Haçlı dünyası İslâm medeniyetiyle savaşırken aynı zamanda etkilenmişti. İslâm dünyasında din sınıfı diye bir sınıfın olmadığını, dinin temel referans kaynaklarının herhangi bir sınıfın tekelinde olmadığını gördüklerinde kendi dünyasına yönelip “Aydınlanma hareketi” diye addettikleri dev reformlar gerçekleştirdiler. Dini devletten ayırmaya karşılık gelen laiklik düşüncesi temelinde tahrif olmuş Hristiyanlığın bağnazlığından kurtulup fen ve tabiat alanında büyük çapta ilerleme kaydettiler.
Laik düşünceyi politik bir operasyonla ulusalcılık ile aşılayıp İslâm coğrafyasına yöneldiler. Bu şeytani düşünce ile İslâm ülkesini bölüp parçalamayı kastetmişlerdi. Fikrî inhitata maruz kalan İslâm ümmeti içinde, laik düşünceye teşne olacak beyinsizleri bulmaları zor olmadı. Kendilerine meyledenleri örgütleyip palazladılar. Dahası; teknolojik üstünlüklerini ifsat edici laikliğe delil yaparak fikrî, siyasi, kültürel ve askerî yöntemlerle İslâm coğrafyasına topyekûn bir saldırı başlattılar. I. Dünya Savaşı’nı tezgâhlayarak Osmanlı Hilâfet Devleti’ni bölüp parçalamayı başardılar. Neticede işbirlikçilerinin eliyle asırlarca İslâm’a bayraktarlık yapan Türkiye’ye laik, ulusalcı rejimi cebren ve hile ile monte etmeyi başardılar.
Gerçek şu ki; laik, ulusalcı rejim daha ilk günden beri bu coğrafyaya göre değildi. Bu coğrafyanın tarihine ve kültürüne, sosyal ve etnik yapısına, kökenine, medeniyet kodlarına aykırı bir rejim idi. Ümmetin benimsediği siyasal ve sosyal yapıya karşılık gelmiyordu. Bir avuç ecnebi hayranı beyni yıkanmış entelektüelden başka, ümmet böylesi bir rejimi ne tanımış ne bilmiş ve ne de böyle bir rejimin egemenliği için bir mücadele vermişti. Ümmet açısından bir haçlı dünyası vardı ve tarih boyunca hep o dünya ile savaş hâlinde idi.
İşte İslâm tarihinde bayrağın düştüğü yer olma bahtsızlığını hazmedemeyen ve tarihî düşmanlarıyla yüzleşme egzersizleri yapan Türkiye, son yüzyılda yaşadığı altüst oluşunu göz ardı ederek içine girdiği istiklal ve istikbal mücadelesinden galip çıkamaz. 20. asrın başından bu yana yaşadığı dramı, düşman patentli laik, ulusal rejimin getirdiği siyasal ve sosyal yıkımı, tarihî köklerinden koparılışını ve dünyaya nizam veren bir konumdan güdülen bir ülke olmasına kadar her şeyi etüt etmeden rotasını çizemez.
Evet, bu ülke bir asır önce bir kırılma yaşadı. Yüzyıldır halka rağmen laik, demokratik cumhuriyet rejimi ile girdiği bu macera ile geldiği nokta ortadadır. Bugün medeniyet kodlarından koparıldığı, değer yargılarının bozulduğu, ecnebi kültürünün sosyal hayatı ifsat ettiği bir ülke Türkiye! Sanıldığının aksine demokrasi kültürünün halkları millet yapan bütün değerleri yerle bir ettiği, toplumu liberalleştirerek atomize ettiği, toplumsal düşüncenin en asgari düzeyde seyrettiği, aile kurumunun zayıfladığı, boşanmaların tavan yaptığı bir ülke artık Türkiye! İşsizliğin sıradanlaştığı, madde bağımlılığının kol gezdiği, geçimsizliğin yaygınlaştığı, gününü gün etmekten başka bir şey düşünmeyen kimliksiz, idealsiz, amaçsız, hedefsiz bir neslin türediği günleri yaşamaktayız. Eğitim sisteminin yaz-boz tahtasına döndüğü, devlet okullarında eğitim-öğretim faaliyetinin dibe vurduğu, özel okullarda bir ticaret metaına dönüştüğü ve yükseköğretimin işsiz kitleler ürettiği bir ülkeyiz artık bugün! İşte laik rejim, işte demokrasi kültürü ve işte ümmeti getirdiği son nokta!
Diğer taraftan laik ulusal rejimin eseri etnik terör ülkenin kaynaklarını tüketirken, toplumu evlat acısına boğmaya devam etmektedir. Eklemek gerekir ki; rejimle yaşıt bu etnik sorun etnik teröre evrilirken bugün ülke sınırlarını aşmış, daha önce algılanamayan bütün boyutlarıyla kendini hissettirmeye başlamıştır.
