Türkiye’nin Suriye’de yaşanan on sekiz aylık gelişmeler sonrasında yavaş yavaş şekillenmeye başlayan yeni Suriye konusunda da Türkiye müdahil olabilmek için vermiş olduğu mücadele devam etmektedir. Suriye’de ayaklanmaların başlamasıyla birlikte Türkiye’nin bu sürece dâhil olmak için gösterdiği gayretler zaten bilinmekteydi…
Şimdilerde ise Suriye’de Esad’ın ordusunun bazı bölgelerden çekilmesiyle oluşan yeni bölünme çerçevesinde şu an için kuzeyde oluşan Kürt bölgesi üzerinden tehdit algıları oluşturulmaya çalışılmaktadır. Öyle ki yeni oluşan bu Kürt bölgesi zaten PKK için önemli konuşlanma bölgesiydi. Bildiğimiz kadarıyla bu bölge PKK’nın önemli isimlerinin de ikamet bölgesiydi. Bu nedenle Suriye’deki yeni gelişmelerle birlikte bu coğrafya, Türkiye açısından derhal ele alınması gereken bir mesele haline gelmiştir. Son zamanlarda artan PKK olayları, olayların akabinde Türk Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun Kuzey Irak’a yaptığı ziyaret ve Barzani ile görüşmesi Türkiye’nin bu konudaki hassasiyetini de ortaya koymuştur.
Ancak bu hassasiyetin oluşturulması ve Suriye’nin mevcut haliyle yani Esad yönetiminin varlığıyla Türkiye için bir tehdit haline gelmesi hükümetin ve taraf olan medyanın girişimleriyle oluşturulmaya çalışılmış suni bir tehdittir. Çünkü Türkiye’nin kendisine biçilen rol gereği Suriye üzerinde aktif olmasının özellikle iç siyaset açısından hükümeti zorladığı görülmektedir. Şu ana kadar hükümetin uygulamış olduğu Suriye politikaları muhalefet açısından hükümete karşı bir koz olarak kullanılır durumdadır. Türkiye Hükümeti de bu iç tepkilere yönelik kendisi için meşru bir gerekçe oluşturma girişimi içerisindedir. İşte Suriye’nin Türkiye için tehdit oluşturduğu ile ilgili oluşturulmaya çalışılan gündemin altında bu neden yatmaktadır. Daha önce Suriye sınırından Türkiye tarafına ateş açılması, bir Türk keşif uçağının Suriye tarafından düşürülmesi gibi olayların gündeme gelmesiyle bu süreç desteklenmeye çalışılmıştır. Nitekim çok büyük tepkilerle üzerine gidilen Türk keşif uçağının düşürülmesi konusu bu gün hala belirsizliğini korumaktadır. Türk tarafı bu konudaki iddialarını ve haklılığını ispatlayamamıştır.
Şimdilerde ise son gelişmelerle birlikte bu tehdit Türk Halkı açısından daha can alıcı bir noktaya yani PKK meselesine doğru kaydırılmak istenmektedir. Çünkü Suriye ordusunun çekilmesiyle birlikte Kuzeydeki Kürt Bölgesinin varlığı tehdit olarak gösterilmektedir. Eskiden beri PKK liderlerinin ve eğitim kamplarının bu bölgede bulunması ve PKK’ya yönelik önemli bir eleman ve mühimmat desteğinin bu bölgeden sağlanması iddiaları, bölgeyi Türkiye açısından doğal olarak tehdit unsuru haline getirmektedir. İşte Türk Hükümeti bu gelişmeyi değerlendirerek dâhil olmak zorunda olduğu Suriye ile ilgili sürecin dâhil olma nedenlerini kendisi açısından sıcak tutmak istemektedir.
