Son Halife Abdülmecid Han Sürülürken
17 Mart 2016

Son Halife Abdülmecid Han Sürülürken

Müslim Ebu Hazim’den Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem efendimizin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

كَانَتْ بَنُو إِسْرَائِيلَ تَسُوسُهُمُ الانْبِيَاءُ كُلَّمَا هَلَكَ نَبِيٌّ خَلَفَهُ نَبِيٌّ وَإِنَّهُ لا نَبِيَّ بَعْدِي وَسَتَكُونُ خُلَفَاءُ تَكْثُرُ قَالُوا فَمَا تَأْمُرُنَا قَالَ فُوا بِبَيْعَةِ الاوَّلِ فَالاوَّلِ وَأَعْطُوهُمْ حَقَّهُمْ فَإِنَّ اللَّهَ سَائِلُهُمْ عَمَّا اسْتَرْعَاهُمْ

“İsrailoğulları Nebiler tarafından siyaset (idare) ediliyordu. Bir Nebi öldüğünde onu başka bir Nebi takip ediyordu. Artık benden sonra Nebi yoktur. Fakat birçok halife olacaktır.” Bu meyanda Rasulullah’tan sonra seçilen ilk halife Hz. Ebu Bekir RadiyAllahu Anh’dan son halife II. Abdülmecid Han’a kadar Müslümanlar birçok halife tarafından İslam ile siyasa edilmişlerdir. Hilafet kurumu İslam’ın teşri yani kanun ve hüküm koymanın kaynağı olan Kur’an ve Sünnet’in koruyucusu tedavülünün de yegâne teminatıydı. Aynı zamanda Hilafet makamı yeryüzündeki bütün Müslümanların ve Haremeyn-i Şerife’nin muhafızı ve emin bir bekçisiydi. Keza ümmet dili, ırkı ne olursa olsun kutsallarının emanetçisi olan hilafetle gönül bağı, biatini son Osmanlı halifesi Abdülmecid Han’a kadar hiç koparmadı. Ümmet halifeleri adına Cuma hutbeleri irat edip mücahit asker ve komutanlarını da her daim hayır ve dua ile yâd etmişlerdir.

Lakin ümmetle imamet arasındaki asırlık mümtaz bu bağ müsteşrik ve misyonerler eliyle çözülecekti. Özellikle bu güruhun imametin son halkalarına karşı kustuğu kin ve hayâsız iftiralarla vurduğu garabet zinciri, bugün hâlâ ümmetin ayaklarına dolanmaktadır. Zira Filistin’de Yahudilere bir karış dahi toprak satmayan II. Abdülhamid Han’ı “kızıl sultan” ilan edenler, hain arzularına boyun eğmeyen Sultan Vahdettin’i de “vatan haini” ilan edeceklerdi. Yaşanan bu vahim gelişmelerle iyice cesaretlenen güruh 1 Kasım 1922'de TBMM’nin çıkardığı iki maddelik bir kanunla sesiz sedasız saltanatı kaldıracak sultayla otoriteyi birbirinden ayıracaktı. Sözde Avrupa’ya uyum kalkınma diyerek din ve devleti birbirinden ayıran emperyalistler böylece tarihte ilk defa, İslam topraklarında şeraitin üstünde bir otorite, sulta inşa edeceklerdi. Batılılarca adım adım işletilen bu şeytani planın anlamı Hilafet makamını hükümsüz sembolik bir hale getirmekti. Sinsice saltanatı kaldıran yine aynı TBMM 19 Kasım 1922 günü sürgün edilen halife Sultan Vahdettin’den boşalan Hilafet makamına, sembolik de olsa bir seçimle Abdülmecid Han’ı halife seçecekti. Seçim akabinde 24 Kasım 1922 günü Topkapı Sarayı'ndaki Hırka-i Şerif Dairesi'nde biat töreni gerçekleşti. Törende ilk defa Arapça yerine Türkçe dua edilmişti. Fatih Camii’ndeki Cuma namazında halife adına ilk defa Türkçe hutbe okunmuştu. 27 Aralık 1922 tarihinde toplanan Hint Hilafet Konferansı da Abdülmecid Han’ın halifeliğini dünya Müslümanları adına tasdik ve kabul etmişlerdi.

Bu şekilde Hilafetin içi boşaltılıp otoritesi sultası elinden alınırken, durumun ehemmiyetini kavrayamayanlar, lağvedilmesinin de ne anlama geldiğini anlayamayacaklardı. Nitekim 29 Ekim 1923’de Cumhuriyetin ilanıyla bütün yetkileri elinden alınmış sembolik halifenin varlığı dahi tahammül edilemez bir hâl almıştı. Çünkü halifenin ödeneğinin arttırılması ve yabancı siyasi konukları kabul etmek istemesi emperyalistleri telaşlandırmıştı. Hâlâ devlet başkanı statüsündeki halifenin son derece makul bu isteklerini bahane eden TBMM 3 Mart 1924’deki bütçe görüşmeleri sırasında, Urfa milletvekili Şeyh Saffet Efendi tarafından verilen bir önerge ile halifeliğin ilgası istendi. Hilafetin ilgasına ve Osmanlı hanedanının Türkiye Cumhuriyeti sınırlarının dışına çıkarılması hakkındaki (431 Sayılı) kanun, oturuma katılan 158 üyenin 157’sinin oyuyla kabul edildi. Aynı kanun ile hanedan üyelerinin yurt dışına çıkarılması kararı alındı.

