Ümmetin geçirdiği iki büyük sarsıntıdan [1924 Hilafet’in ilgası ve 1948 İsrail’in Kurulması] sonra 1953 yılında siyasi bir çalışma yapmanın gerekliliği ile hedefini Raşidi Hilafet olarak belirleyen Hizb-ut Tahrir, aradan geçen 62 yıl boyunca fikrini, metodunu, hedefini ve mücadele azmini hiç değiştirmedi. İlk halakasında ne anlattı ise, son halakasında da aynı şeyi anlattı. İlk beş kişiye ne söyledi ise; elli, beş yüz, beş bin, elli bin ve beş yüz bin kişiye de aynı şeyleri söyledi. Zorlu ve meşakkatli olan bu yolda karşılaştığı zorluklar ve tehditlere, değişen siyasi ortam ve konjonktüre, çağa ve reel-politiğe aldırmadan hak bildiği yolda durmadan ilerledi. Söylemini hiç değiştirmeden Hilafet’in önemini anlattı ve yeniden nübüvvet metodu üzere kurulana dek anlatmaya da devam edecek inşallah.
Bu zorlu yolda öyle anlar oldu ki Hizb-ut Tahrir’li gençler, “bu çağda da Hilafet olur mu?” veya “Müslümanların yeniden birleşmesi hatta Hilafet’in yeniden kurulması hayalcilik” söylemleriyle karşılaştı. O ise bu ve bu benzeri tüm itirazlara şer’i ve akli delillerle cevap verdi. Müslümanların umutsuzluğuna karşı Allah’ın vaadini ve Rasulullah’ın müjdesini göstererek onları da umutlandırmaya çalıştı.
“Allah, sizlerden iman edip salih amel işleyenleri, kendilerinden öncekileri yeryüzünde Halife kıldığı gibi onları da yeryüzünde Halife kılacağını, onlar için seçtiği dinlerini (İslam’ı) yeryüzünde hâkim kılacağını, (geçirdikleri) bu korkularını güvene çevireceğini vaâdetti.” [Nur 55]
“Allah’ın olmasını dilediği kadar aranızda Nübüvvet olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde Allah onu kaldıracaktır. Sonra Nübüvvet Minhâcı üzere [Raşidi] Hilâfet olacaktır. Böylece Allah’ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde onu da kaldıracaktır. Sonra Isırıcı Meliklik olacaktır. Böylece Allah’ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde Allah onu da kaldıracaktır. Sonra Zorba Diktatörlük olacaktır. Böylece Allah’ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde onu da kaldıracaktır. Sonra (yeniden) Nübüvvet Minhâcı üzere [Raşidi] Hilâfet olacaktır.”[Ahmed bin Hanbel]
Bunun yanında Müslümanların zihinlerinde Hilafet’in daha somut hissedilebilmesi için canla başla çalıştı ve Hilafet Devleti ile alakalı tüm gereksinimleri tedarik etti. Hilafet Devletinin Anayasası Tasarısından Esbabı Mucibesine, Yönetim ve İdari Organlarından İktisat Nizamına, Beyyinat Hükümlerinden Ukubat Nizamına, Maliyesinden İctimai Nizamına, Hilafet Devletinin Karşılaşacağı Zorluklardan Eğitim ve Öğretim Nizamına kadar her şeyi tüm delilleriyle birlikte ortaya koydu.
Ümmetin bir vücut olduğunu göstermek adına Ümmetin arasında ve Ümmetle birlikte hareket ederek, Hilafet’in yeniden kurulmasını isteyen samimi ve ihlaslı gençler yetiştirdi. Endonezya’dan Fas’a kadar beş kıtada ve 50’ye yakın ülkede faaliyet gösterdi. Binlerce genci tutuklandı ve zindanlara atıldı. Yüzlercesi ise zalim rejimler tarafından şehid edildi. Fikrini billurlaştırdı, metodunu belirginleştirdi. İslam’ı kendisine dava edilen sahih iradeli kitlesiyle birlikte, sınırlandırdığı hedefine doğru sağlam ve kararlı adımlarla yürüdü.