Görünen o ki; Türkiye, doğal ve siyasi coğrafyasıyla bütünleşmesine engel olan bu rejime son vermek durumundadır. Ülkeyi Batı’nın fikrî, siyasi, kültürel, ekonomik ve hatta askerî müdahalesine açık hâle getiren laik demokratik düşünceyle yola devam edilemez. Türkiye 1920’de ilan ettiği bu ecnebi rejimde ısrar ettiği sürece zayıflamaya, bölünüp yok olmaya mahkûm olacaktır. İçeride ve dışarıda sürekli sorun ve düşman üreten, ümmeti kamplara bölen laik rejim, bugüne kadar ülkeyi engebeli bir arazide yürüterek kalkınmasına engel olmuştur. Bu rejim Türkiye’nin büyük küfür güçleri tarafından sömürülmesini garanti altına alan bir işlev görmüştür. Bugüne değin verdiği maddi ve manevi zarar ülkenin beşerî ve doğal kaynaklarını tüketmiştir. Yeni getirilen Cumhurbaşkanlığı Sistemi yalnızca laik rejimin makyajını yenilemiştir. Tarihsel düşmanlarımızın tehditlerine boyun eğip laik rejimde ısrar etmek Türkiye’nin geleceğini karartmak, onu düşman eline terk etmektir. Bölünüp parçalanmasına ve dağılıp yok olmasına çanak tutmaktır.
Bugünden sonra da bu rejim Türkiye halkları için kâbus olmaya devam edecektir. Kaldı ki; dünyanın bu çalkantılı döneminde bu coğrafyaya ve coğrafyada yaşayan ümmete rağmen yanlış rejimde ısrar etmek telafisi gayri kabil gelişmelere yol açabilecektir.
Nitekim İslâm’ın birleştirici ve bütünleştirici gücü olan Râşidî Hilâfet’i göz ardı eden ülkelerin durumu ortadadır. Irak, Suriye, Mısır, Libya, Tunus, Cezayir, Sudan, Afganistan ve Pakistan’ın içinden geçtiği korkunç süreç hep yanlışta ısrar etmenin bir neticesidir. Bu baş döndürücü değişim sürecinin ümmet ve samimi yöneticiler açısından mutlu sona ermesi için tarihin öğretilerinden ders alınması gerekir.
Evet, coğrafya kaderdir. Coğrafyanın gerçeklerini değiştiremezsiniz. Siyasi hamlelerinizi belirlerken coğrafyanın gerçeklerini dikkate almak durumundasınız. Tıpkı bunun gibi yönettiğiniz ümmetin amentüsünü, kültürel yapısını, medeniyet kodlarını, özgeçmişini ve tarihsel hafızasını dikkate almak durumundasınız.
Gerçek şu ki; Türkiye’nin yer aldığı coğrafi gerçekler ve ümmetin kültürel yapısı Râşidî Hilâfet’le kesişmektedir. Dahası aynı gerçekler laik, demokratik rejimi sürdürülebilir olmaktan çıkarmıştır. Nitekim bölgede meydana gelen siyasi ve askerî gelişmeler durumu daha da nazik hâle getirmiştir. Görünen o ki; Râşidî Hilâfet yönetimi dışındaki tüm rejimler Türkiye için büyük riskler taşımaktadır. DAİŞ misali kukla örgütler tarafından daha fazla kirletilmesine müsaade etmeden ülkenin selameti adına Râşidî Hilâfet’e sahip çıkılması gerekmektedir.
Daha fazla gecikmeden ve düşmanlarımızın tehditlerine aldırmadan gönül coğrafyamızı siyasi coğrafyamız hâline getirecek siyasi hamleler için zemin oluşturmak gerekmektedir. Başındaki dalkavuklar bir yana bu vefalı halk tarihin her döneminde kendisine düşeni yapmıştır. Ulus değil ümmet olarak yakın tarihte yed-i düvele karşı kazandığı Çanakkale ve en zayıf döneminde bile İngilizleri büyük bir yenilgiye uğrattığı Kut El-Amara zaferi, yeni zaferlerin teminatıdır. Artı 15 Temmuz darbesine karşı gösterdiği direnç hâlâ küllerinden doğmaya hazır bir ümmet olduğunu göstermiştir.
Bu vefalı halkın Hilâfet’in ilgası ile baş gösteren makûs talihini yine yeniden Râşidî Hilâfet’le buluşturarak değiştirmenin zamanı gelmiştir. Tarihin bu hızlı aktığı dönemde çelikten bir irade ortaya koyup Râşidî Hilâfet’i yeniden ilan ettiğimiz gün, mazlumlara mezar olan şu Ortadoğu coğrafyası katil 5+1’e ve işbirlikçilerine dar gelecektir. Ne Fırat Kalkanı ucubesine ve ne de Ruslarla birlikte İdlib’e asker konuşlandırma çaresizliğine gerek kalmayacaktır. PKK ve türevleri de yok olup gidecektir. Üstümüzde nusret ve zaferin Rabbi Allah; dört bir yanımızda Muhammed ümmeti!
İşte o gün dolunay üzerimize doğarken Veda tepelerinden… Topkapı Müzesi’nde sandıkta mahzun duran Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in sancağı bir kez daha dalgalanacak kürre-i arzda; Kevser havuzunun başında dalgalanmadan önce!
وَيَوْمَئِذٍ يَفْرَحُ الْمُؤْمِنُونَ …وَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ
“İşte o gün, inananlar Allah'ın yardımına sevineceklerdir… Allah, güçlüdür; merhamet sahibidir.”[1]
[1] Rum Suresi 4-5