Prof. Dr. Şahin Filiz’e Cevabımdır: Hilâfet İslâm’dır! Onu Savunmak Şereftir!
05 Mart 2021

Prof. Dr. Şahin Filiz’e Cevabımdır: Hilâfet İslâm’dır! Onu Savunmak Şereftir!

Hilâfet hakkında karalama ve aşağılamanın serbest ve önünün açık olduğu; övmeye, davet etmeye, özlem duymaya ise işten el çektirme, kariyerine nokta koyma, gözaltına alma, tutuklama ile karşılık verildiği bir dönemde yaşıyoruz. İşte böylesi bir atmosferde Akdeniz Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Şahin Filiz önce “Veryansın TV” adlı internet sayfasında, ardından da “Yüzleşme TV” adlı Youtube kanalında Hizb-ut Tahrir ve Hilâfet hakkında bir akademisyene hiç ama hiç yakışmayan; delilden yoksun, sokak jargonuyla açıklamalarda bulundu.

Elbette satır satır, kelime kelime, “şunu dedi, bunu dedi oysa mesele şöyledir” diye cevap verme gibi bir durum söz konusu değildir. Yüzleşme TV adlı Youtube kanalında ismim geçtiği için kendisine bazı esasi hatırlatmalarda bulunmak istedim. Bu hatırlatmaları yaparken amacım hedef göstermek değildir. Tehdit etmek hiç değildir. Tek amacım vardır o da Prof. Dr. Şahin Filiz’e kırmızı hap uzatmaktır.

“Kırmızı hap da ne?” diyenler için Vikipedi’den Matrix filmi hakkında kısa bir alıntı yapayım:

“Saygın bir yazılım şirketinde çalışan Thomas Anderson (Keanu Reeves), gecelerini ‘Neo’ adı altında program kırarak ve Matrix'i araştırarak geçirir. Esrarengiz şekilde Trinity ve Morpheus ile tanışan Neo, yaşadığı dünyanın aslında beyninde gerçekleşen bir simülasyondan ibaret olduğunu öğrenir ve kendini bu durumdan kurtarmak için Morpheus'un önderliğindeki ekibe katılır. Neo gerçek dünyada ilk nefesini aldıktan sonra simülasyona tekrar girerek Matrix'in ne olduğunu kavrayacak ve kurtarılma nedenini öğrenerek gelişen olaylar çerçevesinde yeni kimliğini tanımaya çalışacaktır…”

İşte bu meşhur filmin bir sahnesinde Morpheus Neo’ya şöyle der: “Gerçekleri görmeni engelleyen bir dünya bu. Bir köle olduğun gerçeğini. Beyninin içi bir hapishane… Mavi hapı alırsan hikâye sona erer. Yatağında uyanırsın ve inanmak istediğin neyse ona inanırsın. Kırmızı hapı alırsan... Unutma! Sana vaat ettiğim tek şey gerçek fazlası değil!”

Sayın Şahin Filiz, biliyorsunuz ya da bilmiyorsunuz ama simülasyondan ibaret bir dünyada yaşıyorsunuz. Size öğretilen şeyler bu simülasyonun devam etmesi için uydurulmuş hiper gerçekliklerden başkası değil. Hakikatin böylesine kıymetli olduğu bir zaman diliminde bizim de size verebileceğimiz tek şey “gerçek”tir. “Kırmızı hapı” alın ve arkanıza yaslanarak hakikatlerle tanışın…