Müslümanların kurtuluşunu Hilafet’le gören ve O’nu kendisine şiar edinen Hizb-ut Tahrir, bazı kesimler tarafından sürekli Hilafet’e vurgu yapması sebebiyle tenkit edildi, eleştirildi. Öyle anlar oldu ki Hilafet’in tek savunucusu olarak kabul gördü. Hilafet denilince Hizb-ut Tahrir, Hizb-ut Tahrir denilince Hilafet algılanır oldu. Aljazeera TV’nin Türkiye Müdürü Nidal Siyam’ın ifadesiyle: “Hizb-ut Tahrir her zaman gücünün üzerinde işler yaptı.”
Hizb-ut Tahrir, kendisinden sonra ortaya çıkan birçok İslami harekete ya örneklik teşkil etti, ya fikrinden dolayı tesir etti. Örneğin, ABD’li düşünce kuruluşu Nixon Center’in İslami ideolojiler hakkındaki uzmanı ve “Hizb-ut Tahrir; Siyasi İslami Bir İsyandır” kitabının yazarı Zeyno Baran, “Hizb-ut Tahrir’in radikal İslami hareketler için taşıyıcı bir bant olarak fikir babalığı yaptığını” dile getirdi ve yasaklanmasını önerdi. Yine Mazlum Der İstanbul Şubesi Başkanı Cüneyt Sarıyaşar, geçen sene düzenlenen ve İslami camianın birçok temsilcisinin katıldığı bir iftar programında şöyle diyordu: “Türkiye’deki tüm İslami STK’lar ve İslamcılar, mutlaka Hizb-ut Tahrir ile bir etkileşim içerisine girmiştir.” Bu etkileşimin en temel noktası da kuşkusuz ki siyasi çalışma, İslam Devleti fikri ve Hilafet’tir.
Hakikat bu iken, başkanlık sisteminin hararetle tartışıldığı ve alakası olmadığı halde Hilafet ile bağdaştırılmaya çalışıldığı şu günlerde, daha önce yüz yüze görüştüğümüz birçok insan, Hilafet veya Başkanlık Sistemi konularındaki tartışma programlarında veya köşe yazılarında görüşlerini beyan etmektedir. Ancak unutulmamalıdır ki Hilafet hakkında Hizb-ut Tahrir’in olmadığı tüm tartışmalar veya oturumlar cılız ve eksik olacaktır. Hilafet’in irdelendiği tüm yazılarda, Hizb-ut Tahrir’in düşüncelerine [olumlu yâda olumsuz] değinmemek ise, büyük bir noksanlık sayılacaktır.
Elbette kimse buna zorunlu değildir ve Hilafet, Hizb-ut Tahrir’in şahsi bir projesi de değildir. Zira O, tüm Müslümanların savunması ve yeniden inşası için çalışmaları gereken şer’i bir hükümdür. Kendisi ile birlikte birçok farzın yerine getirileceği, farzların tacıdır. Yani Hizb-ut Tahrir’in patentli bir fikri değildir. Ancak Hilafet’in konuşulduğu veya tartışıldığı her platformda, kurulduğu günden beri dünyanın dört bir yanında Hilafet için çalışan ve bunun için büyük bedeller ödeyen küresel bir siyasi bir oluşuma söz hakkı vermemek veya onun fikirlerinden referans göstermemek, ya bir telkin ya da bir ihmalin sonucudur. Çünkü bunun başka bir izahı olmaz.
Ezcümle, bir Hizb-ut Tahrir’li olarak şunu söylemek istiyorum: Hizb-ut Tahrir’in Hilafet konusunda bugüne kadar yaptıklarını takdir etmenize gerek yok! Lakin en azından emeğe saygı göstermeniz gerekmiyor mu?