Salgınla birlikte toplumun psikolojik ve sosyal yönelimleri değişmeye başladı. İnsani ilişkilerden kaynaklanan anti refleksler de tutum ve davranışlarımıza yansımaktadır. Dahası, belki de evde kalmanın verdiği rehavetle sosyal medya platformları bu hâlin yazıya dökülmesi için güçlü ve etkin kullanılan bir araca dönüştü. Hâliyle sosyal medya kullanım sıklığı arttı. Bu artışla birlikte Twitter, Facebook ve Instagram gibi sosyal mecraların toplumu etkileme becerisi tavan yaptı. Bundan en çok etkilenecek veya hedefe oturtulacak kesim hiç şüphesiz siyasi iktidar olacaktır. Bunun en önemli sebebi, açlık sınırında yaşamaya mecbur bırakılan milyonlarca aile, büyük bir kesimin işsizler ordusunda istihdam edilmesi ve adaletsizlikler…
Tozpembe bir tabloyu Türkiye gündemine taşıyan Hamanlar ve Belam-ı Baur’ları bir tarafa bıraksak, adeta kayyum atanmış medya eliyle Kab Bin Eşraf gibilerin durup duraksamadan siyasi iktidarı yani Ak Partiyi ak-laması, hükümetin elini yeterince rahatlatmış görünüyor. AK Parti, şu ana dek pürüzsüz ve şeffaf bir hâl üzere medyayı kontrolüne aldıysa da, sosyal medya konusunda istediği başarıyı elde edemediğini fark etti! Bunun için kolları sıvadı ve bir kanun teklifiyle bu alandaki şeffaflığı –pardon, boşluğu- doldurma yoluna gitmeyi planladı.
AK Parti Türkiye’de halkı görmezden gelme politikasını sürdürmekte oldukça ısrarlı görünüyor. Türkiye’nin gerek dış politikada sömürgecilere yönelik ısrarlı hizmet ve liyakatli olma gayretlerinde, gerekse iç politikada kodamanları mutlu eden, zenginleri kayıran ve dev şirketlere sağladığı ekonomik olanaklarda Müslüman halkın gösterebildiği minimum tepkiye dahi tahammül göstermemektedir. Sosyal medya mecralarında –sözde- halkı kin ve düşmanlığa sevk eden söylemler, nefret dilinin yaygınlaştırılmasının önlenmesi ve kurumsal hakların değersizleştirilmesi adı verilen bir dizi gerekçeyle bir kanun taslağı hazırladı.
Taslak metninde “Saygılı, hakaret ve nefret söylemi barındırmayan bir dil ve üslup kullanılması” gerektiği ifade edilmiş. “Hakaret” ve “nefret” söylemi elbette hiçbir Müslümanın hoş karşılamayacağı bir üsluptur ancak “saygı” dilinin kişinin hayata bakışına göre şekillenmesi elzemdir. Siz Müslümanların ve Allah’ın düşmanlarıyla işbirliğini, ısrarla ve halkın gözünün içine baka baka sürdürürseniz, halkın değerlerine savaş açan İstanbul Sözleşmesi tarzı sözleşmelere içiniz rahat imza atarsanız, milyonlarca işsiz varken bankaları kurtarma kaygısı güderseniz, elbette saygı görmeyi beklemeniz beyhudedir.
Yine “Sözlü şiddet ve tehdit içerikli paylaşımlarda bulunulmaması” cümlesi de üzerinde düşünülmesi gereken bir maddedir. Zira asıl [tehdit], sosyal medyada paylaşım yapan ve düşüncesini şiddete başvurmadan ifade eden büyük bir kesime yönelik -taslak yasalaşırsa- kanuni yaptırım tehdidi olacaktır. Hâliyle politikaları eleştirmek suç, bunu ifade etmek ise suç kanıtı niteliğine bürünecektir.