1.) Hizb-ut Tahrir’in Yargıtay tarafından “terör örgütü” kabul edildiği doğrudur. Hizb-ut Tahrir’e “terör örgütü” diyen Yargıtay hâkimlerinin neredeyse tamamına yakını, sizin yıllardır mücadele ettiğiniz “FETÖ” zanlısı olarak gözaltına alındı, tutuklandı, meslekten ihraç edildi. Mevcut Yargıtay hâkimleri de FETÖ’cü hâkimler ile aynı kararı verdi, doğrudur. Ancak Yargıtay’ın vermiş olduğu karar Anayasa Mahkemesi’nin Hizb-ut Tahrir hakkında vermiş olduğu hak ihlali kararından önce verilmiş bir karardır. AYM kararından sonra Yargıtay Hizb-ut Tahrir hakkında hiçbir karar vermemiştir. Bu, bir açıdan… Diğer açıdan; AYM Türkiye’deki en üst yargı makamıdır. Yargıtay dahi olsa AYM’nin vermiş olduğu bir karara karşı gelemez. AYM’nin vermiş olduğu kararda hak ihlalinin manası nedir, hiç objektif bir gözle bakmayı denediniz mi? “Siz, başvuruculara ‘Hizb-ut Tahrir terör örgütü’ diyerek ceza veriyorsunuz ama neden terör örgütü olarak kabul edildiğini açıklamıyorsunuz. Yaptığınız açıklamalar da inandırıcılıktan uzak, cebir ve şiddete dair hiçbir emare olmayan ‘kopyala-yapıştır’ açıklamalardan ibaret. Bu hâliyle Hizb-ut Tahrir’i terör örgütü olarak kabul etmek hukuken imkansızdır.” AYM’nin bu hukuki kararından yıllar önce Yargıtay Onursal Başkanı ve Bilkent Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ceza ve Ceza Yargılama Hukukları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sami Selçuk, 25 Mart 2011’de hazırlamış olduğu 27 sayfalık bilimsel mütalaasının son sözünde şöyle demektedir: “Terör örgütleri, ‘aşırıcılık’ (ekstremizm) sergileyen akımlardan ayrılmaktadır. Türkiye’nin de bir yargılama organı olan İHAM’nin 1976 tarihli Handyside kararından sonraki bütün kararları doğrultusunda söyleyecek şudur: Hizb-ut Tahrir, uç görüşleri savunmakla birlikte, kullandığı araçlar nedeniyle savunduğu görüşler, suç oluşturmayan bir örgüttür.” Görüldüğü üzere içgüdüsel dürtülerden uzaklaşıp objektif bir gözle Hizb-ut Tahrir’in hukuksal pozisyonuna bakan her hukukçu aynı sonuca varmaktadır. Tüm bunları görmezlikten gelip -varsa dahi- hukuksal birikimini değil de öfkesini ön plana çıkartan eski YARSAV Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu’nun sözlerine itibar etmeniz sizin de art niyetli bir bakış açısına sahip olduğunuzu açık bir şekilde göstermektedir. “FETÖ de cebir ve şiddete karşıydı” diyerek “FETÖ” ile Hizb-ut Tahrir’i aynı kefeye koymak hukuku katletmek demektir. Şayet bu zaviyeden meselelere bakacak olursak Atatürkçü Düşünce Derneği her ne kadar cebir ve şiddete karşı olduğunu söylemiş olsa da yarın bir gün iktidarın icraatlarını beğenmeyerek silahlı eylemlere başlayabilir. Nitekim FETÖ de cebir ve şiddete karşıydı. Ülkü Ocakları her ne kadar cebir ve şiddete bulaşmamış olsa da, cebir ve şiddete karşı olduğunu söylese de iktidar aşırı sol kesimin eline geçerse silaha başvurabilir, böyle bir potansiyele sahip. Nitekim FETÖ de cebir ve şiddete karşıydı sonra 15 Temmuz darbe girişimine bulaştı. İşte bu önermeler akıl hatasıdır. Sevmediğiniz, işinize gelmeyen örgütlenmelerin “FETÖ” örneğini vererek kapatılmasını, yasaklanmasını isterseniz, insanların en temel örgütlenme haklarını elinden alırsınız farkında mısınız? Yoksa umurunuzda mı değil?

2.) Hilâfet’in İslâm’la alakalı olmadığı siyasi bir kurum olduğu cahillikten ve yalandan ibarettir. İslâm ulemasının Hilâfet’in farziyeti noktasında söyledikleri ortadadır. Burada Hilâfet’in İslâm ahkâmın tatbik etmenin yolu olduğunu, İslâm’ın temel sütunu olduğunu tek tek anlatmaya vaktim el vermez. Bu nedenle sizin de beslendiğiniz Seyit Bey’in Hilâfet hakkındaki safsatalarına vermiş olduğumuz cevapları içeren Hilâfet Belgeseli videosunun linkini buraya bırakıyorum. Akademisyen kimliğinizle bakmanızı rica ediyorum.

3.) Görünen o ki İttihatçı zihniyet, sizde hâkim pozisyonda. Düşüncenin darlaşmasını ifade eden kavmiyetçilik sözlerinizde aşikâr olmuş vaziyette. Müslümanları Arap, Türk, Kürt, Çerkez olarak kavimlere ayırmak İngilizlerin meşhur silahıdır. Siz de onların çekmiş olduğu silahı çekmiş ümmete doğrultmuşsunuz. Türk olmanın övünülecek bir haslet olduğunu sanıyorsunuz. Üstünlüğün takvada olduğu gerçeği sizin için bir anlam ifade etmiyor. Ne de olsa siz, Ergenekon destanının çocuklarısınız! Örste demir dövüp kımız içersiniz. Dünyanın sadece sizin etrafınızda döndüğünü zannedersiniz. Arapları aşağılayarak kendinizi üstün olduğunuza ikna etmeye çalışırsınız. Oysa insanların renklerinin ve dillerinin farklı olması Allah’ın ayetlerinden başka bir şey değildir. Şayet Müslümanlar arasında bir üstünlük arayışına girişecek olsaydık tüm insanlığa hitap etmesi için gönderilen Hz. Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in Arap olmasından dolayı Arapları Türklerden üstün kabul ederdik. Ancak biz kavimlere sadece Allah’ın ayeti olarak bakarız. Hepsi Müslüman kardeşlerimizdir. Hilâfet’in kaldırılışının 100. yılı münasebetiyle hazırlanan videolardan birini izlemeniz, Hizb-ut Tahrir’in tüm Müslümanları rengine ve diline bakmadan kucakladığını görmeniz için yeterli olacaktır. 22 ülkede 15 farklı dilde çekilmiş videolardan biri dahi Hizb-ut Tahrir’in ümmetin partisi olduğunu göstermesi açısından yeterlidir. İşte o video:

