2023 Haziran seçimlerine resmî olarak yaklaşık bir yıl kala Türkiye şimdiden seçim sathı mailine girmiş durumda. Cumhur İttifakı ile Millet İttifakı arasında kılıçlar çekilmiş ve seçmeninin tercihini etkilemek için her kafadan bir ses çıkmaktadır. Ancak çıkan sesler, vatandaşın derdine derman olacak köklü çözüm sunan projelerle ilgili değil. Hakaret, didişme, korkutarak etkileme, manipülasyonla içgüdüleri harekete geçirme üzerine kurulu basit demagojiden ibaret. Öyle ya! “Demokrasi; kimin daha inandırıcı yalan söylediğini belirlemek için sandıklar kurar. Kim kazanırsa kazansın kapitalizm iktidardır.” Her iki tarafın da elinde şu anda en çok konuşulan ekonomik krize dair bir çözüm yok. Nasıl olsun ki? Elde olan malzeme ortada; kapitalizm, faiz, borsa, kolay yoldan para kazanma, rant halkalarını doyurma…
Ekonomik krizin elde olan malzemelerle bir çözümü olmayınca da muhalefet bu acziyetinin üzerini örtmek için “parlamenter sistem gelirse her şey düzelecek, israf sona erecek, Suriyelileri geri göndereceğiz” söylemlerini kullanıyor. Oysa Türkiye parlamenter sistem ile yönetildiği yıllarda da defalarca ekonomik kriz yaşamış, kriz olmadığı zamanlarda bile halk fakirlikten kurtulamamıştır.
İktidar ise acziyetini “dış güçler” söylemi ile örtme peşinde… Uyguladıkları “Kur Korumalı Mevduat” hesabından umduklarını bulamadılar ve dolar yeniden eski seviyesine yaklaştı. Şimdi de “Gelire Endeksli Devlet İç Borçlanma Senedi (GES)”ni ortaya attılar. Vatandaşın yastık altındaki dövizi de Merkez Bankası’nın ihtiyacını karşılayamadı. Dipsiz bir kuyu gibi… Ülke ülke dolaşıp swapla ya da yabancı yatırımcıyı her türlü teşvik ile Türkiye’ye çekerek derman aradılar ama nafile… Belki seçime yakın geçici de olsa dövizde düşüş sağlanabilir ama bu sadece köprüyü geçene kadar. Yine elde var; kapitalizm!
İktidar muhalefetin “Suriyeliler geldi ekonomi bozuldu, göndereceğiz” gibi ırkçı söylemlerle oluşturduğu kamuoyunun altında kalacağını ve yerel seçimlerde bu propagandayla büyükşehir belediyelerini kaybetme acısını unutmuş değil. Oysa iktidar pek dillendirmese de kriz içindeki Türkiye’nin ekonomisini Suriyeliler sayesinde ayakta tuttuğu bir hakikat. Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV)’nın TOBB verilerine dayandırdığı rapora göre Suriyelilerin Türkiye’de kurduğu şirket sayısı Eylül 2018 itibarıyla 10 bini aşmıştı. Bunların %40’ında Suriyeliler ortak konumundaydı, %60’ı ise tümüyle Suriyelilere aitti. Bugün sesi çıkmayan iş adamları ucuza çalıştırdıkları Suriyeli ve Afgan işçilerin sırtından milyarlar kazanırken sanki Suriyeliler yapmış gibi fırsatçı ev sahipleri sayesinde yükselen kiraların da faturası muhacirlere kesiliyor. Kötü bir olay olsa onların üstlerine yıkılıyor. Toplum olarak her türlü ahlaksızlığımızın üstünü örtecek bir günah keçisi bulmuşuz. Kaldı ki Allah bizi kardeş kılmış; ihtiyaçlarını gidermek, ayıplarını örtmekle memur etmiş.
Durum bu hâldeyken Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’nin güney sınırları boyunca oluşturmayı hedeflediği 30 kilometre derinliğindeki “güvenli bölge” için yeni adımlar atacaklarını açıkladı. Bu açıklama ile Ankara başta olmak üzere dünya başkentleri hareketlendi.
NATO’nun ikinci büyük ordusu TSK, istese 15 gün içinde Menbiç’ten girip Tel Aviv’den çıkmaya kadir fakat o, güney sınırında yuvalanan YPG terör örgütüne defalarca düzenlediği operasyonlara bir yenisini daha eklemeyi planlıyor. Peki, kimdir bu YPG? Nereden ortaya çıktı?
