Seçim Hükümeti İcazeti Kimden Aldı?
01 Eylül 2015

Seçim Hükümeti İcazeti Kimden Aldı?

Seçim hükümeti kuruldu ve yeni hükümet adet olduğu üzere Anıtkabir ziyaretini gerçekleştirdi. Her daim olduğu gibi Başbakan, hükümeti temsilen anıt özel defterini düşüncelerini yazarak imzaladı. Deftere ne yazdığını toplum hiç mi hiç merak etmiyor. Çünkü toplumun hem çok fazlaca derdi var hem de bu tören toplumun algısını harekete geçirmiyor. Peki, toplum merak etmiyorsa az çok güncel siyaseti takip eden sivil toplum temsilcileri de mi merak etmiyor? Ya da deftere ne yazıldığı konusu bu temsilcileri hiç mi ilgilendirmiyor? Detayları ile deftere ne yazıldığını bende burada yazmayacağım ama şunu söyleyebilirim ki, Başbakan Ahmet Davutoğlu hem kendi adına hem de seçim hükümeti üyeleri adına Atatürk’e şükranlarını sunarak göreve başladı. Cumhuriyet ve Demokrasiyi güçlendirmeye gayret göstereceklerine dair anıtta söz vererek göreve başladı.

Bu törenden iki gün önce ise Cumhurbaşkanlığı sarayında başka bir tören vardı malum. 30 Ağustos zafer bayramı resepsiyonuna tam 2000’e yakın davetli çağrıldı. 30 Ağustos’un zafer mi yoksa hezimet mi olduğunu değerlendirmeyeceğim. Zira 90 küsur yıldır toplumu bu tür bayramlar ile kandıranların yalanını ortaya çıkarmak ve topluma doğruları göstermek her meseleye tarihselcilikle bakmayı alışkanlık haline getirmiş tarihçilerin görevidir. Ben dikkatleri tören başlangıcında okutulan Kur’an’ı Kerim tilavetine çekmek istiyorum. Zira zaten Cumhurbaşkanı’da dikkatleri buna çekmemiş miydi?

Dikkat edin aynı devletin iki ayrı töreninde iki farklı uygulama…

Birinde ölmüş bir kişinin önünde saygı ve şükran duruşu yapılıp adına söz verilerek iş başı yapılıyor. Diğerinde ise İslam’ı hayattan uzaklaştıran, Hilafet’i kaldıranların ve aslında anıtında saygı duruşunda bulunulan kişinin hiçbir zaman elde edemediği “zafer”in bayram kutlamasında Allah’ın kelamı Kur’an’ı Kerim okutuluyor. Anıt mezarda saygı duruşu ile toplum üzerinde algı yönetimi yapılmıyor. Mesela nasıl yani kardeşim ölmüş bir kişi önünde saygı duruşunda bulunmakta nedir? Bu İslam’da var mı, Kitap da var mı diye sorulmuyor. Ama devlet resepsiyonunda okutulan Kur’an’ı Kerim ile algı yönetiminin alası yapılıyor. “Bakın Cumhuriyet tarihi boyunca ilk defa Devlet töreninde Kur’an okutuldu” deniliyor. Algıyı yönetenler biliniyor da, bu algının yönetilmesine kim müsaade ediyor o bilinmiyor. Burada sorumlu olan yüzde yüz halk değildir. Halkın algısının bu şekilde yönetilmesini izleyen, ses çıkarmayan ve sonra da halkı ve toplumu suçlayan sivil toplum temsilcileridir.

Şimdi gelelim seçim hükümetinin icazeti kimden aldığı konusuna. Tabi ki hükümet Anıtkabir ziyaretinde icazetini almadı. Türkiye’de iktidarların ve hükümetlerin belirlenmesinde kimin elinin ve iradesinin olduğunu konuşmaya aslında gerek yok. Ama yinede konuşacağız. Kimse konuşmasa da biz konuşacağız. Herkes sussa da biz susmayacağız. Evet, biz Ak Parti’nin; hem kuruluş, hem uluslararası kamuoyunda tanınması sürecinde hem de iktidarda olduğu üç dönemlik süreçte ABD’nin tam desteğini aldığını gizlemeyeceğiz. Zira biz efsanelerin hülyasında yaşamaya razı olmadık olmayacağız. Biz real gerçekler üzerinden iktidarları ve hükümetleri muhasebe etmeyi sürdüreceğiz. Biz ABD ve Koalisyon kuvvetleri ile Suriye’ye bomba yağdırmak için adeta sabırsızlanan Ak Parti iktidarının Amerikancı bir iktidar olduğunu söylemeye devam edeceğiz. Herkes sussa da biz İncirlik Kapatılsın ABD Kovulsun diyeceğiz.