4.) Hizb-ut Tahrir, “Hilâfet’i istemeyenler kâfirdir” dememiştir. Zira biz biliyoruz ki İngilizler Hilâfet’i yıkmak için Cemalettin Afgani gibi maaşlı âlimler yetiştirdi ve onları meydanlara salarak “Halife Kureyş’tendir” hadisini çarpıtarak Müslümanları saptırdığı gibi Hilâfet’in geri gelmesini engellemek için de maaşlı sözde âlimler, ilahiyatçılar yetiştirdi. Onlara Hilâfet’in gereksiz, kötü, çağdışı olduğunu, İslâm’la alakası olmadığı, tarihsel bir olgu olduğu yalanını söylettirdi. Halkımız da bu yalana inandı. Halkımız şayet Hilâfet’e karşı çıkıyorsa -ki böyle bir durum söz konusu dahi değildir- bu karşı çıkış, bilgi eksikliğinden kaynaklanmaktadır. Sizin gibi İngiliz beslemesi Afgani ekolünden gelen sözde âlimlerin ümmete olan ihanetlerindendir. Hizb-ut Tahrir sizin kolayca ağzınıza aldığınız “kâfir” sözcüğünü, Hilâfet’in ne olduğundan habersiz Müslümanlar için asla kullanmamıştır.

**5.) *“***Hilâfet, ümmet için ölüm-kalım meselesidir!” dediğimizde cümlede geçen “ölüm”den “terör” türetme girişimi ilk önce Türk diline saygısızlıktır. Zira bu bir deyimdir ve yok olmamak amacıyla girişilen mücadeleyi kasteder. Spor müsabakalarında önemli bir maça çıkacak takımın teknik direktörü “bu maç bizim için ölüm-kalım meselesi” dediğinde karşı takımdakileri öldüreceklerini mi anlıyorsunuz? Şayet bu deyimi bu şekilde anlıyorsanız o zaman size diyecek bir şeyimiz olamaz. Yok, bizim bu cümlemizi çarpıtmaya çalışıyorsanız Türkiye halkının sizin bu algı operasyonunuza inanacak kadar “ahmak” olmadığını bilmeniz gerekir. Sizin, kelimelerin lügati, şer’î, istilahi ve örfi anlamları olduğunu, geçtiği cümledeki bağlamına göre değerlendirilmesi gerektiğini anlamakta zorluk çektiğinizi biliyoruz. Nitekim yazınızda diyorsunuz ki: “Türkiye Cumhuriyetini ve Türk milletini hedef aldıklarını açıkça ilan ettikleri hâlde, Kurtuluş Partisi çevirisini değil, Hizbu’t-Tahrir’i, yani asıl Arapça adını öne çıkararak propaganda yaparlar. Arapça postuna bürünmüş din pazarlaması yaparlar.” “Hizb-ut Tahrir”in özel isim olduğunu, özel isimlerin tercüme edilmediğini, olduğu gibi alındığını sanırım biliyorsunuzdur. Siz ABD’nin teknoloji şirketi “Apple”ı anarken “elma” mı diyorsunuz? Yoksa “Apple” mı? Kelimelere anlam verme noktasındaki cehaletiniz şu sözlerinizde de açıkça görülmektedir: “Kur’an-ı Kerim’de sadece ‘hımar’ kelimesi geçiyor. ‘Hımar’ kelimesi, normal bir örtüyü ifade etmektedir. Başörtüsünü değil. Giysi sıkıntısının çekildiği, hatta çıplak ibadet edildiği dönemde, Kuran’ı Kerim’in söylediği şuydu: ‘Nasıl Hz. Adem ile Havva’nın cennet açıldığında ön ve arkaları açılınca, doğal olarak, kendi yaratılışları icabı örtündülerse, siz de öyle örtünün’ demektedir. Yoksa başınızı, saçınızı örtün, örtmediğiniz takdirde yaptığınız haramdır anlamına gelmez.” Biliyoruz, bu sözler size ait olsa da bu fikirler size ait değil! Sizin de içerisinde bulunduğunuz malum çevrenin yıllardır ortaya attığı safsatalardan bir safsatadır. Peygamberi devre dışı bırakarak İslâm’ı istediğiniz kıvama getireceğinizi düşünüyorsunuz. Başaramadınız! Başaramayacaksınız!