YPG, kendini tam adı ile “Halk Koruma Birlikleri” veya “Halk Savunma Birlikleri” olarak tanımlıyor. “Kadın Koruma Birlikleri (YPJ)”, YPG’nin kadın kolu. “YPG Enternasyonal” ise yabancı gönüllülerden oluşan koludur. İçinde Avrupa’dan gelen Hıristiyanlar ve bölgedeki Ezidiler de var. PYD ise “Demokratik Birlik Partisi” olarak siyasi kanadını temsil ediyor. Komuta kademesi, Afrin, Kobani ve Cizre kantonlarının her birinde birer adet olan “Savunma Bakanı”dır. YPG’nin ana finans kaynakları Kürt kantonlarından toplanan vergiler, PKK aracılığıyla Avrupa’da, Türkiye’de ve diğer yerlerde bulunan Kürt diasporasından temin edilen mali desteklerdir. Ayrıca kontrol altında bulundurduğu Haseke ve Rakka bölgelerindeki petrol kuyularından yılda 2 milyar dolar gelir elde ettiği tahmin edilmektedir. Örgütün 50 binden fazla militanı olduğunu ileri sürüyor. Bölgedeki Kürt aileler çocuklarını zorla silah altına aldığı ve İslâm’a olan düşmanlığı nedeniyle bu yapıdan şikayetçi.
Çözüm Süreci Sayesinde Militan Topladı
YPG’ye 2013-2015 arasında yabancı savaşçı akını daha çok Türkiye’den olmuştur. Haziran 2015 seçimlerine kadar süren çözüm süreci sayesinde PKK’nın 3.000 ila 4.000 arasında militanı YPG saflarında savaşmaya gönderdiği tahmin edilmektedir. Burası önemli! Zira o günlerde PKK’lıların silahlarını bırakarak sınırı terk ettiği görüntüler sıkça verilmişti. Bu sürecin Suriye ile alakalı olduğunu ve yeni bir yapının kurulduğunu” söylediğimizde lafı ağzımıza tıkıyorlardı. IŞİD’in Kürt bölgelerine saldırması ile birlikte hem Avrupa hem Türkiye’den gelen gönüllü milis sayısı artmıştır. İstihbarat birimlerinin Haziran 2015 raporlarına göre; Türkiye’den YPG’ye katılımlar 8.500 civarındadır.
Suriye İnsan Hakları Gözlemevi’ne göre o gün toplam 17 ülkeden (Kuzey ve Güney Amerika, Avrupa ve Avustralya) 400’den fazla savaşçı YPG’ye katılmıştır.
Önemli bir not daha: “Emekli ABD askeri Jordan Matson YPG’ye katılan ilk gönüllü idi!”
Türkiye’nin Sınırları Açması ve Kobani Efsanesinin Ortaya Çıkışı
Kobani Kuşatması, Suriye’nin Halep vilayetine bağlı Kobani (Ayn el-Arap veya Kuban) kasabasının kırsal bölgesinde; 13 Eylül 2014 tarihinde “Irak Şam İslâm Devleti” yani “IŞİD” ya da “DEAŞ” militanlarının PYD’nin kontrolünde bulunan köylere taarruzuyla başlamıştır. 2 Aralık 2014’ten IŞİD; Kobani civarındaki 350 köyü ele geçirmiştir ve sayıları 300.000’i bulan Kobanili siviller, mülteci durumuna düşerek Türkiye’ye sığınmışlardır. Destek gelmediği takdirde Kobani’nin; IŞİD’in eline geçeceğinin anlaşılmasından sonra Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) ve Peşmerge karadan; ABD, Arap Ülkeleri ve Fransa havadan bombardıman yapmak suretiyle YPG’ye destek vermeye başlamışlardır.
26 Ocak 2015’te IŞİD; YPG, Özgür Suriye Ordusu, Peşmerge güçlerinin kara saldırıları ve ABD, Fransa ile Arap Ülkeleri’nin hava bombardımanları karşısında Kobani merkezinden çekilmek zorunda kalmıştır.
Türkiye, burada da devreye girerek sınırları açıp Özgür Suriye Ordusu ve Peşmerge’nin Kobani’ye geçmesine izin vermiştir. Böylece dış kara birlikleri de çatışmalara dâhil olabilmişlerdir.
Ardından Kobani savaşı efsaneleşmiş ve ABD, YPG’ye meşruiyet kazandırma çalışmalarına girişmiştir. Kadın militanların boy boy fotoğrafları sosyal medyada paylaşılmış ve bunlar, Batı tarafından “özgürlük savaşçıları” adıyla anılmaya başlanmıştır. Öyle ya;–sözde- Hilâfet ve karşısında da İslâm’a karşı savaşan Amazonlar… Senaryo, medya eliyle desteklendi ve “kutsal” kapitalist demokrasi, “özgürlük” naralarıyla yeniden sahada.
YPG, Rakka’nın IŞİD’den temizlenmesi için ABD ile müttefik olunca Suriye Demokratik Güçleri (SDG) yapısı ortaya çıktı (ya da “maskelendi” diyelim). Öyle ya; içinde “demokrasi” olunca her şey “legal” oluyor. Bu konuda ABD Özel Kuvvetler Komutanı Orgeneral Raymond Thomas 2017 Haziran ayında Colorado’daki Aspen Enstitüsü’ndeki konuşmasında; Türkiye’nin endişeleri karşısında YPG’ye “markanızı değiştirmeniz gerekiyor” önerisinde bulunulduğunu ve YPG’nin bu doğrultuda, “Suriye Demokratik Güçleri (SDG) adını bulduğunu” açıklamıştı.
