Gazze’de yaşanan mezalim neredeyse 6. ayına girecek. ABD ve birçok Batılı devletin desteğini de arkasına alan gasıp Yahudi varlığı, 57 İslam beldesinin başındaki müstemleke valilerinin sessizliği eşliğinde sistematik bir şekilde katliamlarına ara vermeksizin devam ediyor.
Halkı Müslüman olan devletlerin ihaneti ve sessizliğine rağmen İslam ümmeti sesini olabildiğince yükseltmekte ve bu mezalime karşı somut adım atılması gerektiği talebini güçlü bir şekilde dillendirmektedir. Fakat İslam ümmetinin tüm taleplerine kör-sağır kesilen yönetimler, bırakın katiller sürüsüne karşı caydırıcı bir adım atmayı “İsrail” için bir “demir kubbe” vazifesi üstlenerek, lojistik olarak desteklemekte, ticari ve diplomatik ilişkilerini hiçbir şey olmamış gibi devam ettirmekteler.
Ahval bu iken Gazze’yi katliamdan, bizleri ise bu çaresizlikten ve İslam ümmetini içine düştüğü zilletten, utançtan kurtaracak çözümün ortaya koyulması hayati bir önem arz etmektedir. İnandığımız din, çözümün kaynağı olduğu halde bizlerin çözümsüzlük iklimine veya sahte çözümlere manipüle edildiğini görmekteyiz.
Rabbimizin “Size ne oldu da Allah yolunda ve ‘Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu şehirden çıkar, bize tarafından bir sahip gönder, bize katından bir yardımcı yolla!’ diyen çaresiz erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz?” [Nisâ Suresi 75] emri açık olduğu ve çözümü gösterdiği halde bunu, “yapılması mümkün olmayan bir öneri” kabulüyle reddetmek; iman ettiğimiz değerler ve Allah’a karşı duymamız gereken güven ve teslimiyet esası ile büyük bir çelişki oluşturmaz mı?
Bu emir gereği; ya şimdiye kadar kafirlerin çıkarları için savaşan İslam beldelerindeki Müslümanlara ait olan orduların, tonlarca bombayla katledilen Müslümanlar için harekete geçmesi gerekir veyahut İslam ümmetinin, orduları harekete geçirecek ve Yahudi varlığına haddini bildirip onları mübarek beldeden söküp atacak Râşidî Hilâfet Devleti’ni ikame etmesi gerekir.
Tüm Müslümanların ve İslami oluşumların, bu hakiki çözümü haykırıp bunun gerçekleşmesi için çalışmaları gerekirken gerçek çözümü sümen altı edecek palyatif çözümler ortaya konuluyor.
Palyatif çözüm; “etkinliği olmayan, göstermelik, geçici çözüm” demektir. Yani, sorunu çözmeme, kangren olmuş yaraya merhem sürmek anlamını bünyesinde taşımaktadır. Köklü bir çözümü olmayan, geçici olarak ortaya atılan sahte çözüm önerilerinden ötürü gerçek çözümü gündeme almamak veya gündemden düşürmek, içinde bulunduğumuz zilletin devam etmesinin asıl sebebidir.
Palyatif çözümlerin siyasi arka planı; var olan yönetimleri koruma, onların ihanetini ve acziyetini örtbas etme girişimidir.
Statükoyu koruma aygıtları da bu palyatif çözümleri, efkârıumumiye haline getirerek kendilerini temize çıkarmaya çalışmaktalar.
Peki Gazze’deki mezalim hakkında ortaya konulan palyatif çözümler neler?
İslam beldelerindeki yöneticiler ve İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT)’nın dillerine pelesenk ettiği, “Birleşmiş Milletler’in göreve çağrılması”. BM, sömürgeci güçler tarafından kullanılan bir araçtır, sömürgecilerin dünya siyasetindeki aparatından başka bir şey değildir. Yine BM çözümsüzlüğün kaynağıdır; şimdiye kadar Müslümanların hiçbir yarasına da merhem olmamıştır. Hal böyle iken BM, nasıl çözüm olabilir? “İsrail”, BM’nin aldığı göstermelik kararların hangisine uymuştur? BM gözetiminde Bosna’da on binlerce Müslüman kıyıma uğramışken, karnesi cürümlerle dolu bu oluşum mu, Gazze’deki mezalime son verecek? Bu gerçekliğe rağmen çözümü halen ve ısrarla BM kapısında aramak, körlükten başka bir şey değildir.