5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun’a yeni maddeler eklenmesini öngören teklife göre sahte hesapların tespiti yasal zemine kavuşacak. İlgili maddede “Sahte isimler üzerinden paylaşımlarda bulunan hesaplara itibar edilmemesi, bu hesapların görünürlüğünün artırılmaması” ifadesi yer almaktadır. Oysa Facebook başta olmak üzere birçok sosyal platform zaten kullanıcılarının gerçek adı ve kişisel bilgilerini girmesini politika olarak belirlemiştir. Şimdi ise “hesapların görünürlüğünün arttırılması” ifadesinden kastedilenin sadece devletle bu bilgilerin paylaşılması ve “siber suç” gerekçesiyle sübjektif yorumlarla, insanların görüşlerine ipotek konulması istenmektedir. Bu madde ile toplumda tedhiş havası oluşturulurken, öte tarafta şeffaflık kılıfına büründürülerek, konu yine hukuki sorumluluklara hamledilmiştir. Bu yolla kişi açık yüreklilikle düşüncesini ifade etmek yerine **“hukuki çerçevede konuşabilirsin” denilen çerçevenin dışına taşırmadan -sözde- ifade özgürlüğü sağlanmış olacak. İlgili maddede şu ifadelere yer verilmiş: **“Şeffaf olunması, sosyal medya mecralarında, anonim hesaplar kullanmayarak açık kimlikle, gerekli hukuki sorumluluğu üstlenerek ve gerçek kişiler olarak bulunulması”…
İlgili kanun teklifinde yine **“Kimi hassas dönemlerde toplumda infial yaratacak, genel bir korku ve endişe iklimi oluşturacak paylaşımlardan kaçınılması, paylaşımlarda sağduyunun korunması” ifadesi de yer buldu. “Hassas dönemler”den kastın salgın hastalık, yurt dışı operasyonlar, ekonomik gidişat, iç siyasetteki politik kararlar ve operasyonlar olduğu açık. Ancak bu ifadeden kastedilenin hükümetin aldığı kararlara muhalif bir görüş veya paylaşımın yapılmasının idari bir yaptırımla karşılaşılacağı sonucu çıkmaktadır. Hâliyle insanlara, fikirlerini konuşmadan önce hükümet erkânı tarafından yapılacak resmî açıklamaların ruhuna uygun paylaşım yapmak dışında bir alternatif bırakılmamış olacaktır. Yine aynı taslakta paylaşılacak gönderilerin resmî makamların teyidi dikkate alınarak yapılması zorunluluğu getirilerek, düşünce ve yorumların değil, adeta resmî haber ajanslarının sözcülüğünün yapılması istenmektedir. O meşum ifadeler aynen şöyle: **“Teyide muhtaç bilgilerin gerçekliğinden emin olunmadan paylaşılmaması gerekir…”
Belki de taslağın en ilginç ve en tuhaf maddelerinden biri de şu: **“toplumsal ahlaka aykırı içerik oluşturulmaması ve bu tarz içeriklerin yayılmaması”… TV ekranlarında nerdeyse her gün adaba ve ahlaka aykırı yüzlerce film oynatılırken bu ifadeler, görmezden gelmenin en bariz örneğidir. Netflix gibi kanalların yakın zamanda yayınladığı veya yayına koyacağı söylenen eşcinsel filmlerin bile yayınına engel konulmazken, onlarca TV kanalında “gençlik dizileri” adı altında gençlerin lay-lay-lom bir hayat yaşamaları sağlanırken herhangi bir kanun taslağı hazırlanmadı. O zaman **“toplumsal ahlaka aykırılık” ifadesi ciddiyetini yitirmiştir.
Hâsılı, Hükümet tüm medya organları ile Müslüman halka adeta yurttan korolar dinlettirirken, öte tarafta insanların düşüncelerinin etkisizleştirilmesini ve öteki muhalif pozisyonundaki bireylerin konuşmasının da engellenmesini hedeflenmektedir. Hiçbir mecrada muhalif sese tahammül etmeyen yöneticiler, her platformu, kanun ve dipçik yoluyla kapatarak, adeta Yunan polis devleti oluşturmak yahut da Roma dönemine benzer kast sistemini hayata geçirme hayali mi kurmaktadır? “Yerilecekse muhalifler, övülecekse hükümet övülmeli” politikasından vazgeçilmelidir!