Türkiye’nin “stratejik ortak” ve “müttefik” dediği ABD, YPG’ye binlerce TIR silah yollamıştı. Hâlihazırda ABD, savunma bütçesinden milyonlarca doları YPG için ayırıyor.
TSK’nın, YPG’ye karşı düzenlediği ilk kapsamlı operasyon 20 Ocak-24 Mart 2018 tarihleri arasında gerçekleşti. Hedef; YPG’yi Afrin’den atarak Hatay, Kilis ve Gaziantep sınırlarını güvene almaktı. Sonuçta YPG Afrin’den çıkarıldı. Dikkat çekici detay ise; operasyondan 3 ay sonra Türkiye’de cumhurbaşkanını belirlemek için 24 Haziran 2018 tarihinde yapılan seçimdir. Bu operasyon Erdoğan’a prestij kazandırmış ve milliyetçi oylar da toplanmıştır.
İkinci kapsamlı operasyon ise 9-18 Ekim 2019 tarihleri arasında çok kısa süren Barış Pınarı Harekâtıdır. ABD’nin yeşil ışık yakması ve belirli bir bölgenin güvenli hâle getirilmesini hedefleyen operasyon, bazı bölgelerde ciddi çatışmaların başlamasıyla sona erdirilmişti. ABD ve 2015 yılında Esed rejiminin yıkılmaya yüz tutması üzerine sahaya çağırdığı Rusya’nın araya girmesi ile Soçi’de mutabakata varıldı.
22 Ekim 2019 günü Putin ile Erdoğan, SDG’nin sınır bölgesinden ve Tel Rıf’at ile Menbic’den 30 kilometre (19 mil) uzağa çekilmesi için ateşkes süresinin 150 saat daha uzatılması üzerine anlaşmaya vardılar. Bu amaçla Rusya askerî polisi ve “Suriye Silahlı Kuvvetleri”ne bağlı sınır muhafızlarının harekât alanının dışında kalan alana girmesi kararlaştırıldı. Ayrıca Kamışlı şehri hariç sınırdan 10 kilometre uzakta Rusya-Türkiye ortak devriyelerinin konuşlandırılması konusunda da anlaşıldı.
Tel Abyad ve Res Al Ayn’ı içine alan 32 km derinliğindeki mevcut Barış Pınarı Harekâtı alanındaki yerleşik statüko muhafaza edilecekti fakat bu yapılmadı.
Burada kazançlı çıkan tıpkı Fırat Kalkanı Harekâtı sayesinde Halep’in teslim edilmesinde olduğu gibi Esed rejimi oldu. YPG’nin çekildiği bölgelere askerî kuvvetlerini konuşlandırdı ve Adana Mutabakatı ortaya atılarak Türkiye’nin halkını katleden zorba Esed rejimini “meşru” kabul edip resmî görüşmelerin başlamasının tohumları atılmış oldu. “Olmaz” demeyin! Sisi rejimi, gasıp Yahudi varlığı ve bugün Suud ile nasıl olduysa Esed ile de olacak. Zira dostunuz ABD ise Trump’ın deyimiyle “en favori diktatörü” Sisi “kardeş”, Yemenli Müslümanların ve vahşice katledilen gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın kanı elinde olan Veliaht Prens Muhammed bin Selman “yoldaş”, gasıp Yahudi varlığının lideri Herzog “dost”, rejiminin bekası için bir milyona yakın Müslümanın katledildiği, milyonlarcasının evinden yurdundan edildiği ve azgın ırkçıların ağız kokusunu çekmek zorunda kaldığı, Müslümanların katili Esed de “arkadaşınız” olur.
Bugün ABD’ye rağmen operasyon havası estiriliyor. Hamaset dolu açıklamalarla milliyetçi duygular tahrik ediliyor. Güvenli bölge oluşturularak birkaç yüz bin de olsa Suriyeli muhacirler briket evlere yerleştirilip ırkçı propaganda yaparak oy toplamaya çalışan muhalefetin ağzının kapatılmasının hedeflendiği görülüyor. Bu hengâme, gündemde birinci sırada yer alan ekonomik krizi de tahtından edebilir. Ayrıca İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğine gösterilen “veto” kartı ile Avrupa’dan ekonomik bazı menfaatler kotarılabilir. Bu kararın ABD’yi etkilemeyeceği ve ondan bağımsız düşünülemeyeceği de unutulmamalı. Zira belli istekler kabul edildikten sonra bu iki ülkenin NATO’ya alınacağı ama bu veto ile ABD’nin, Rusya’ya karşı kullanacağı NATO üyeliği kozunun ömrünü uzatmaya çalıştığı da aşikâr.
İşte bu entrikalar dönüp dururken, tuzaklar kurulurken ilahi zemberek de vaat edilen zamanın vurmasını bekliyor.
[وَمَكَرُوا وَمَكَرَ اللّٰهُۜ وَاللّٰهُ خَيْرُ الْمَاكِر۪ينَ۟] “Onlar bir tuzak kurdular ve buna karşılık Allah da bir tuzak kurdu. Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır.” [Âl-i İmran 54]