Özcümle iki aylık görev süresi olacak seçim hükümetinin dahi icazetini ABD’den aldığını söyleyeceğiz. Zira ABD Türkiye gibi stratejisi olmayan bir ülke değil. ABD, üzerine uzun yıllar yatırım yaptığı ülkenin sacayaklarından herhangi birinin elinden kayıp gitmesine razı olmaz. Çünkü daha önce başka partiler üzerinden defalarca kez deneyip sonuca ulaşamadığı Türkiye’deki sistem değişikliğini Ak Parti ile başarmak istedi ve sonuca ulaştı. Tayyip Erdoğan liderliğindeki Ak Parti iktidarı Türkiye’de İngiliz yanlısı olan ve İngilizlerin siyasetini sahiplenen tüm kurum ve kuruluşlardaki derin yapıları tasfiye etti ve Amerikancı sistemi belirli ölçüde kurumlara hâkim kıldı.

ABD hem Ortadoğu İslam ülkelerine demokratik model olması, hem bu ülkelerdeki sömürge siyasetini Türkiye’yi etkin bir şekilde kullanarak yürütebilmesi ve hem de Türkiye üzerindeki nüfuzunu devam ettirmesi için güçlü iktidarlarla çalışmayı istiyor. Hatta nihai süreçte Türkiye’ye başkanlık sisteminin gelmesini sağlayarak İngiliz nüfuzunu Türkiye’den kazımak istiyor. Ancak ABD’nin bu planı 7 Haziran 2015 Milletvekilliği seçimlerinde bozuldu ve Ak Parti oy kaybına uğrayarak tek başına iktidar olamadı. İşte bu süreçte Ak Parti’yi Koalisyon hükümeti kurmaya zorlayan bazı gelişmeler yaşandı. Bu gelişmelerin en başında ise Suruç patlaması gelmektedir. Bu patlama ile Ak Parti’nin bir koalisyon hükümeti kurması istendi, yani aslında eski İngiliz yanlısı vesayet rejimi tekrar yeniden Türkiye’de kurumlar üzerinde söz sahibi olmak için iktidar olma isteğini ve arzusunu bu tür girişimler ile denedi. Lakin ABD ve ABD’ye göbekten bağlı bir siyaset güden Ak Parti, bu girişimlerin önünü seçim kararı alarak ve seçim hükümeti oluşturarak kesmiş oldu.

Dolayısıyla 7 Haziran seçim sonuçlarının açıklamasından hemen sonra Ak Parti’nin tek başına iktidar olamaması ile başlayan ve bugün geçici hükümet ile seçime gidilmesi kararı ile neticelenen Türkiye’deki siyasi sürecin ABD’nin istek ve iradesi dışında bağımsız bir elden yürütüldüğünü iddia etmek vakıaya mutabık değildir. Bunu iddia etmek için hem ABD’nin Türkiye iç siyasetini kontrol etmediğini söylemek hem de ABD’nin Suriye, Irak ve Ortadoğu bölge politikasında Türkiye’yi dikkate almadığını söylemek gerekir.

Şimdi gelin Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın onayı ile 1 Kasım 2015’te yapılacak erken genel seçimlerine kadar çalışacak yeni hükümet ve bakanlıkların dağılımına bakalım. Görelim bakalım medya da haber yapıldığı gibi bu atamalarda sürpriz isimler var mı? Bakalım ABD ve Ak Parti’nin bu tür sürprizlere tahammülü var mı yok mu?

Birinci olarak şu önemli notu buraya düşmek gerekiyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan erken seçim kararı alarak Türkiye’deki siyasi boşluğun oluşmasının önüne geçmiş oldu. Zira eğer bir siyasi boşluk oluşursa –bu boşluk hükümetsizlik ya da koalisyon ile kurulan hükümet şeklinde olabilir- İngilizci siyaset tekrar kurumlara nüfuz edebilir ve tutunma noktası oluşturabilirdi. ABD bu isteği gördüğü için bazı riskleri de göze alarak derhal Türkiye’de erken seçim kararı alınmasını sağladı.

İkinci olarak yeni hükümetteki bakanlık dağılımına baktığımızda Ak Parti’nin asla sürpriz isimlere yer vermediğini görmüş oluyoruz. Zira bazı medya organlarında kabinede sürpriz isimlere yer verildi şeklinde haberler çıksa da aslında böyle bir şey olmadı. Zira ne ABD’nin nede Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sürprizlerle uğraşmaya tahammülü bu süreçte olamaz.

Örneğin İçişleri Bakanlığına İstanbul Emniyet Müdürü Selami Altınok getirildi. Selami Altınok Ak Parti ile Fetullah Gülen kadroları arasında yaşanan çatışma sürecinde çok kilit noktada görev üstlenmişti. 17 Aralık yolsuzluk soruşturmalarının hemen başında İstanbul Emniyet Müdürlüğüne atanarak bu soruşturmaların önünü kesip aslında Ak Parti ve Cumhurbaşkanına adeta cansuyu olmuştu. Dolayısıyla buradan bakıldığında Erdoğan iç siyasette kaos ve sürpriz istemiyor. Bunun için en çok güvendikleri kişiye İçişleri Bakanlığını verdiler.

