Uzun sayılabilecek parti içi kavgalar ve itiş-kakış sürecinden sonra, Meral Akşener nihayet partisinin kuruluşunu Türkiye’ye ilan etmiş oldu. Partinin ismi olan “iyi” çok mütevazi gibi görünse de aslında kendi dışındakileri zımnen kötü olarak nitelemiş olduğu söylenebilir. “İYİ” Osmanlı Devleti’nin temellerini atan Kayı Boyunun sancağından esinlenildiği, simgesi olan güneşin de yine aynı kaynağa dayandığı konuşuldu-yazıldı-çizildi.
Aynı durum AK Parti için de söylenebilir, çünkü o da kendi dışındakileri “kara”lamış olmuyor mu? Her parti yola çıkarken “Tüm Türkiye’yi kucaklama” iddiasında bulunurken, hiçbirinden de bu sonuç ortaya çıkmadı. Hep statükoyu değiştirmek için yola çıktılar, iktidar olduklarında kendileri statükoyu temsil eder oldular. Kimileri ismini “Doğru Yol” koyup, bu Müslüman halka “sırat-ı müstakim” olarak kendilerini sundular.
Kurucu kadrosu daha AK Parti kurulmadan önce, Fazilet Partisi içinde “yenilikçi” sıfatı ile toplumun ilgisini, dikkatini çekmeye başlamış, daha sonra da liberalleri, ikinci cumhuriyetçileri ve bugün “FETÖ” diye anılan yapıyı da yanına alarak, iktidara kavuşmuştu. Allah’ın bir hükmü olarak değil de, “din ve vicdan özgürlüğü” ve “eğitim hakkı” bağlamında ele aldıkları başörtüsü ile “Kürt Sorunu”, “bürokratik oligarşi ile mücadele” ve “AB’ye tam üyelik hedefi” gibi argümanlar toplumun çeşitli kesimlerinde heyecan uyandırmıştı. AK Parti kadroları 15 yıldır iktidardadır. Bu sürede sonunda “metal yorgunluğu”ndan söz edilmeye başlandı. AK Parti yeni bir makyajdan geçiriliyordu. Talimatla belediye başkanlarının istifası, hem bir yenilenme, hem de istifa eden başkanlar üzerinden dertlerinin “koltuk olmadığı” imajı verilmeye çalışıldığı, bir erdemlilik olarak sunulduğu siyasi bir atmosferde Türkiye, yine “sağdan-soldan toplama” kuruluşu yeni ancak zihniyeti eski; yani “cumhuriyetin kurucu felsefesi” olan bir partiyle tanışmış oldu.
Bu bir tevafuk muydu yoksa önceden hazırlığı yapılıp, böyle bir atmosfer doğunca mı ortaya çıktı bu parti? Böyle bir atmosferin oluşması mı beklendi? AK Parti ve Türkiye bu noktaya bilinçli bir planla mı sürüklendi? Bu sorular komplocu bir yaklaşım olarak görülebilir. Resim Türkiye olunca, hiçbir şeyin tevafuk olmadığı herkesçe kabul edilir bir kanaattir.
AK Parti önce liberallerle, sonra ikinci cumhuriyetçilerle yollarını ayırdı. 17-25 Aralık meselesiyle gün yüzüne çıkan çatışmayla birlikte yola çıktığı “FETÖ” ile de yollarını ayırdı. AK Parti 7 Haziran 2015 genel seçimleri öncesinde “Kürt Açılımı” sürecini de rafa kaldırdıktan sonra, iyice yalnızlaştı. Elinde bir tek İslami kesim ve milliyetçi oylar kalmış oldu. “Reis”in ara sıra “tekkeye derviş aramıyoruz” kabilinden İslami kesime parmak salladığını da unutmayalım.
