Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu 2 Kasım 2013 tarihinde, İran Dış İşleri Bakanı Cevat Zarif’le yaptığı görüşmede, Türkiye ve İran’ın, Suriye sorununun çözümüne sözde ortak katkıda bulunmak için 3 konuda mutabakata vardığını bildirdi.
Bunlar:
1- “İnsani tedbirlerin alınması ve yardımların yerlerine ulaşması için engellerin kaldırılması. İnsani yardım ulaştırılırken, Suriye’de çatışan taraflar arasında ayrımcılık yapılmasından özellikle kaçınacaklar.
2- Suriye’nin toprak bütünlüğünü korumak, iç barışı yeniden tahsis etmek için Cenevre 2 Konferansı da dahil olmak üzere geçiş sürecinin vakit geçirilmeden sağlanmasına katkı sağlamak ve korunmasına destek vermek.
3- Esad dönemini sona erdirecek geçiş sürecinde gereken koşulların sağlanmasından sonra, Suriye halkının kendi geleceğini ve yöneticilerini belirlemek ve demokratik taleplerinin karşılanması için serbest seçimlerin yapılmasının sağlanmasına destek vermek ve bu talebe saygı göstermek.”
İki bakan Suriye konusunda görüş farklılıklarını ve önyargıları ortadan kaldırmak için daha sık görüşme kararı da aldı. Bu kapsamda Davutoğlu 26 Kasım’da Tahran’a gidecek. http://www.hurriyet.com.tr/planet/25035023.asp
İran ve Türkiye’nin Suriye’de misyonları farklı olsa da, Suriye ayaklanması başladığı günden bugüne işbirliği içerisinde, Amerikan siyaseti doğrultusunda hareket etmişlerdir. Davutoğlu ağzına pelesenk ettiği “ilkeli politika”dan kastettiği ABD çıkarlarını tehdit etmeden hareket etmektir. Eğer böyle olmasa ayaklanmadan korkmaz, ayaklanmanın ilk başlarında gidip Beşşar Esed’e “yalvarmazdı.”
ABD ve bölge devletleri bir araya gelerek Suriye’de devrimi çalmak için bir tuzak kuruyorlar. Ancak kurdukları tuzakların boşa gidip suya düşmesinden sonra yeni bir tuzak daha kuruyorlar. İşte İran ve Türkiye’nin mutabakata vardığı bu maddelerde bu tuzaklardan birisidir.
Suriye’de aradığını bulamayan, devrimcileri ayartamayan ABD, tekrar başa döndü. Kendisini, Afganistan ve Irak’ta yardımsız bırakmayan İran’ı ve NATO bünyesinde Afganistan’da bulunan, Irak işgalinde teskerenin geçmesi için çalışan ancak başaramayan ve zaman zaman “geçmeliydi” diye dillendiren Erdoğan’ın Türkiye’si ile birlikte Suriye’de kartlar yeniden karılmaktadır.
Her ne kadar daha önceleri üslupta ayrılıp, aynı amaca hizmet etseler de, Türkiye ve İran’ın mutabakata varması, Irak’la ilişkilerde ki buzların erimesi, Suriye’de eli kana bulaşan, binlerce masumun katili İran ile Türkiye’nin daha fazla işbirliği içerisine gireceği görülmektedir. Türkiye’de ki Suudi istihbarat ofislerinin kapatılması da bu yakınlaşmayı daha da teyit etmektedir.
Özellikle birinci maddede: “Suriye’de çatışan taraflar arasında ayrımcılık yapılmasından özellikle kaçınacaklar” ifadesi direk Türkiye ile alakalı bir maddedir. Çünkü İran, Suriye’de ayaklanan Müslümanlarla, Esed rejimini kurtarmak için bizzat savaşan taraftadır. Bu maddeye göre İran güçlerini Suriye’den çekecek mi? Hayır. Öyleyse, Türkiye bundan böyle Suriye devrimini karalamak, şeytanlaştırmak için daha bir gayret edecek.
İkinci maddeye gelince: Bu proje, Türkiye ve İran’a ait bir proje değil. Cenevre 1 projesi de değildi, Cenevre 2 projesi de değil. Ancak Suriye devrimcileri dışında Batı ve bölge devletleri, otel devrimcisi laik Suriye Koalisyonu, İran ve Lübnan’da ki partisi, hepsi Cenevre 2’yi çözüm göstermektedir. Sözde ayaklanmayı Batı’nın tetiklediğini söyleyenlerin Cenvre 2’yi çözüm göstermeleri acınası bir durumdur. Türkiye ise bu konuda çizgisini hiç bozmamakta, Davutoğlu’nun ifadesi ile “Uluslar arası sistemin dışına hiç çıkmamaktadır”.
Üçüncü maddeye gelince: Bu madde Suriye’de yükselen Hilafet taleplerine kulakları tıkamaktır. Suriye’de yükselen İslam bayrağını ve “ebedi liderimiz efendimiz Muhammed”, “ümet yeniden Hilafet istiyor” nidalarına kulakları tıkamaktır. Bu yolda mallarını, canlarını, ciğer parelerini şehid veren Suriye halkını anlamamaktır. Yüz binlerce şehide rağmen hala Batı’nın pis kokuşmuş demokratik sistemini ayakta tutarak Suriye halkını hiçe saymaktır. İslam için bu yola canını koymuş şerefli Ketibeleri, Livaları, Cepheleri karşısına almaktır. Yine bu madde Batı ve bölge devletlerinin bir tarafta, Suriye halkının ise bir tarafta olduğunun da kanıtıdır. Suriye halkı elbette seçime gidecek ve kendilerini yönetecek yöneticisini belirleyecektir. Ancak bu seçimlerin neticesinde, ne önünde, ne de sonunda demokrasi olmayacak. Kendisi ile korunulacak ve arkasında savaşılacak bir Halife olacaktır.
Hani inkar edenler seni bağlayıp hapsetmek, öldürmek veya (Mekke'den) çıkarmak için tuzak kuruyorlardı. Onlar tuzak kurarken Allah da tuzak kuruyordu. Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır. (Enfal 30)