Oy verip oyuna gelmeyelim!
02 Haziran 2015

Oy verip oyuna gelmeyelim!

"Oy vermek bir şeyleri değiştirseydi yasaklanırdı" Emma Goldman

İslam ümmeti son yüzyılda fikir ve bunun tabii sonucu olarak eylem planında büyük bir çöküntü yaşadı. Varlık ve bekasını, terakki ve kalkınmasını Batılı fikir ve kültürle ‘aydınlama’ya endeksledi. Dini hayattan ayırma esasına mebni bu kültür, İslami nassları vakıadan ayırarak, gerçeği tek olgusal gerçeklikle, faydayı tek dünyevi sonuçları açısından yararlı olanla ilişkilendirmeyi telkin ediyordu. Bu egemen paradigmadan fazlasıyla etkilenen Müslümanlar artık inandıkları gibi vakıayı değiştirmek yerine vakıaya göre inançlarını değiştirmeyi daha risksiz daha kolay buldular.

Özellikle XVII. yüzyılda batıdan gelen fikri meydan okuma neticesinde İslam ümmeti kronik düşünce sorunlarıyla mübtela olmuşken ayak üstü, palyatif çözümler içeren İslami fikirden yoksun, derinliksiz hareketler zuhur etti. İşte bunların bir kısmı seçimlere katılarak, demokratik mücadele yöntemi ile toplumu değiştirme iddiası taşıyan hareketlerdir. Bu hareketler sözde İslami hayata, İslami devlete, İslam’ı hayattan ayıran laik sistem içinde siyasi parti biçiminde örgütlenerek kavuşabileceklerini düşünüyorlardı.

İslam’ın tatbik edilmesi, devletinin ikame edilmesi ve ümmetin birleşmesinin önünde duran engeller onu hayattan ayıran laiklik, vatancılık, milliyetçilik, ulusçuluk ve sömürgenin çizdiği misakı milli sınırlardır. İlki dinin hayata dönmesinin önünü alırken diğerleri ümmetin tek bir siyasi otorite altında birleşmesinin önünü almaktadır. Garip olan, hayatı dini esaslara göre tanzim edecek bir devleti laik, demokratik, milli devlet modeli içinde gerçekleştirebileceğimize inandırılabilmiş olmamızdır.

Demokrasi meftunluğu öylesine baştan çıkarıcı bir boyut almış ki, dün bu kavramlarla toplumun aldatıldığını söyleyenler bugün yine bu kavramlarla toplumlarını aldatmaktadırlar.. Allah’ı (Rasulünün değişim metodunu) unutur, demokrasi sarmalı içine girerse bir insan Allah da ona kendisini (İslami kimliğini) unutturur. “Allah'ı unutup da, Allah'ın da kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın.” (Haşr, 19)

Seçimler tek seçenek mi

“Siyaseti kısmen dahi dine dayandırmanın yasak olduğu bu sistemde,

partilerden hangisini seçerseniz seçin

kesinlikle ama kesinlikle İslam’ı seçmemiş olursunuz.”

(A.S. Altınel)

Yeni bir seçim sürecine girdiğimiz şu günlerde en anlamlı soru budur. Gerçekten oy kullanmak tek seçenek mi? Şayet tek seçeneğimiz bu ise, seçeneklerimizi teke indiren kim? Seçimleri tek seçenek olarak önümüze koymaları bile tek başına bizi bir daire içine hapsetmeleri anlamına gelmiyor mu? Sonra tek seçenek olarak mecbur bırakıldığımız böyle bir seçimin arzu ettiğimiz her ideale bizi ulaştıracağına nasıl ikna edildik?

Seçimlerin tek seçeneğimiz olduğu varsayımı bile tek başına, bizim dışımızda birilerinin belirlediği düzeneğin içinde başından kendimizi hapsettiğimiz anlamına gelmekte. Dolap beygirini biliriz. Akşama kadar yarım metre önünde kap içindeki tuza ulaşmak isteyen beygir döner döner de bir türlü ulaşamaz. Zira kendisinin bağlı olduğu boyunduruğu ayarlayan önündeki kabı da yarım metre önüne sabitlemiştir. Hasılı her ikisinin bağlı olduğu bu düzenek içine girmeyi baştan kabul eden, hiçbir zaman emeline ulaşamayacak, sonsuza kadar dönüp duracaktır. Böylece kurallarını başkalarının belirlediği oyunun içine girdiğimiz anda oyunu başından kaybetmiş olacağız.

Kafir batılı devletler en son Osmanlı Hilafet Devleti bakiyesi topraklarda kurdukları altmışa yakın ulus devletleri tamamen laik karakterde kurdular ve yasaların kısmen dahi dine dayandırılmasını engelleyici kanunlar vaz ettiler. Sonra sorunların yegane çözüm adresi olarak parlamenter demokratik sistemi görmeleri için sağ, sol, merkez, milliyetçi, muhafazakar ve İslamcı her bir toplum kesiminin eğilimlerine karşılık gelebilecek siyasal partilerin varlığının önünü açtılar. Toplumun kahir ekseriyetinin Müslüman olması ve sistemin en güçlü tehdit olarak her daim İslam’ı görmesi vb. sebeplerden dolayı daha çok önemli olan İslami talep ve beklentileri manipüle etme meselesi idi.