Karar gereği II. Abdülmecid Han ve ailesi halkın galeyana gelmemesi için ertesi sabah saat 05.00’te gizlice Dolmabahçe Sarayı’ndan alınarak İsviçre’ye sürgün edildiler. Son Halife II. Abdülmecid Han, sürgünün ilk durağı Montrö’de bir bildiri yayımlayarak Ankara Hükümeti’ni “ladini” (dinsiz) olmakla itham ederek İslam dünyasını Hilafet için kıyama çağırmıştı. Ancak bu kifayetsiz çağrı 300 milyonluk İslam ümmetine hiçbir zaman ulaşmayacak, sonuçsuz kalacaktı.

Cebren ve hileyle 92 yıl önce 3 Mart 1924’de sinsice lağvedilen Hilafet bir anda el çabukluğu ile yok oluveriyordu. Böylece Emperyalizmin ve Siyonizm’in asırlık rüyası olan İslam’ı yok etme planlarının önünde hiçbir engel kalmıyordu. Nitekim Lozan’da bizi temsil eden Yahudi Haim Naum İngiliz lordu Gurzon’a “Siz Türkiye’nin mülki tamamiyetini kabul edin, ben onlara İslamiyet’i ve İslam temsilciliklerini (Halifeliği) ayaklar altında çiğnetmeyi taahhüd ediyorum.” demişti. Yahudilerin halifelik için bu önerileri İngiliz Avam Kamarası’nda adeta çalkalanıyor, hararetli tartışmalar yaşanıyordu. İslam’ın azılı düşmanı Batılı emperyalistler Curzon’a Türklere neden yaşama hakkı tanıdığının hesabını soruyordu. Curzon: “Hayır siz yanılıyorsunuz. İşte asıl bundan sonra Türkler bittiler. Bir daha eski güçlü günlerine kesinlikle kavuşamayacaklar. Biz onları (Müslümanları) o gün Lozan Anlaşması ile ruhen ve manen öldürdük.” karşılığını verecekti. Hilafetin ilgasında çok önemli rol üslenmiş ünlü İngiliz casusu Lawrance: “Bu savaş sonunda mutlaka ve mutlaka Osmanlı sultanının dini otoritesi ortadan kaldırılmalıdır.” diyerek hararetle büyük arzusunu dile getiriyordu.

Hilafet makamı için son derece vahim bu hadiseler yaşanırken ümmet çok yakında başına gelecek büyük felaketlerden habersizdi. Çünkü koruyucu kalkanı parçalanan ümmet hilafetin ilgasıyla başsız kalacak, imamesi koparak dağılan tespih taneleri gibi birlik ve beraberlikten yoksun kalacaktı. Maalesef Hilafetin bıraktığı otorite boşluğunu Batılılar dolduracak, ümmetin izzet ve şerefi ayaklar altına alınacaktı. Anadolu’dan, Mısır’a, Çeçenistan’dan, Bosna’ya, Irak’tan Suriye, Filistin’e daha birçok İslam beldesi kan gölüne dönecekti. Sömürgeci kâfirlerin insafına terk edilen ümmetin içler acısı bugünkü hâli, Hilafetin koruyucu misyonuna şiddetle ihtiyacı olduğunun inkâr edilemez bir hakikatidir. Bu hususta Rasulullah efendimiz Ebu Hüreyre’den rivayetle şöyle buyurdu:

إِنَّمَا الإمَامُ جُنَّةٌ يُقَاتَلُ مِنْ وَرَائِهِ وَيُتَّقَى بِهِ*

“Muhakkak ki imam (Halife) kalkandır. Onunla savaşılır ve korunulur.” Keza İslam ümmeti bir an evvel bu zilletten kurtulmak arzusunda samimi ise, şanlı İslam tarihinin izlerinin bizi getirdiği yer hadisi şerifin istikametiyle aynıdır. O halde yapılması gereken sadece ve sadece Rasulullah’ın vadine vefa göstermektir.

ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةٌ عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ

“Sonra yeniden Nübüvvet Minhacı üzere Hilafet olacaktır.”

Hülasası son halife sürülürken İslam’dan gayrı yol arayan saptırıcıların “demokrasi”, “laiklik” çığırtkanlığı ya da “Hilafet kaldırılmadı TBMM’nin bünyesinde mündemiçtir.” laflarına artık ümmetin karnı toktur. İslam ümmeti göğsündeki tertemiz inanç ve akidesiyle Allah ve Rasulü’nün vadini gerçekleştirecek basiret ve kudrete haizdir. Vuslata dair beklenen II. Raşid Hilafetin gölgesi İslam toprakları üzerine çoktan düşmüştür. Allah’ın izniyle zafer bu kutlu yol üzere sebat ve sabırla yürüyenlerin olacaktır.

وَنُرِيدُ أَن نَّمُنَّ عَلَى الَّذِينَ اسْتُضْعِفُوا فِي الْأَرْضِ وَنَجْعَلَهُمْ أَئِمَّةً وَنَجْعَلَهُمُ الْوَارِثِينَ

“Biz istiyorduk ki yeryüzünde ezilmekte olanlara lütufta bulunalım, onları önderler yapıp varisler kılalım.” (Kasas Suresi 5)

@Altin12345Murat