Gerçekte ise Suriye’deki son gelişmelerin ardından, Suriye ordusunun çekilmesi sonucunda ortaya çıkan otorite dışındaki Kürt Bölgesinin şu an için Türkiye açısından tehdit oluşturması zordur. Çünkü Suriye sınırından PYD ya da başka bir oluşum adı altında Türkiye’ye yönelik PKK saldırıları şeklinde saldırıların oluşması mümkün değildir. Bunun iki nedeni vardır: Birincisi; o bölgeden Türkiye’ye yönelik yapılacak saldırılara destek çıkma anlamında sınırın Türkiye tarafında Güneydoğu’daki gibi Kürt Halkı yoktur. İkincisi de; Suriye sınırının Türkiye tarafı, PKK ve bu tip eylemlerden elde edilmek istenenler açısından hedef bölge değildir. Ancak Türkiye açısından bölgeden PKK’ya verilen destek bir tehdit olarak algılanabilir. Ancak o destekler de bu günün gelişmesi değildir. Sonuçta Suriye’nin kuzeyindeki otoritesiz bölgedeki Kürt Halkının varlığı, Türkiye için bir tehdit oluşturmaktan uzaktır. Ayrıca son günlerde artan PKK eylemlerini Suriye’nin Kuzeyindeki gelişmelerle ilişkilendirmek de doğru bir yaklaşım olmayacaktır. Çünkü PKK eylemlerinin sıklaşması daha önceye dayanmakta ve daha çok Türkiye’nin içindeki statükocular ve onlarla mücadele içerisinde olan hükümet arasındaki karşılıklı manevralardan kaynaklanmaktadır.
Tam bu gelişmelerin yaşandığı bir ortamda ABD Dışişleri Bakanı Clinton’un Türkiye ziyareti ve bu ziyaret kapsamındaki temasları, Suriye üzerinde yeni gelişmelerin yaşanacağı konusunda bazı sinyaller vermiştir. 11 Ağustos 2012 günü başlayan bu ziyaretin ardından yapılan açıklamalar, ABD ile Türkiye arasında var olan Suriye konusundaki işbirliğinin bir kez daha teyit edilmesini sağlamıştır. Mesajlar açıktır. ABD, Suriye’ye yönelik bütün hareketlerini yani; Esad yönetiminin devrilmesini, akabinde Suriye üzerinde gerçekleştirilecek geçiş sürecini ve nihai olarak da Suriye’nin demokratik esaslar üzerine oturtulmasını planladığı son hali ile ilgili hamleleri, Türkiye’nin stratejik ortaklığına bağlı olarak Türkiye üzerinden yürütmek istemektedir.
Verilen mesajlar da bunları desteklemektedir. Örneğin Clinton, Türk mevkidaşı Davutoğlu ile yapmış olduğu görüşmenin ardından; ''Amerikan ve Türk ekipleri arasında notlarımızı paylaştık ve ortak bir operasyonel resim ortaya koymak istedik. Suriyeli isyancılara yardım amacıyla uçuşa kapalı bölgeler ya da tampon bölgeler oluşturulması gibi önlemleri değerlendirdik'' şeklinde ifadeler kullanmıştır.
Davutoğlu ise: “Suriye'deki geçiş döneminin en kısa sürede tamamlanmasında mutabık kaldık… Suriye'de insanlık trajedisine son verecek kararlı adımların atılması en temel dileğimiz. Son olarak Halep'teki gelişmeler hepimize kaygı veriyor. Halep'te yerleşik mekânlara hava kuvvetleriyle yapılan saldırılar hem büyük bir insan katliamına hem de büyük bir tarih katliamına yol açıyor. Uluslararası toplumun artık bu katliama açık ve net bir şekilde 'dur' diyecek adımları atması gerekiyor. Clinton ile bu konuları, atılabilecek adımları geniş bir çerçevede ele aldık. Suriye’de geçiş döneminin en kısa sürede tamamlanması konusunda mutabık kaldık. Türkiye’nin ve ABD’nin bu konuda atacağı adımlar konusunda ortak adımlar atma kararlılığı var. Önümüzdeki dönemde BM Genel Kurulu’nda ve Güvenlik Konseyi’nde Suriye’nin dostları olarak atacağımız adımları bugün gözden geçirdik” ifadeleri ile Suriye konusunda ABD ile ittifak halinde olduklarını açıkça dile getirmiştir.
