Geçtiğimiz Çarşamba günü uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Standard & Poor's (S&P), Türkiye'nin kredi notunu “BB” den ''BB+''ya yükseltti. S&P'nin Türkiye'nin not artırımına ilişkin açıklamasında, ''Not artırımımız Türkiye'nin halen oldukça büyük olan dış finansman ihtiyacını, iç talepteki azalmanın da etkisiyle ihracat performansını artırarak yavaş ve sürdürülebilir şekilde azaltmasını yansıtmaktadır'' ifadeleri kullanıldı. Not artırımına bir diğer gerekçe olarak, ''Kürt meselesinin çözülmesi; daha önce gösterilen çabalardan daha uzun süreli olmasını bekliyoruz. Eğer öyle olursa, güvenlik sebepli harcamalar azalacak ve sınır ticareti artacaktır'' ifadeleri kullanıldı.
S&P'nin öne sürdüğü İç talepteki azalmayı şöyle kısaca bir gözden geçirelim.
Türkiye’de bilenen bir gerçeklik vardır ki, o da insanların gittikçe bankalardan kredi çekmesidir. Nitekim Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) verilerine göre tüketici kredilerindeki yıllık artışın yüzde 18,8 ile hızlandığı ve tüketici kredileri 204 milyar 894 milyon lira olduğu açıklanmıştı. Yine BDDK verilerine göre, 1 haftalık süreçte tüketici kredileri tutarı yüzde 0,62 artış göstererek, 203 milyar 628 milyon liradan 204 milyar 894 milyon liraya yükseldi.
Verilere bakıldığın da insanların bir hayli bankalara borçlandığı görülmektedir ki, bu verilerde ticaret kredisi yahut yatırım kredisi söz konusu değildir. Bilakis tüketici kredileri olmaktadır. Yani, alış veriş için, ekmek için, mutfak masrafı için elektrik, su, doğalgaz faturalarını ödemek için halkın yeterli ücreti bulunmamaktadır. Bilindiği üzere asgari ücret 773 TL. ancak hükümet yanlısı olarak bilinen Memur-Sen verilerine göre açlık sınırı ise 1.000 TL, yoksulluk sınırı da 3.000 TL olmaktadır. Hal böyleyken insanlar gelir gider dengelemesinde bir türlü ay sonunu getiremediklerinden çareyi bankalara borçlanmada görmektedirler. Dolaysıyla bu durumda olan halkın harcaması ister istemez iç talepte daralma oluşturur, içeride talebin daralmasıyla da ihracata ağırlık verilir.
Peki, Türkiye neyi ihraç edecektir?
Globalleşen dünyada insan hayatının her alanına nerdeyse sanayi ürünleri girmiş durumda. İnsanın yaşamına sanayi ve tekno sanayi ürünlerinin girmesiyle birlikte nerdeyse her türlü maddi ihtiyaçlar bunlarla sağlanmaktadır. O kadar ki insanlar, kendi doğal haliyle ulaşamadığını, yapamadığını bir düğmeyle rahatça yapmaktalar. Sanayi ürünlerinin insan yaşamına kattığı artıları sanırım pek uzatmaya gerek yoktur. Çünkü yaşadığımız bu zamanda sanayileşmenin artılarını hepimiz kullandıklarımızla zaten şahit olmaktayız.
Bu sebeple insanın maddi tüm işlerine getirdiği kolaylıklardan dolayı dünyanın her bir yanından sanayi ürünlerine yüksek derecede talep bulunmaktadır. Fakat insanların bu talebini karşılayan ise küreselleşen, yani çok uluslu çalışan bir kaç sayıda şirketten ibarettir. Özellikle bu şirketler batılı ülkelerin şirketleri olmaktadır. Ve dünyadaki siyasi ve politik çabalar, bu şirketlerin çıkarları içindir. Nitekim bu büyük şirketler giriştiği pazar ortamlarına sonradan gelen küçük işletmeleri genel itibariyle yutar durumdadırlar, yani bu küçük işletmenin tüm sermayesini satın alarak şirketine katar. Aksi takdirde küçük işletmeler büyük şirketlerle rekabete girişemez ve zarara uğrar. Bu şirketlerin çoğunu az çok hepimiz bilmekteyiz.
Bunlardan gerek sanayi, gerek tekno sanayi, gerekse enerji alanında olan şirketlerin birkaç tanesine değinirsek; SAMSUNG, NOKIA, TOSHİBA, CASPER, SHELL, BP, TOTAL, CARREFOUR, FORD, TOYOTA, VOLKSWAGEN vs.dir. (Bu şirketleri araştırmak isteyen şu adrese bakabilir; http://www.sabah.com.tr/fotohaber/ekonomi/dunyanin-en-buyuk-sirketleri-aciklandi-2012-402664954317?tc=50&albumId=43206&page=12)
Türkiye ne insanların sanayi ürünlerine olan yüksek taleplerini karşılaya bilecek bir ülke, ne de sanayi ürünlerini üretilmesi için gerekli enerjisi bulunmaktadır. Aksine Türkiye enerjide %56 sanayi ürünlerinde ise %52 oranında dışa bağımlı durumda.
