Doksan yıl, bir devlet ömrü için çok sayılmaz. Ancak öyle bir devlette yaşıyoruz ki bu devletin doksan yılda işlediği cürümler ve bu cürümlerin meydana getirdiği acılar kitap haline getirilse ülkenin bütün matbaaları bu kitapları basmaktan başka bir iş yapamaz olurlar.
Cumhuriyetin ilanından tutun günümüze kadar, sadece basına yansıyan kısmı ile oynanan oyunların, yapılan katliamların, hiçe sayılan değerlerin, haksızlıkların haddi hesabı yoktur. Gün geçmiyor ki insanın içini yakacak bir acı yaşanmasın. Yaşanan bu acıların büyük bir kısmı bizzat devletin hukuksuzluğundan başka bir ifade ile batıl nizamından kaynaklanmaktadır. Geri kalan acılar ise devletin egemen kıldığı kapitalist, faşist, makyavelist, pragmatik anlayışlar gereği dolaylı bir şekilde meydana gelmektedir.
İşte Roboski katliamı da bu kirli işler imparatorluğunun işlediği, işlemekle kalmayıp dünyanın gözü önünde üstünü kapatmaya çalıştığı sayısız cürümlerinden biridir.
Şırnak’ın Uludere ilçesinde TSK ’nın 2011 Aralık ayında yaptığı sınır ötesi bombardımanında Roboskili çoğu daha çocuk yaşta 34 sivil katledildi. Söz konusu katliam bir takım yanlış istihbarat, yanlış değerlendirme vb. yanlışlıklar ile geçiştirilmeye ve kapatılmaya çalışıldı. Ancak kamuoyunun baskısı ile söz konusu bu katliam ile ilgili önce Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı bir soruşturma açtı. Sonra konuya dair Meclis Araştırma Komisyonu kuruldu. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı daha sonra görevsizlik kararı vererek dosyayı Askeri Savcılığa havale etti. Kurulan komisyona da geldi gitti ve konuyu zaman içinde yaydıkça yaydı. Böylece Roboski katliamı daha bir çok hukuksuzluk gibi ülkenin gündemine düşen olaylar gölgesinde unutturulmaya çalışıldı.
Bu katliamın gerçekleşmesinde kimin sorumlu olduğu daha en başta belli olduğu halde, devletin bu katliamı daha öncekiler gibi oldu bittiye getireceği ve suçluları açığa çıkartmayacağı açıktı. Neticede Genel Kurmay Askeri Savcılığı Roboski katliamı ile ilgili soruşturmayı tamamlayıp, askerlerin bir kusurunun olmadığı sonucuna vararak takipsizlik kararı verdi.
Bu karar ile Devlet, ortada ne suç ne de suçlunun olmadığını ilan etmiş olmuyor mu?
Takipsizlik kararı başka ne anlama geliyor?
Yani öyle bir katliam olmadı mı?
34 masum insan ölmedi mi?
Katırlarla taşınıp battaniyelere sarılmış, yana yana dizilen 34 cansız bedene kimse bakmadı mı?
On binlerin omzunda taşınan tabutların içinde bombalarla öldürülen insanlar yok muydu?
Onlara bakan gözlerde yaş olmadı mı? Evlere ve ocaklara ateş düşmedi mi?
Yakılan ağıtlar, feryatlar hepsi birer filmin fragmanları mıydı?
Daha önce defalarca kirli işleri ifşa olan devletin ve halen menfaat çatışmaları neticesinde ifşa edilmeye devam edilen kirli ilişkilerin mimarları için Müslüman halkın canlarının ne önemi olabilir ki? Ayaklar altına alınan insanlık onurunun, yüreği yanan anne babaların acıları onlar için bir anlam ifade eder mi?
Bu nasıl bir anlayış ki insanlıktan nasibini almıyor. Bu nasıl bir iktidar hırsıdır ki bütün değerleri hiçe sayabiliyor. İktidarın asıl görevi tebaanın canını, malını, namusunu, izzetini, dinini koruyup kollamak iken, kendi bekası uğruna bütün bu değerleri tereddüt etmeden çiğneyebiliyor. Söz konusu İslam'dan nasibini almamış bir iktidar ise başka türlüsünü beklemek zaten saflık olur. Çünkü İslam’ın olmadığı yerde insanlık, insanlığın olmadığı yerde adalet, adaletin olmadığı yerde hukuk yoktur.