Ayrıca Clinton görüşme sonrası basın mensuplarının sorularını cevaplarken; “olabilecek bütün senaryoları görüştük. Bizim öncelikli hedefimiz şiddetin ve kan akmasının bir an önce durması. Buna ulaşırken de her şeyi detaylıca analiz etmeliyiz. PKK konusuna gelecek olursak, ABD Türk müttefikimizi savunmasında her zaman ona destek oluyor. Birlikte radikalliğe ve terör sorununa karşı omuz omuzayız ve PKK’ya karşıyız. Biz bu konuda endişeleniyoruz” şeklinde konuşurken, PKK ile birlikte radikalliğe de dikkat çekerek Suriye’de herhangi bir radikal oluşuma da izin vermeyeceklerine vurgu yapmıştır. Bu radikal varlık ise şu an itibariyle Suriye’de, yönetime başkaldırarak İslami hayat isteğiyle bütün fitnelere rağmen direnişine devam eden halkın bizzat kendisidir.
Bu toplantıda Clinton’un ifade ettiği bir başka husus ta; bu tür müzakerelerin Suriyeli isyancıların kontrol ettiklerini öne sürdükleri bölgeler üzerinde uçuşa kapalı bölgeler oluşturulması seçeneğini de kapsayıp kapsamadığı sorusu üzerine, bunun olası bir seçenek olduğunu belirtmesidir.
Amerika Dışişleri Bakanı Clinton’un Türkiye ziyareti ve temasları sonrasında kamuoyuna yansıyanlar bu şekildedir. Hem Suriye’nin Kuzey bölgesinde oluşan durum ve hem de Clinton’un Türkiye ziyareti sonrası yapılan açıklamalar aşağıdaki sonuçları ortaya çıkarmaktadır:
Son dönemlerde hükümet tarafından Suriye’nin Türkiye için bir tehdit oluşturduğu yönünde oluşturmak istediği hava, Esad’ın ordusunun çekilmesiyle birlikte Kuzeyde ortaya çıkan boşluk ve oradaki Kürt varlığı sebebiyle Türkiye’nin elini güçlendirecek şekilde estirilmektedir. Türkiye, Clinton’un son ziyareti ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile yaptığı toplantı sonrası yapılan ortak basın açıklamasıyla da teyit edildiği gibi, Suriye ilgili sürecin en aktif üyesidir. Suriye’nin, Türkiye için tehdit oluşturması ile ilgili oluşturulmaya çalışılan hava ise Türkiye’nin bu aktif halini kendi iç siyaseti açısından meşrulaştırmak içindir. Sonuçta Türkiye, hem Suriye’nin dostları toplantılarındaki üstlendiği aktif görevler ve hem de Suriye muhalefetini oluşturma ve ayakta tutma açısından yüklendiği misyon açısından zaten başından beri bu sürecin aktif üyesidir.
