Kapitalizmin gerçek sahipleri olan para babalarının ve onlara bağlı olan şirketlerin, dünya siyasetine yön verdikleri bilinen bir hakikattir. Kapitalizmin ağabeyliğini yapan ABD’de ise, 20 Ocak 2017 tarihinde dünyanın en zengin 400 insanından biri olan Donald Trump’ın başkan olması, bu ülkelerde kimlerin muktedir olduğunu tekrar teyit etmiş oldu. Gerçi pastanın paylaşımı konusunda para babalarının arasında da siyasi kavgaların olduğu biliniyor. Dolayısıyla Trump’ın rakiplerinin siyaseten ona karşı cephe aldığı da unutulmaması gerekiyor.
Neticede Trump, çok para harcayarak iktidara geldi. Ve kendi çevresindeki güçlerin örneğin, -silah ve petrol lobilerinin- menfaatini gözettiği de bilinmektedir. Trump’ın yaklaşık 3 milyar 700 milyon dolar servetinin olduğu söylense de, bu rakamın Trump’ın iddiasına göre 10 milyar dolar olduğu dillendiriliyor. Kapitalizmin siyaseti her zaman para üzerine inşa edilmiş olduğu için Trump gibi aslında siyasetten anlamayan kişilerin dahi başkan olmasına engel olamıyor. Lakin normal şartlarda Trump gibi para babalarının siyasette fiili olarak yer almaları istisnadır. Genelde bu şirketler siyasetin görünen yüzü olmamışlardır. Daha ziyade perde arkasından siyasete yön vermişlerdir. Lakin Trump’ın başkan olması ile belki de ilk kez dünyanın en zengin 400 kişisinden biri dolaylı olarak değil de direkt olarak siyasete dahil olmuştur.
Dolayısıyla Başkan Trump ile beraber onun en önemli bakanlarının da büyük şirketlerle ilişkili olması şaşılacak bir şey değil. İşte bu sebeple ABD’nin yeni Dışişleri Bakanı Rex Tillerson, bu para babalarının önde gelen şirketlerinden biri olan Exxonmobile firmasının 2006 yıllından beri CEO’su konumunda. Exxonmobile şirketinin ise dünyanın en güçlü 10 firmasından biri olduğunu da vurgulamakta fayda var. Bu firmanın yıllık cirosu 205 milyar dolar, piyasa değeri ise 400 milyar doları aşıyor. Kuruluş tarihi ise 1882 yılına dayanıyor. Standard Oil Company (Exxon) olarak John D. Rockefeller tarafından kurulan bu firma, 1999 yılında Standard Oil Company of New York (Mobil Oil) ile birleşerek dünyanın en büyük petrol ve gaz şirketlerinden biri olan Exxonmobile şirketinin oluşmasına vesile oldu. Rex Tillerson Şubat 2017 tarihinde Dışişleri Bakanı olmadan önce Exxonmobile şirketinden rekor tazminatla ayrıldı. Kendisinin 180 milyon dolar tazminat aldığı biliniyor.
Rex Tillerson Ortadoğu ve özellikle Türkiye’ye yabancı olan bir iş adamı ve siyasetçi değildir. Tillerson, 42 yıllık Exxon şirketinin mensubu olduğu dönemde petrol ve gaz yataklarının olduğu birçok ülke ile yakından ilgilendi. Örneğin, 1995 yılında Exxon Yemen şirketinin başına geçti. 1998 yılında Exxon Rusya’nın (Exxon Neftagas) şirketinin başına geçti. Yine 2012 yılında Exxonmobile olarak Irak’ın kuzeyinde birçok noktada petrol arama çalışmaları yapmak için Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi’yle anlaşma imzaladığı bilinmektedir. Petrolün nakliyatı ise Türkiye’nin Ceyhan Limanı üzerinden yapıldı. Günlük ortalama 587 bin 646 varil petrol ihraç edildiği de belirtiliyor. (al-monitor.com)
Neo-conların yani Ortadoğu konusunda köklü değişikliği arzulayan Kissinger ekibinin (Bush, Rumsfeld, Cheny ve Condollerezza Rice) ısrarla Dışişleri bakanı olarak Rex Tillerson’ı önermeleri ise Tillerson’ın bölge siyaseti için ne kadar ehil bir kişi olduğunu bize gösteriyor. İşte tüm bu gerçekler doğrultusunda Rex Tillerson’un Türkiye ziyaretini anlamaya çalışmak lazım.