Bu partilerin yöneticileri, üyeleri, oy verenleri Müslüman olmakla beraber partilerin kendisi laikti. Daha önceden belirlenmiş oyun kuralları (anayasa) gereği laiktiler ve tüzüklerini, parti politikalarını, iktidara geldiklerinde icraatlarını, muhalefetteyken muhalefetlerini kısmen dahi dine dayandırmalarını imkansız hale getiren kurallardı bunlar. Böylece yukarıda belirtilen kuralları kendisinin belirlediği oyunun içine çekerken sistem, toplumda kendisine karşı İslami akideye ve düşüncelere dayanan bir muhalefetin gelişmesine mani olmuş oldu. Kendi haline kalırsa ya davulcuya ya da zurnacıya varacağı düşünülen halkın tüm eğilimlerini manipüle edecek bir aygıt olarak siyasi partiler işlevlerini yerine getiriyorlardı.

Öte yandan mevcut sistem, tüzüğü şer‘î hükümlerden oluşan, ekonomiden siyasete, tarımdan hayvancılığa, eğitimden sağlığa hayatın tüm problemlerine ilişkin projelerini kitap ve sünnetten istinbat eden, İslami hayatı yeniden iade edecek Raşidî Hilafet Devleti’ni kurmayı hedefleyen, bu uğurda propagandalarını tamamen şer‘î hükümlere dayandıran partilerin kurulmasını yasaklayarak Müslüman olan bu halkın kendi akidesi ekseninde partileşmesinin önünü almış oluyordu. Bu ümmetin akidesi ve dünya görüşüyle çelişen sağda, solda, çevrede veya merkezde (komünist, liberalist-muhafazakar ) her türlü, partileşme meşru zemin bulurken bunun tek istisnası kendi akidesini esas alan partileşme idi.

Sömürgeciler bu laik rejimleri inşa ederken İslami bir metot üzere hareket eden bir kitlenin varlığının ancak toplumu dönüştürme potansiyelini haiz olduğunu çok iyi bildikleri için Müslüman toplumlarda halkların akidesi üzerine temellendirilmiş örgütlenme biçimlerinin önüne yasal engeller koydular. Tek meşru çizginin mevcut sistem içinde kurulan siyasi örgütlenme biçimi olmasına izin verdiler. Böylece kişiler değişse de asla sistemin değişmeyeceği bir düzenek kurdular. Artık herkes sömürge ordularının inşa ettiği ulus-devletin uysal yurttaşları olup mevcut düzeneğe uygun hareket ettiğinde sömürge ordularına gerek kalmadı, çekildiler!

Sihirbazın şapkasından cin çıkarmasını bekler gibi Müslüman halklar demokrasiyle bir gün şeriatın geleceğini beklemeye durdular. Heyhat ki, demokrasi ‘Zümrüdüanka kuşu’ veya ‘Kafdağı’ gibi kimsenin gitmediği, kimsenin görmediği, ancak masallarda zikri geçen ve hayal mahsulü bir şeydi. Akıl babalarından biri J.J. Rousseau’nun deyimiyle demokrasi “sadece bir idealdir.”

Bir takım fasit fikirler ve demagojilerle Müslümanları bu oyunun içine çektiler. "Şuna oy vermezsen buna vermiş olursun", "Bize oy vermezsen falanca parti gelir, bunun sorumlusu da sen olursun". Kitleleri manipüle etmenin Müslüman seçmenler için olan versiyonu da düşünülmüş ve üretilmişti: "Ehveni şer olanı desteklemezsen aslında şer olanı destelemiş olursun.”

Esasında bu mantık sistemin değiştirilemez nitelikleri düşünüldüğünde şu sonucu da verir: Siyaseti kısmen dahi dine dayandırmanın yasak olduğu bu sistemde, partilerden hangisini seçerseniz seçin kesinlikle ama kesinlikle İslam’ı seçmemiş olursunuz. Bu düzeneği kuranlar, İslam'ın devletini Müslümanların yönettiği laik devletle ötelediler! Rasul Sallallahu Aleyhi Vesellem, kendisine yöneltilen başkanlık teklifini, kendisini iktidara taşıyıp gönderildiği dinin iktidarına mani olacak bir teklif, bir ayak oyunu olduğunu bildiği için reddetmişti.

Tek çözüm ve tek seçenek: İslami siyasi parti.

وَلْتَكُنْ مِنْكُمْ اُمَّةٌ يَدْعُونَ اِلَى الْخَيْرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ “Sizden, hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır.” Ali-İmran, 104)

Evet, tek çözüm ayeti kerimede ifade edildiği gibi hayra, en geniş anlamıyla İslam’a, ma’ruf’a; İslami fikir ve çözümlere çağıran ve münkerden; gayri İslami tüm ideoloji, fikir ve siyasetlerden men edecek bir topluluk/partidir.