6.) Siz İngiliz emperyalizmine karşı olduğunuzu söylemenize rağmen İngilizlerin dili olduğunuzun farkında değilsiniz herhâlde. Zira laiklik, demokrasi, kavmiyetçilik İngilizlerin İslâm ümmetine zerk ettiği zehirlerdir. Bu zehirlerle İslâm ümmetini felce uğratmış sonra da Hilâfet’i kaldırarak kalbine hançer saplamıştır. Bize söyleyin lütfen, savunmuş olduğunuz bu kavramların menşei neresidir? Batıdır! Yani İngiltere’dir! Fransa’dır! Peki, Hilâfet’in kaynağı neredir? Kur’an-ı Kerim’dir! Allah Rasulu’nün hadisleridir! Sahabenin icmaıdır! Nasıl oluyor da siz Batı’nın fikrî kölesi olmuş iken, Batı’nın ideallerini, yaşam tarzını bayraklaştırmış iken, Batı’nın sömürü çarklarından bir parça olmuş iken bizi İngilizlere bağlamaya çalışıyorsunuz? Bu iddialara kargalar bile güler, biliyorsunuz, değil mi?

7.) Hizb-ut Tahrir’in çocuk istismarcılığı yaptığını siz ve sizin güruh söyleyip duruyor. Ne yani çocukların “Hilâfet’i kurun ey Müslümanlar!” demesi mi, çocuk istismarı? Hilâfet, İslâm’dır, İslâm ise fıtrata uygun bir dindir. Her 23 Nisan’da çocukları okul bahçelerinde toplayıp yarı çıplak bir vaziyette danslar ettiren siz değil misiniz? Körpe beyinlere İslâm’ın şiarlarına hakaret ettiren siz değil misiniz? Mustafa Kemal’in büstünün karşısında çocukları secde ettiren zihniyet, sizin zihniyetiniz değil mi? Şimdi kalkıp bize, çocuk istismarcılığından mı bahsediyorsunuz?

8.) Yazınızda bazı akademisyenlerin Hizb-ut Tahrir hakkındaki görüşlerini aktarıp akademik çalışmadan yoksun olduğunu söylüyorsunuz. Peki, Hizb-ut Tahrir ile alakalı yazınız ve konuşmanız akademik bir görüş mü? Akademik olması için bir araştırma, bir incelemenin neticesi olması gerekmez mi? Dr. Elisa Orofino’nun, Hizb-ut Tahrir hakkındaki doktora tezi, 309 sayfa. Kaynaklar, görüşler, görüşme notları akademik bir çalışma için her şey var. Hatta ve hatta yaptığı görüşmelerde Hizb-ut Tahrir üyelerinin en çok hangi kelimeleri kullandıklarını dahi tezine almış. Peki siz, serdettiğiniz görüşlere ulaşmak için kaç Hizb-ut Tahrir üyesiyle görüştünüz? Hizb-ut Tahrir’in hangi kitaplarını okudunuz? Hangi beyanlarını incelediniz? Görünen o ki sizin akademik çalışmanız, Google arama motorunun size sunduğu yüzeysel verilerden ibaret. Gerçi bu, şaşılacak bir durum da değil! Zira üniversitelerimizin hâli ortada… Üniversite hocalarının akademik unvanlarla övünmekten, kendisini göklerde görmekten, içi boş sloganik ve klişe cümleler kurmaktan başka somut, elle tutulacak hiçbir akademik başarısı yoktur. Bu nedenle sizi anlıyor ve normal buluyoruz!

En başta dediğimiz gibi; Hilâfet’e, Hilâfet’i savunanlara saldırmak kolay… Kimsenin size hesap sormayacağını biliyorsunuz. Kapınıza polis dayanmayacak; sabahın alacakaranlığında alıp götürmeyecek, psikolojik baskı yapmayacak. İşinizden olmayacaksınız! Bu rahatlıkla istediğiniz gibi ahkâm kesebilirsiniz; üst perdeden konuşabilirsiniz! Biz ise Hilâfet’i savunduğumuzda, tüm bunları göze alarak savunuyoruz! Ne sizden korkuyoruz; ne sizin tehditlerinizden, ne kanunlarınızdan ne de vereceğiniz cezalardan! Bizim yardımcımız Allah’tır! Sizin ise yardımcınız yoktur! Bu nedenle kaybetmeye mahkûmsunuz!

___

#YenidenHilafet

#HerMüslümanHilafetİster