaatler açısından sorun sadece iktidarın etrafında kümelenmek değil. Asıl sorun bu kitlelerin de üzerine kurulduğu esaslarda. Durum böyle olunca iktidarın yaptığı tüm hata ve yanlışlardan bu kitleler de sorumlu tutuluyor. Geçmişte “fısıltı gazetesiyle” de olsa konuşan bu cemaat, vakıf ve dernekler şimdi iktidarın nimetlerinin tozu ve toprağına öyle bulandılar ki, artık isteseler de bu girdaptan çıkamıyorlar. Karşı gelenlerin başına gelenler de tabii ki korkutuyor. Ama korkulması gerekenin iktidarın nimet ya da tehditleri olmaması gerektiğini de en iyi onların bilmesi gerekiyor.
Ülke olarak köklü sorunlarımız var. Rejim koyduğu partiler kanunuyla mevcut partilere bu halkı mahkûm ediyor. Yargı, en güvenilmez kurum olarak başı çekiyor. İktidara gelen yargıyı vesayeti altına alarak sözüm ona adalet dağıtıyor. Böylece her iktidar kendine göre bir vasat oluşturuyor. Aykırı her sesi bastırmak için trol orduları harekete geçiriliyor. Attığınız bir tweet ya da yaptığınız bir konferanstan dolayı yargılanmanız yadırganacak bir durum değil artık. Ekonominin kötü gidişatını sorgulamak ve eleştirmek “hain” olmak için yeter de artar bile. Peki, bu durum sadece bu iktidar için mi geçerli? Elbette değil! Yarın CHP iktidara gelse bundan daha da kötü olacağına emin olabilirsiniz.
Öyleyse köklü sorunlara köklü çözümler bulmak lazım. Bizim hayatımız, zamanımız hep böyle kısır döngülerle geçmemeli. Bunun için doğru kanaat, ölçü ve değer yargılarımıza sıkı sıkıya sarılıp bunlarla ölçüp bunlarla yargılamalı ve bunlara göre de amel etmeliyiz. İslâm akidesi hayata bakış açımızın ölçüsü olmalı. Bu ölçüye uymayan hiçbir parti ve düşüncenin peşinden gitmemeliyiz. Kıyamet gününde Allah *Subhanehu ve Teâlâ’*ya bunların hesabını vereceğimizin bilincinde olmalıyız. Öyleyse işe ilk olarak; laik demokratik partileri ve onların dini hayata karıştırmayan çözümlerini reddederek başlayabiliriz. Yine İslâm’ı hayata hâkim kılmak için Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in nübüvvet metodu üzere hareket eden sahih İslâmi partilerle çalışmamız lazım. Üzerimize farz olan budur.
Söylediğim şeyin daha fazla izah edilmesi gerektiğinin ve de zorluğunun elbette farkındayım. Ancak takdir edersiniz ki bu mesele sadece bir makale konusu değil. Eğer biz sorunun ne olduğunu bilirsek çözümü de kolay bulabiliriz. Zorluğa gelince; değişim talep eden toplumlar bu zorluğu göğüslemiş ve de Allah Subhanehu ve Teâlâ’dan yardım ve sabır dileyerek başarıya ulaşmıştır. Öyleyse biz Müslümanlar da şimdi bunu başarabiliriz. Yeter ki; sabitelerimiz olsun ve bizi Allah ile ya da demokrasi ile kandırmasınlar.
___
#DemokrasiYalanÇözümİslam