Çağımız bir garabetler çağı. Çelişkiler yumağı.
Sabahı akşamından, akşamı sabahından farklı bir çağ. Sabaha kalmaz kanaatlerin olduğu bir zaman. Akşama yetişmeyen düşünceler çağı.
İnsanlar şaşkın, uçuk, tuhaf ve günübirlik.
Fikir, şuur ve bilinç kimsesiz.
Paradoks, bu çağın halet-i ruhiyesi adeta…
Hakikat eylemden o kadar uzak ki, sözü edilse kâfi! Yalancılar doğrulanıyor, dürüstler yalanlanıyor.
Firavun ruhlu Musa portreli hainlerin çağı. Kılıklarıyla görünüyorlar, ancak ruhlarıyla çalıyorlar her şeyini insanlığın.
İnsanları palyaçolaştırdılar. Dışları kahkaha içleri kahır…
Neyden mi bahsediyorum?
Paradokstan. Çelişkiden yani.
(Paradoks kelimesi, kullanıldığı cümle bağlamında farklı anlamlara gelmekle birlikte, Türkçede en yaygın anlamlarından biri olan “çelişki” manasında kullanıyorum bu kelimeyi.)
Bu kadar zıtlıkların nasıl bir araya getirildiğinden. Yalan ile gerçeğin, hak ile batılın nasıl bu kadar karıştırıldığından.
Allah’ım aklımıza mukayyet ol.
İzzet, onur, haysiyet nasıl bu kadar ortadan kayboldu?
Ve ihanet nasıl bu kadar zahir oldu? İnsan neden bu kadar biyolojik?
Düşünce neden mahkûm?
Ses ile sözü neden karıştırıyorlar?
Zan neden yakînden daha fazla revaçta?
Düşünce neden dimağdan değil, gözden çıkıyor?
Neden sorularla ifade etmek zorunda kalıyoruz hal-i pürmelalimizi? Cevaplarımız nerede?
Durum vahim!
Ölçüler talan olmuş durumda. Paradoks altın çağını yaşıyor.
Haberleri izlemek istemiyoruz. Ama izlemek zorundayız! İzlerken kahroluyoruz.
Sabah izlediğimiz adamdan akşama bir şey kalmıyor. Sabah şecaat timsali olan adam, akşam şaklabanlaşıyor. Akşam dünyayı ateşe verecek gibi duran adamın sabah mum alevine döndüğünü izliyoruz ekranlardan.
Sadece ekranlardan mı? Hayatın her alanında aynı sahnelere şahit oluyoruz. Hainlerin alkışlandığına, harbi adamların da yerildiğine.
“Keşke ölsem de kurtulsam” diyor adam ama “ölse de kurtulsak” diyor başkaları hakkında!
Tevhitten ümmetten bahsediyor sabah adam ama akşam firavunlarla kadeh tokuşturduğuna şahit oluyoruz.
Ortada dehşet paradoks var ama dehşet verdikleri çok az. Endişelerin kaynağı öte/ahiret değil beri/dünya.
Sırtlarında taşıdıkları tabuttan ibret almıyor insanlar artık. İbreti de parayla alınabilecek bir şey sanıyorlar heral!
Paradoksların çok olduğu çağlar olmuştur elbet. Ama bu kadar mı peki!
Bugünün insanı, ulviyetini uzviyetine kurban etmiş durumda. Ulvi olanın uzvi olana diz çökmesini isteyecek kadar etten kemikten. Yiyor, içiyor, izliyor ve konuşuyor, bu kadar. Böyle giderse gelecekte tarih kitapları bu çağın insanı için şöyle yazacak “Onlar hız ve haz ehli idi.”
Bugünün insanına herkes acıyor, haline acınasılar dahi.
Ancak bugünün insanını İslâm gibi anti-paradoks bir akideden başka hiçbir şey kurtaramaz. İslâm netliktir, sıhhattir. Paradokslar yaşamamaktır. Sabah ne isen akşam o olmaktır. Âlemlerin Rabbine kul olmak için didinmek, “kullara yaranacam” diye saçma bir adam haline gelmemektir. O’ndan gelene teslim olup, paradokslara sürükleyen dostlardan uzak durmaktır. Güncele dair: Dolar’a mahkûm olmamak da âlemlerin Rabbinden gelen ‘İslâmi İktisat Nizamı’na dönmekle olur. Yoksa paradokslar içinde yüzerek bu handikaplardan kurtulamayız.
Haydi, hep beraber bizi düşünce ve davranışlarımızda insicam sahibi kılıp paradokslardan uzak tutacak olan âlemlerin Rabbinin vahyine teslim olalım. Zira O Celle ve Â'lâ şöyle buyuruyor:
اتَّبِعُواْ مَا أُنزِلَ إِلَيْكُم مِّن رَّبِّكُمْ وَلاَ تَتَّبِعُواْ مِن دُونِهِ أَوْلِيَاء قَلِيلاً مَّا تَذَكَّرُونَ
“Rabbinizden size indirilene uyun.Ve ondan başka dostlara uymayın.Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz!” (A’raf 3