Bu aşamada planları zorlayan en önemli husus, başından beri engellemeyi başaramadıkları ve muhalif gurupları da etkisi altına alan “İslam” faktörüdür. Esad yönetimine başkaldıran halk İslami bir hayat için oradadır ve onun için bu kadar büyük bir fedakârlık göstermektedir. Demokrasi ve özgürlükler gibi batı türetmesi küfür anlayışları oluşturulmaya çalışılan bütün fitnelere rağmen oradaki toplum için tesirli olamamıştır. Dolayısıyla Amerika ve müttefikleri için geçiş süreci hususunda yeni stratejilere ihtiyaç vardır. Clinton’un Türkiye ziyaretinin altında da bu yeni stratejilerin hayata geçirilebilmesi için harekete geçmek yatmaktadır
Burada Suriye’nin yeniden şekillenmesi için muhalefetin desteklenmesi ve muhalefetin Esad’a galip gelmesi sağlanarak Esad’ın çekildiği bölgelerde muhalefet aracılığıyla bir otorite oluşturulması planı şu an için geçerli görünmemektedir. Bu süreç sonrasında belirginleşen üç bölge (Kuzey’de Kürt Bölgesi, Esad’ın Güneye çekilmesiyle Alevi ve Nusayrilerden oluşan Esad yönetiminde olan bölge ve bunun dışında muhaliflerin kontrolünde olan bölge) şeklindeki oluşum şu an için ABD ve müttefikleri için tehdit oluşturmaktadır. Çünkü muhaliflerin hâkimiyeti altındaki bölgelerde yoğun bir İslami esinti mevcuttur. Dolayısıyla süreç yavaş yavaş Suriye’ye yapılacak bir müdahaleye doğru gitmektedir. Bu doğrultuda, Birleşmiş Milletler Suriye özel temsilcisi Kofi Annan’ın istifa etmesiyle birlikte Suriye üzerinde yürütülen bu proje bilinçli şekilde sona erdirilerek, yeni projenin hayata geçirilmesi için start verilmiştir.
Görüldüğü gibi Suriye’ye müdahale kaçınılmaz bir noktaya doğru ilerlerken aslında kontrol altına alınması gereken Esad ve O’nun zalim yönetimi değildir. Çünkü Esad ve katliamlarına zaman tanıyan zaten kendileridir. Onlar için Müslüman halka yönelik katliamlarda bulunulmasının sıkıntı verici bir yönü yoktur. Onlar için sıkıntı verici ve müdahale gerektirici yön, Suriye’deki İslami tehlikedir. Ancak müdahalenin şekli ne şekilde olursa olsun böyle bir müdahalenin İslami bir tehdit oluşturan Müslüman halka yönelik olmayacağı kesindir.
Müdahalenin hedefindeki isim yine Esad’dır. Esad’ı devirmek suretiyle kurulmaya çalışılacak güçlü bir hükümetle bu işi gerçekleştirilmeye çalışılacaktır. Esad ve yönetimi ortadan kaldırılıp, zulmü sona erdirildikten sonra ayaklanan halk dinginleştirilmeye çalışılacaktır. Bu yeni otorite aracılığıyla da sükûnetin sağlanmasının ardından demokrasiye geçiş senaryoları uygulanmaya çalışılacaktır. Kısacası hedef; Esad yönetiminin sona erdirilmesiyle birlikte oluşturulacak yeni hükümet vasıtasıyla kontrol altına alınmak istenen halk, dolasıyla da İslami tehlikeyi bünyesinde barındıran isyancı kesimdir.
İşte Türkiye’nin aktif rol oynadığı süreçten hedeflenenler bunlardır. Gerek Suriye muhalefetinin desteklenmesi vasıtasıyla Esad yönetiminin devrilmesi konusunda, gerekse bu devrilmenin sonucunda kurulacak olan yeni yönetimin Suriye halkını demokratik değişime çekebilmesi ve demokratik değerlerin bu halka benimsetilmesi hususunda aktif rol oynamaya devam edecektir. Şu an için Esad’a yönelik müdahale ve O’nun devrilmesi muhalefet üzerinden gerçekleştirilmek istenmektedir. Bu nedenle muhaliflere yönelik parasal yardım ve silah desteği devam ederken, oluşturulması düşünülen tampon bölge ve uçuşa yasak bölge gibi destekleyici unsurlar gündeme gelmektedir.
Esad ve rejimine yönelik yapılacak Uluslararası askeri bir müdahale ise, muhalefetin Esad rejimi üzerindeki başarısıyla orantılı olarak belirginleşecek ve son aşama olarak devreye girebilecektir.