Yani birileri Erdoğan’ın elindeki kartların durumunu gördü. 1 Kasım seçimleri öncesinde MHP’nin kilit rolü de iyice aşikar oldu. Bu nedenle işte o birileri, MHP’nin 1 Kasım başarısızlığını istismar ederek “yeni” partiye uzanan yolun kilometre taşlarını dizmeye başladı. Öte yandan Bahçeli’nin partisinin eriyişini izlemesi, sizlere de gerçekten garip gelmedi mi? 15 Temmuz vakıası sonrası, Erdoğan ve AK Parti’nin savrulduğu cumhuriyetin kurucu felsefesine sık sık atıfta bulunma eğiliminden önceki yazılarımda söz etmiştim. İster taktiksel nedenle olsun, ister başka nedenle olsun ulusalcı-milliyetçi söylemlere dönmesi bir tek şeyi gösteriyor; 2019 seçimlerinde milliyetçi oylara duyulan aşırı ihtiyaç. Bu nedenle sözünü ettiğim o birileri, “metal yorgunluğu” üzerinden AK Parti’nin makyaj tazeleme çalışmaları sürerken, “İYİ Parti”yi kurmakla topluma şunu demiş olabilir: “Size, yenilenmeye veya makyaja muhtaç olan bir parti yerine, yepyeni bir parti sunuyoruz.”
Bu ülkede hiçbir siyasetçi, bir sinyal almadan parti kurmaya kalkışmaz. Akşener gibi devletin derinliklerini de, yüzeyini de bilen bir siyasetçi de, durduk yere bu partiyi kurmadı demek istiyorum. 2019 seçimlerine endişe ile bakan AK Parti açısından talip olduğu milliyetçi-ulusalcı oyları alamamak büyük bir tehdit oluşturabilir. Ancak tabi bu ulusalcı-İngilizci taifenin sinsi hamlelerinden biri midir? Yani AK Parti’deki endişe ve evhamı artırmak mı amaçlanıyor, blöf mü yapılıyor, yoksa hakikaten cumhuriyet sisteminin yeni stepnesi mi hazırlanıyor? Yine, seçim öncesinde aslında çizgileri benzer söylemlerle kesişen ancak farklı siyasi geleneklere sahip isimlerin bir araya gelmeleri Erkan Mumcu ve Mehmet Ağar liderliğinde 2007'deki ANAP-DYP birleşmesini ve hemen seçimlerin öncesinde seçimlere katılmama kararlarını da hatırlatıyor(!). Sürecin nasıl işleyeceğini hep birlikte göreceğiz.
Tüm bunlar bir yana, Kıymetli kardeşlerim; İslam nazarında biliyoruz ki, “iyi”-kötü, güzel-çirkin, doğru-yanlışın belirleyicisi Allah Subhanehu ve Teala’dır. Hiçbir siyasi parti kendi adını “AK” veya “İYİ” koymakla “AK” ya da “İYİ” olmaz. Onun “AK”lığını ya da “İYİ”liğini belirleyen; fikirlerinin ve programının İslam’dan kaynaklanıyor olması ve yönetimi ele almadaki metodunun da; Rasulullah Aleyhisselatu vesselam’dan alınmış olması ile ölçülür. Türkiye’de kurulan gelmiş geçmiş tüm partiler, fikirleri ve programları bakımından, birbirinden göze batmayacak nüanslarla ayrılırlar. Öncelikle mevcut tüm siyasi partiler İslam ümmetini kalkınmaya götürecek, sonra da tüm insanlık için huzur ve adaleti yayacak İslami fikir ve programlardan uzaktırlar. Her biri gayri İslami olan, parlamenter ya da başkanlık sistemiyle olsun, İslam’la ilişkisi olmayan demokrasi ile yönetmede hem fikirdirler. Gerçek “iyi”lik Allah’ın emir ve yasaklarına uymakla olur.
Aman ha, İslam’ın Hükümlerini ve siyasi fikirlerini öğrenerek uyanık olalım da, bir de bu sahte “İYİ” rüzgârına kapılmayalım.