Bir diğer palyatif çözüm; “İki devletli çözüm” safsatasıdır. Yahudi varlığının işgalini kabul etmek anlamına gelen, ABD orjinli bu çözüm ile silahtan, ordudan arındırılmış -aslında Yahudi varlığına güvence olacak-, kukla bir yönetim amaçlanmaktadır. Hal böyle iken tedrici anlayışın ve maslahatın gereği bunu, bir aşama, kazanım olarak görüp palyatif çözüm olarak sunmak, Filistin’e yapılacak en büyük ihanet, siyaseten de intihardır.
Bir başka palyatif çözüm; “İnsanlık vicdanına seslenmek”… Gazze’deki katliamlarda Batı dünyasının halkları hiç olmadığı kadar tepki gösterdi, milyonlar bir araya gelerek bu katliama karşı seslerini yükseltti. Fakat bunların hiçbiri, katliamlara engel olmadı. “İnsanlık”, “hak”, “hukuk”, “insan hakları” denilen şey, Gazze’de atılan tonlarca bomba ile yıkılan binalarda, enkaz altında can veren çocuklarla beraber öldü.
Bir diğer palyatif çözüm; “Görünmeyen orduları müdahaleye çağırmak”… Görünen ordulara çağrı yapamayanların görünmeyen orduları çağırması, duanın ruhuna aykırıdır. Fiilî dua etmeden; görünen ordulara dua/çağrı yapmadan, görünmeyen ordulara dua kesinlikle kabul olmayacak. Jetlerin harekete geçirilmesi için dua/çağrı yapmadan ebabiller için yapılan dua asla kabul olmayacak. Aynı şekilde yapılan beddualar da fiilî dua ile desteklenmedikçe bir karşılık bulmayacaktır. Zira yıllarca, “kahrolsun İsrail”, “yıkılsın İsrail” dediğimiz halde onu yıkacak gücü açığa çıkarmadığımız için “İsrail” hala katliamlarına devam ediyor. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:
“Nefsim elinde olan (Allah)’a yemin ederim ki; ya iyiliği emreder, kötülüğü yasaklarsınız ya da Allah size katından bir ceza gönderir de sonra O’na dua edersiniz, duanıza icabet edilmez! [Tirmizî, Fiten 9]
**_“Ey insanlar! Yüce Allah size şöyle buyurur: ‘Dua edip de kabul etmeyeceğim, istediğinizde vermeyeceğim, yardım talep ettiğinizde yardım göndermeyeceğim bir gün gelmeden önce iyiliği emredin ve kötülükten men edin.” [Sahihu İbn-i Hibbân, hadis no: 290]
Bir diğer palyatif çözüm; “boykot”… “İsrail” kurulduğu günden beri yapılan boykotların hiçbiri vahşi katliamları engelleyemedi, engelleyemeyecek de! “İsrail”e karşı “fiilî harbî kafirler” hükmü uygulanmayıp ürünlerinin ülkeye girişinin engellenmesi, raflarda satışının yasaklanması ve bu şirketlerin ruhsatlarının iptal edilmesi sağlanmadıkça, boykot akim kalıyor. Fertler bazında yapılan boykot çağrıları vicdani tatminkarlık oluştururken yönetimler “İsrail”e yaptığı vergi indirimleri, teşvikler ile artan ticari hacimleri ile Yahudi varlığına can suyu olmaya devam ediyor.
Bir diğer palyatif çözüm; “insani yardımlar”… İnsani yardımlar toplandığı halde bu yardımları Filistin’e ulaştırmak bile Yahudi varlığının iznine bağlı olması, ne kadar büyük bir zillet olduğunun göstergesi. İslam beldelerinin başındaki yönetimler -bırakın zulme engel olmayı-, bir un çuvalını dahi içeri sokmaktan acizler. İçeriye sokulan yardımlar olsa bile bunlar, kardeşlerimizin üzerine düşen bombaları, katliamları engelleyemiyor. Yapılan, kardeşlerimizin en fazla “tok” olarak ölmelerini sağlamak.