Bir diğer önemli Bakanlık ise Dışişleri Bakanlığıdır. Zira bu bakanlık ABD için daha çok önemlidir. ABD’nin Ahmet Davutoğlu’nun Başbakan olmasından sonra Dışişleri Bakanı olan Mevlüt Çavuşoğlu ile çok kötü çalıştığı söylenemez. Lakin Ak Parti ve Erdoğan Çavuşoğlu’ndan ABD’nin razı olduğu kadar razı değillerdi. Seçim hükümeti işte bu değişiklik için bir fırsat oldu ve Dışişleri Bakanlığı Baş Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu Bakan olarak atandı. Feridun Sinirlioğlu Dışişleri Bakanlığında ABD’nin çok rahat çalışabileceği beyin takımının en önemlisidir. Zira ABD son 5 yılda dış siyasette Türkiye’den ne istediyse aldı ve söylediği her şeyi ona yaptırdı. Şu an ABD’nin Suriye ve Irak siyasetleri de dikkate alındığında Feridun Sinirlioğlu gibi bir bürokratın Dışişleri Bakanı olması ABD’nin çok işine gelmektedir. Yani Altınok gibi Sinirlioğlu’nunda sürpriz olarak değerlendirilmemesi gerekir.

Suriye, Irak ve Ortadoğu siyasetlerinin ABD’nin istediği hızlılıkta ve rahatlıkta yürüyebilmesi için Dışişleri Bakanlığına böyle birinin getirilmesi sürpriz olabilir mi? Buna paralel olarak son dönemde terör operasyonlarını seçim propagandası için artı değer olarak gören Ak Parti için iç güvenlik konusunu en çok güvendiği isim olan Selami Altınok’a vermiş olması da sürpriz olarak değerlendirilemez.

Bu iki bakanlığın dışında kalan Başbakan yardımcılık görevlerinde ise önceki kabine ile yenisi arasında çok değişiklik yok. Bülent Arınç gitti Tuğrul Türkeş geldi. Tuğrul Türkeş’in görev ve sorumluluk alanlarına bakıldığında sizde bu Bakanlığın Türkeş’e daha başka bir amaç için verildiğini görmüş olacaksınız. Tuğrul Türkeş Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı gibi kurumlardan sorumlu olacak. Tuğrul Türkeş’in kabineye alınmasının MHP’den kopmasını/ihraç edilmesini getireceğini öngörmek için dahi olmaya gerek yok. Alparslan Türkeş’in oğlu olması sebebi ile Tuğrul Türkeş’in MHP’den ayrılıp sonraki süreçte Ak Parti ile yakınlaşması Milliyetçi oylardan azda olsa belli bir oranı Ak Parti’ye getirecek olabilir.

HDP’den iki isime verilen Bakanlıklara gelince bu bakanlıklar önemleri açısından stratejik özellik taşımamaktadırlar. Ayrıca bu Bakanlığa atanan isimler iki aylık bu sürede Ak Parti’yi ciddi anlamda zora sokacak isimler olarak gözükmüyor.

Üçüncüsüne gelince, Seçim Hükümeti Bakanlıklarına daha çok Bakanlık bünyesinde görev yapan Müsteşarlar atandı. Bu durum ise kurumlardaki Amerikancı kadrolaşmaya ve sisteme olan güvenin göstergesidir. Hem Ak Parti hem de ABD artık önemli kurumlardaki kadrolara tam güven içerisindeler. Ayrıca zaten Bakanlıklarda asıl işi yürütenler Bakanlar değil de müsteşarlar olduğu için erken seçime kadar bu kurumları onlara emanet etmek daha garantici bir çözüm olmuş oluyor. Burada önemli bir husus ise bu iki aylık süre içinde tüm bakanlıklarda atamaların ve yeni kadro alımlarının –özel durumlar istisna tutuldu- durdurulması kararıdır. Bu karar resmi gazetede dün yayınlandı.

Sonuç olarak ABD, hem Suriye ve Irak siyasetini rahat yürütebilmek ve Ortadoğu denkleminde Türkiye’den daha fazla yararlanmak için Türkiye’de kendine bağlı ve güçlü iktidar ve istikrar istiyor. Ak Parti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’da daha güçlü bir iktidar ile ileriki süreçte (belki bir dönem sonra) Başkanlık sistemi istiyor. 1 Kasım 2015’te yapılacak erken genel seçimlerinde Ak Parti’nin tek başına iktidar olmasının güçlü bir garantisi yok, lakin Ak Partiyi iktidara taşıyacak bu süreci kontrollü bir şekilde yürütmek, kontrolü kaybetme ihtimali olan koalisyon hükümeti formülünden çok daha makul ve garanti olarak görülüyor ABD için.

Yani Ak Parti ile ABD’nin istekleri ve siyasetleri farklı değil. O halde neden bu siyasetlerini baltalayacak sürprizlerle uğraşmak zorunda kalsınlar? Neden kendi ellerinden icazet almamış kabineler ile uğraşmak zorunda olsunlar?

@mk_mahmutkar