Gelelim, ziyaretin detaylarına ve öncesinden estirilen sözde soğuk hava mevzusuna…
Bildiğiniz üzere Tillerson ilk kez Türkiye’ye gelmiyor. Bu ziyaret onun üçüncü ziyareti. Tillerson geçen yıl 30 Mart’ta Ankara’ya, 10 Temmuz’da ise İstanbul’a gelmişti. Yine 15 Şubat tarihinde Erdoğan’la görüşmeden önce Ortadoğu turuna Mısır’la başlamıştı. Ardından sırası ile Kuveyt, Ürdün ve Lübnan’a geçmişti. En son ziyaretini ise Türkiye’ye gerçekleştirdi. Ziyaret ettiği ülkelere baktığınızda en önemli başlığın Suriye olduğunu görüyorsunuz. Nitekim ziyaret etmiş olduğu beş ülkenin üçü Suriye sınırında bulunuyor.
Evet, Tillerson Türkiye’ye gelmeden önce Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu ve Cumhurbaşkanı Erdoğan ne demişti?
Çavuşoğlu sert bir çıkışla, “Ya ilişkileri düzelteceğiz ya bu ilişkiler tamamen bozulacak.” derken, Erdoğan, AK Parti Grup toplantısında şu şekilde bir açıklama yapmıştı; “Hele hele ‘Bizi vururlarsa sert karşılık veririz’ diyenlerin ömürlerinde hiç Osmanlı tokadı yememiş oldukları da çok açıktır.” İşte bu şekilde açıklamaların yapıldığı bir dönemde Tillerson 15 Şubat 2018 tarihinde Türkiye’ye geldi ve 3 saat 15 dakika Erdoğan’la basına kapalı bir şekilde görüştü. Görüşmenin detayları açıklanmamış olsa da bir gün sonra Çavuşoğlu ile yapmış olduğu basın toplantısında bazı ipuçlarından bahsetmiş oldu.
Tillerson’ın, Suriye konusunda her iki ülkenin hedeflerinde kesinlikle bir ayrımın olmadığını ve hedeflerinin örtüştüğünü dile getirmesi önemli bir itiraf niteliğini taşımaktaydı. Yine bağımsız, demokratik bir Suriye inşa etmek istediklerini çok net bir şekilde dile getirmiş oldu. Bunun ise Suriye’de bir bölünme olmadan ve halkın serbestçe kendi liderlerini seçebilecek bir ortamın tesis edilmesi ile mümkün olması gerektiğinden bahsetti. Bu konular ele alınırken katil Esed’den hiç bahsetmemiş olması ve yapılan katliamların kesinlikle söz konusu dahi olmaması, aslında altı çizilmesi gereken ve Müslümanların asla unutmaması gereken bir hakikat olmuş oldu. Yani –sözde- rakibi Rusya, ülkenin güney batısında katliam yaparken ABD’nin, Suriye’nin kuzey doğusunda cirit atması nedense bu sözde hasımlı olan iki ülkeyi hiç mi hiç rahatsız etmiyor? Bilakis bu durum, ABD’nin önderliğinde Suriye’nin tüm taraflarının koordineli bir şekilde hareket ettiklerini teyit ediyor. Yine DEAŞ vurgusu yanında diğer yerel gruplardan bahsedilirken bunun Türkiye ile koordineli bir şekilde yapacaklarını vurgulamış olmaları aslında ABD ve Türkiye’nin Suriye konusunda ne kadar yoğun bir şekilde beraber çalıştıklarını ortaya koyuyor. Yine Cerablus, Azez, El Bab (Fırat Kalkanı) operasyonu ile Afrin operasyonun arkasında bulunan aklın, “koordineli bir şekilde” ifadesi ile ABD olduğunu itiraf etmiş oluyor.
Bununla beraber Çavuşoğlu’nun şu açıklaması da oldukça önemliydi. Kendisi halkın hissiyatlarının pozitif bir şekilde kanalize edilebilmesi için siyasetçiler tarafından yönlendirildiğini adeta manipüle edildiğini itiraf etmiş oldu. Yani aslında şunu söylemiş oluyor Çavuşoğlu: “Biz halkın duymak istediklerini söylüyoruz. Lakin onu kastetmiyoruz.” İşte bu itirafı Tillerson ziyaretinde tekrar görmüş olduk. “Ya devam ya tamam” sözü yine “tabi ki devam” ile neticelenmiş oldu. Ne kafa tutmalar kaldı ne de Osmanlı tokadı. Hepsi unutulmuş oldu, neden? Çünkü halkın duymak istediği şeyler söylenerek adeta gazı alınmış oldu. Lakin dost ve müttefik ABD geldiğinde ve talimatlarını gizli kapılar ardından sıraladığında Türkiye’deki yöneticiler için adeta akan sular durdu.
Evet, gerçekleşen bu ziyaretten kısaca bu hakikatleri tekrar görmüş, maalesef ümmetin içine düştüğü rezaleti de tekraren hissetmiş olduk. Rabbim Müslümanlara basiret ve feraset versin. Rabbim bizlere hakkı haykırmayı ve bunca aldatıcıya karşı gerçekleri savunmayı nasip etsin.