İnsanın sosyal, siyasal, ekonomik vb. tüm toplumsal hatta diğer toplumlarla ilişkilerinin düzenlenmesi sözü edilen alanlara ilişkin İslam’ın fikirlerinin, kısmen dahi dinin dışında bir başka ideolojiye dayanmasına izin vermeyecek bir devlet (metotla) düzeneği içinde mümkündür. Böyle bir devletin varlığının olmadığı konjonktürde İslam, mevcut sömürge fikir ve ideolojilere kısmen dahi dayanmayan mahza İslami-siyasi bir partinin ümmet içinde, ümmetle birlikte yine ümmetin dini cinsinden bir çalışma ile hakim olabilir.

Örneğin Bing Bang ile evrenin oluşumundan beri yerin katmanları arasında Rabbimizin insanlığın temel ihtiyaçlarının karşılanması adına saklı tuttuğu paha biçilmez madenleri, var edilmesinde insanın emeği olmadığı için kamu mülkiyetine veren İslam’ın iktisada ilişkin çözümleri kamuoyunun genel kanaati haline getirilmeden, bu ve benzeri çözümleri içeren şer‘î hükümleri devletin esası haline getirmeden kapitalizmin yol açtığı gelir dağılımı dengesizliğini gidermek mümkün müdür? Demek ki, maddi anlamda kalkınma bile fikri kalkınmayla mümkündür. Siz, henüz vakıasını bilmeyen bir çocuğun önüne dest deste para koyun çocuk onu uçak yapıp pencereden uçurabilir. Benzer şekilde ümmet de şayet kalkınmasının ancak İslam’la mümkün olacağı hususunda kanaat sahibi olmadan, ümmetin tümünü bin kere doyuracak zenginliklerin üzerinde de yaşasa geri kalmışlık ve zilleti yaşamaya devam edecektir.

İşte İslami siyasi parti toplumun tüm sorunlarına, kendisini izafe ettiği İslam’dan, onun kaynaklarından istinbat edilmiş şer‘î hükümlerle çözümler sunar. Toplum da sömürge ideoloji ve fikirlerinin aldatıcı maskesini yırtarak sorunlarına sadece ve sadece İslam’ın çözüm olabileceği kanaatine sahip olur. Tıpkı kaynayan suyun, kimyasal değişimle birlikte buhara dönüşerek, enerji üretip kapağını fırlatıp attığı gibi toplumda İslami partinin oluşturduğu atmosfer, sorunların ancak İslami şer’î hükümlerle düzelebileceğini, bunların da ancak bir sistem değişikliği ile bu sonuncusunun ise ancak sistemi elinde tutan güç merkezlerinin, stratejik güç odaklarının İslami projeye ikna edilmesi ile gerçekleşebileceğini idrak eder. Böylece toplum sömürgenin kendisini içine hapsettiği kapağı atar ve düzenekten kurtulur.

Yukarıda ifade edildiği gibi kafirler dinle hayatı birbirinden ayırdıkları Müslüman toplumlarda, bu ikisini yeniden birbirine bağlayacak metodun/dine dayanan siyasi bir partinin ehemmiyetini idrak ettikleri için, siyasi partilerin faaliyet ve projelerini kısmen dahi dine dayandırmalarını engelleyici yasalar koymuşlardır.

Lakin biz namazı kılarken hiçbir otoriteden izin almıyoruz. Yarın namazı cemaatle kılmayı yasaklayan bir kanun çıksa Müslümanlar, cumayı ancak cemaatle kılmayı emreden Allah’ın bu emrini yerine getirmek için bir araya gelip grup oluşturmayacaklar mı? Benzer şekilde Müslümanlar, Allah’ın rızasının ancak dini yaşamakla mümkün olduğunu ve fakat bunun önündeki engelin dinleri ile siyaseti ayıran laik-demokratik fikir ve sistemler olduğunu idrak ettikten sonra nasıl olur da değişim fikirlerini ve siyasetlerini dinleri üzerine bina etmezler? Tüm düşünce ve siyasetlerini din üzerine bina eden bir parti oluşturmak ya da böyle bir parti ile çalışmak, siyasi partiler kanununca yasaklı diye nasıl dinlerinin gereklerini yerine getirmezler.

Allah Rasulü Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu:

“Dikkat edin, İslam bir dairedir. Döndüğü müddetçe siz de kitapla beraber o dairenin içinde (İslam’ın ekseninde) dönünüz. Dikkat edin, Kitap ile Sultan (din ve devlet işleri) birbirinden ayrılacak. Sizin başınıza bazı idareciler gelecek. Sapık ve saptırıcı idareciler. Eğer onları dinlemezseniz sizi öldürecekler, itaat ederseniz sizi sapıtacaklar. Onlara karşı Hz. İsa (a.s)’ın arkadaşlarının davrandığı gibi davranın. Onlar ki testerelerle biçildiler, çarmıha gerildiler ama yine de davalarından vazgeçmediler. Allah’a itaat ederek ölmek, Allah’a isyan ederek yaşamaktan daha hayırlıdır."