Tüccar Zihniyetli Siyasetçiler
06 Mayıs 2015

Tüccar Zihniyetli Siyasetçiler

İnsanlık hayata, vahyin aydınlığa açılan penceresinden bakmadıkça zulumattan kurtulmayacaktır. Hayatını, vahyi merkeze alarak düzenlemek yerine dünyevi pragmatik bakışı ile vahyin buyruklarını bükme yolunu seçtiği müddetçe ne Rabbinin rızasına ulaşması ne de kalkınması mümkündür.

Başlangıçta bütün samimi yaklaşımlarına rağmen, vahyin ölçü ve mefhumlarına sıkıca bağlanmayan her Müslüman, otorite kaynaklı, toplumsal talep ve değişimler karşısında savrulmaktan kendisini koruyamaz. Bununla birlikte zaman içinde olumsuz değişimini bazen fark edemeyecek kadar hafıza kaybına uğramakta bazen de mevcut değişimi gerekli ve yerinde görebilmektedir. Önceleri sadece şartların dayatması sonucu oluşan bu değişimde, şimdi başka faktörlerinde rol aldığını görebilmekteyiz.

Bu faktörlerden biri de bireysel veya kitlesel davet çalışmalarında bulunan fert veya yapıların İslami çalışmalarını tüccar mantığına indirgemeleridir.

Bilindiği gibi kazancı esas alan bir tüccar, piyasada talebi fazlaca olan ürünü satma yoluna gider. Sadece işinde uzman kapitalistler, alıcısı olmayan bir malı satmak istediklerinde sanal bir ihtiyaçlık algısını oluşturabildiklerini biliyoruz. Ancak, günümüz Müslümanları bu kadar maharetli olmadıklarından konjonktürün belirlediği ihtiyaçları kullanırlar. Normal şartlarda, alıcısı olmayan bir malı satmaya çalışmak iktisatta akıl karı değildir.

Günümüzde tanınan birçok şahsiyet, toplumun nabzını iyi tutarak, popüler olabilecek söylemleri İslam adına kullanmaktan çekinmemektedir. Benzer şekilde bir çok İslami yapı da müntesiplerini artırmak veya özünde kayda değer bir iktisadi sermayeyi kontrol eden mevkileri elde etmek için toplumda trend olan anlayışı İslamileştirerek sunmaya çalışmaktadırlar. Böylece egemen sistemlerin oluşturduğu girdaplarda dolanıp dururlar. İçine girilen girdabın her koridorunun sonunda görünen ve gittikçe büyüyen bu pragmatik ışık bu yolda yürümeyi daha cazip kılmaktadır. Sonuç olarak Müslümanların kurtuluşunu sağlayan vahyin ışığından uzaklaşılır ve bayrağı devralan yeni nesiller ile bu kısır döngü tekrarlanır.

Biraz okuyanlar için malumdur ki sosyalizm rüzgârının hızlı estiği zamanlarda bu tüccar zihniyet, İslam ile sosyalizmin arasını cem etmeye çalıştı. İslam'ın iktisadi olarak adil çözümlerini sosyalizmin eşitlikçi anlayışına indirgemek için çok çalışıldı. Bu işi öyle ileri bir seviyeye götürdüler ki Rasululah (sav)'i en büyük sosyalist lider ilan ettiler.

Sosyalizmin gözden düşmesi ve emperyalist batının özgürlükler fikri ve demokratik rejimleri popüler olunca bu tüccar zihniyet, toplumda alıcısı artan bu yeni fikirlere yöneldi. İnsan hakları fikrini, özgürlükler anlayışını İslam'dan gösterme gayretleri had safhasına ulaştı. En büyük sosyalist lider Rasul, bu sefer insanları kölelikten kurtaran demokrat, Medine Vesikası ile cumhuriyetçi, ekonomik özgürlükler ile liberal bir lidere dönüştürüldü. Makalemin konusu bu olmadığı halde daha önce mistik bir atmosferde derviş olarak tasvir edilen Rasul, bazılarının gözünde bir postacı, bazılarının gözünde ise elinden kılıç düşmeyen bir cellat olarak resmedilmeye başlandığını da hatırlatmak isterim.

İslam'ı ve Rasul’ünü kendi dünyevi ihtirasları için kullanan, vahyin hükümlerini durmadan eğip büken bu tüccar zihniyet, bu günlerde de Rasul’ü bir "başkan", sistemini de "başkanlık" sistemi olarak tasvir etmeye çalışıyor. Rasul’ün devletini yine Medine Vesikası'nı baz alarak özerkliğe benzetenler de yarın Rasul’ü "eş başkan" yapıverse şaşırmam artık.

Çağı iyi okumayı, çağa ayak uydurma olarak algılayan ve bu şekilde kullanan bir başka tüccar zihniyet, bir zamanlar küfür olarak gördükleri meclislere girmeyi, İslami bir gereklilik olarak görmeye başladı. Muhammed (as)'ın şeriatını es geçip, hakkında pek bilgi olmayan önceki şeriatlarda delil arayan, masumiyet sıfatına sahip Rasulleri küfür nizamına ortak kılma iftirasında bulunan, binlerce samimi Müslüman'ı sonu görünmeyen girdaplara sokmanın vebali nasıl ödenecektir?

Son günlerde Kuran'ı, kendi fasit rejim ve saltanatlarının bekaları için kullanan bu tüccar zihniyet daha birçok alanda kendisini göstermektedir. Bu hususlardan birisi de "Kürt Meselesi"dir. Meydanlarda liderler ellerine aldıkları Kürtçe Kur’an mealleri ile halktan oy istemektedirler. Kur’an-ı Kerimi hayatımızdan uzaklaştıran rejimin savunucusu liderler ”Ben Kur’an ile doğdum Onunla yaşıyorum.” Diyerek bunu yapıyorlar. Bazıları ise hem dinin kutsallarına hakaret ediyorlar hem de siyasi basireti sönmüş âlimleri arkalarına alarak dini motifli resimler vererek oy istiyorlar.

Bir zamanlar bu mesele hakkında ileri sürülecek her fikir devlet-örgüt arasında iki görüşten birine taraf olma tehlikesi karşısında şimdilerde daha rahat ifade edilebilmektedir. Özellikle kamuoyunda oluşan bilinç ve ikrar edilen zulümler sonucunda tüccar zihniyet, fırsattan istifade bu meseleye eğilmeye başladı. Bu meselede sahih bir İslami çözüm ve fikir ortaya koymaktan ziyade devletin veya örgütün hangi talepleri toplum tarafından kabul görmüşse bu talepleri zikretmektedirler.

Sonuç olarak, Allah'ın rızasını elde etmek için Kitap ve Sünnetin kıstaslarına sıkıca bağlanmadığında zamanla yoldan sapılır. Özellikle zaman uzadıkça daha hayatta iken somut bir şeyler elde etmek istenir. Böylece şer'i hükümlere uymak yerine, yaptıklarına şer'i kılıf aramak durumunda kalınır. Allah'ın razı olacağı hususları, Allah'ın bildirdikleri dışında kendileri tarafından belirlenmeye başlanır. Mantıki kıyaslar sonucunda salih bir niyetle dahi yapılsa, şer'i hükümlere uyulmadan yapılan amellerin azaptan başka bir şey getirmeyeceğini bilmek gerekir.

Hiç kimse, Allah'tan daha merhametli olamayacağını, sünetullahı bozamayacağını ve Allah katındaki nimetlerin daha hayırlı olduğunu unutmamalı.

@Ausalp