Yanlış anlaşılmasın; “ânın vacibi” olarak “bireysel olarak üzerimize düşenler yapılmasın”, demiyorum. Koskoca ümmetin bir güç olmasını engelleyerek, kapitalist bir mantalite temelinde “bireyselliğe” mahkûm edilmesine karşı çıkıyorum. Üzerimize düşen her şeyi yapmakla birlikte asıl çözümü (tacül fürud/farzların tacı) ortaya koymuyorsak ve palyatif çözümlerin işlevi acıları dindirecek gerçek çözümü örtbas ediyorsa bir sorun vardır. Eğer bir yerde yangın varken birileri bizi ibadet etmeye çağırıyorsa bu doğru bir çağrı değildir.
Palyatif çözümlerin plasebo etkisi oluşturduğu da göz ardı edilmemelidir. Plaseboda nasıl ki kişinin kendisine gerçekte bir tedavi uygulanmamasına rağmen bunun yapıldığına inanarak iyileşme hissi/aldatmacası oluşuyorsa palyatif çözümlerle de aynı şey yapılıyor. Sorunu/hastalığı/gasıp Yahudi varlığının katliamlarını ortadan kaldırmıyor ama psikolojik/vicdani bir rahatlamaya, sanki gerekenin yapıldığı kanısının oluşmasına sebebiyet veriyor.
Konfor ve haz endeksli bir yaşam süren, İslam uğruna bedel ödemeyi göze alamayan, dünyevileşme bataklığına ve iktidar hırsına saplanan yönetimler, palyatif çözümleri bir plasebo etkisi oluşturma adına tebaalarına sunuyor. Zira palyatif çözümler eşliğinde oluşturulan acıya maruz kalmaktan kaçan, uyuşmuş, tepkisiz ve duyarsızlaştırılmış yığınlar, çürük iktidarlarının teminatıdır.
Kısa vadeli çözüme endekslenip asıl çözümü uzun vadeli olarak kodlayarak yok sayıp ulaşılması imkânsız bir hayal, ütopya olarak resmeden muhafazakâr demokrat yönetimler, insanları ölemeyecek kadar canlı ve yaşayamayacak kadar ölü bir hale dönüştürüyor. Farsça bir atasözünde dendiği gibi; [گوسفند کشته از پوست باز کردن دردش نیاید/Gûsfend-ê koşte ez pûst bâz kerden derdeş ne-yâyed.] “Boğazlanmış koyun, derisinin yüzülmesinden acı duymaz.”
İslam’ın esaslarından, çözümlerinden koparılmış kişiler boğazlanmış bir koyun haline dönüştürülmeye çalışılıyor. Yaşatılan tüm acılara, dayatılan tüm batıllara karşı tepkisiz bir toplum amaçlanıyor.
Tüm bu çözümsüzlüğü dağıtacak; uluslararası hukuk zırvalarını, reel politik kaygıları, ekonomik endişeleri, sahte çözümleri ayaklar altına alacak; Müslümanların sahih liderliği ikame edildiği gün, boğazlanmaya çalışılan ümmet elbet ayağa kalkacaktır. İşte o zaman “İsrail” diye bir şey olmayacak. O zaman herkes, güneşi gördüğü gibi ümmete hayat verecek olan gerçek çözümü/İkinci Râşidî Hilâfet Devleti’ni görecektir.
[يَٓا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا اسْتَجٖيبُوا لِلّٰهِ وَلِلرَّسُولِ اِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيٖيكُمْۚ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِهٖ وَاَنَّـهُٓ اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ] “Ey iman edenler! Sizi hayat verecek şeylere çağırdıklarında Allah ve Resulünün çağrısına uyun ve şüphesiz bilin ki, Allah kişi ile kalbinin arasına girer. Unutmayın ki, O’nun huzuruna götürüleceksiniz.” [Enfal Suresi 24]