Nitekim geçtiğimiz yıl Türkiye ihracatını büyük oranda İran’a ihraç ettiği altınlarla azaltmış, bu altınları ise doğalgaz karşılığında vermiş, ancak bunu mücevher ihracatı diye istatistiklere koymuştu. TUİK 2012 Kasım ayı verilerine göre kıymetli taşlar ve metaller yani altın ve gümüş vs. 1,201,340 milyon dolara yükselmişti. Nitekim bir önceki yılın kasım ayına göre ise, 595,375 milyon dolardı. Yine Irak kuzey bölgesel yönetimine de, Türkiye’ye ithal gelen motorlu kara taşıt ve aksamları da ihraç edilmişti. TUİK verilerine göre Irak’a yapılan ihracat 1,094,457 Milyon dolara yükselmişti. Bir önceki yılın aynı ayına göre ise, 764,746 dolardı. Bu da her defasında olacak bir ihracat konusu değildir. Cari açığı kapatmada veya yapısal reform yapmada söz konusu olan enerji ve sanayisinin bir ülkenin kendisi üretmesi ve ihraç etmesidir. Aksi takdirde katma değeri yüksek olmayan ürünlerde çeşitliliğe gidip, çeşitli pazarlara sunmak cari açığı anlık azaltır. Tabi ürün çeşitliliğinde Türkiye serbest değildir. Örneğin Türkiye'nin İran'a yaptığı mücevher ihracatına ABD'den tepki gelmişti. Yine Kuzey Irak'a yapılan yüksek ihracatı da eleştirmişti.
S&P'nin Kürt meselesine ilişkin açıklamasına gelirsek, aslında bu Türkiye'nin bizatihi başlattığı bir süreç olmamaktadır. Bu süreç, Türkiye'nin uydusu olduğu kapitalist ideolojinin taşıyıcısı olan ABD'nin başlattığı bir süreçtir. Nitekim Suriye özelinde, Ortadoğu'da yaşanan halk ayaklanmaları ABD'nin tahtını titretir durumda. Bu halk ayaklanmalarıyla ABD için elzemliği barizleşen bir gerçeklik oldu ki, o da "Ortak Model" projesi. Bu "Ortak Model" projesi ile ABD Müslüman Ortadoğu halkını İslami fikir ve duygulardan uzaklaştırıp demokrasiye entegre etme çalışmasıdır. Tabi ki bu "Ortak Model" projesinin baş aktörü de bilindiği gibi, ABD'nin baş müttefiki Türkiye olmaktadır. Dolaysıyla ABD Türkiye'nin sosyal, siyasal ve ekonomik açıdan gelişmesi için düğmeye basmış durumda. Siyasi açıdan bakıldığında; AKP hükümeti 10 yıl içerisinde devlet kurumlarında ki neredeyse tüm İngilizcileri devlet kadrosundan dolaylı yollardan tasfiye etmiş durumda. Yine Türkiye de bir ur haline gelen Kürt meselesini de gelinen noktada ABD'nin yardımıyla bitirilme sürecinde.
Sosyal açıdan bakıldığında ise; şüphesiz ki buna hepimiz şahit olmaktayız ki, AKP ile gerek halk, gerekse birçok STK sistemle bütünleşmiş durumda. Ekonomik açıdan bakıldığında; ABD şuan taşeronu olan Türkiye'nin tabiri caizse ipini bu aralar gevşetmiş vaziyette, öyle ki iktisadi açıdan gelişip Ortadoğu'yu da bu yolla Kapitalist sisteme entegre etme çalışmasında. Bu arada gelişme derken kapitalist gelişmeden söz etmekteyim. Böylece derecelendirme kuruluşlarının yaptıkları not artışı, halkın lehine değil, sermayedarların lehine olan bir durumdur. Kapitalist iktisadi sistemler de "Adaleti sağlamak adına fakirden dolaylı yollardan vergiyi alıp, zengine vermekte"
Velhasıl kapitalist sistemin barizleşen bir gerçekliği vardır ki o da onun tek metodu olan sömürüdür. Bu gerçeği kanaatimce bilmeyen kimse kalmadı. Dolaysıyla kapitalist sistemin piyasaya sunduğu özgürlük, adalet, hürriyet ve nihayetinde demokrasi gibi tılsımlı söylemlerinde bu sistemin birer habis üsluplarıdır. Ancak gelinen süreçte bu tılsımlı söylemlerin de hiçbir etkisi kalmadığını net görebiliriz. Nitekim buna en basit örnek ise, tüm kapitalistlerin demokrasiyi Suriye halkına pazarlamak için girişimlerinin başarısız olduğudur. Aksine "demokrasi bahane sömürü şahane" gerçekliğini bilen Suriye halkı kutlu bir direnişle ceberrut tağutların sonunu getirmek için kıyama kalkmasıdır.