Osmanlı’dan Günümüze Anayasa Kavgaları
Anayasa; Devletin yönetim biçimini, idari organların işleyiş şeklini, tebaanın haklarını ve sorumluluklarını açıklayan temel yasalardır. Anayasal kanunlar ister Batılı kâfir devletler tarafından olsun, isterse İslamî esaslar üzerine kurulu İslam Devleti tarafından olsun her devlet tarafından hukuken var olması gereken devletin üzerine kurulduğu esaslardır.
Dünya üzerinde var olan üç ideolojinin anayasaları, farklı dünya görüşleri üzerine kurulu anayasal sistemlerdir. Komünizm; Yaratıcıyı tamamen inkâr eden, maddenin tekâmülü sonucu eşyanın var olduğunu savunan bir görüşe sahiptir. Kapitalizm; Yaratıcıyı tamamen inkâr etmese de onu dünya işlerine karıştırmayan ve kanun yapma yetkisini insana veren, menfaati hayata ölçü kılan bir dünya görüşüne sahiptir. İslam Nizamı; Yaratıcının varlığını kesin tasdik eden, her şeyin Allah tarafından yaratıldığını ve hüküm koyma yetkisini de yalnızca Allah ve Rasulü’ne veren, şer’î esasları hayatın tek ölçüsü kılan, Allah’ın rızasına dayalı bir sistemdir.
Toplumun bir bütün olarak değişimi, anayasanın belirlenmesi ve onun uygulanmasına bağlı olmasından dolayı Batı ve onun yerli işbirlikçileri tarafından Müslümanların hayatlarına etki etmesi amacıyla Osmanlı’nın son dönemlerinde anayasayı değiştirmeye yönelik ciddi girişimler olmuştur. Böylesi girişimleri Osmanlı, İslamî anayasanın içerisine batıl fikirlerin ve Batı kanunlarının sızdırılması olarak ele aldı. Bu saldırılara karşı hamleler yaparak İslamî anayasanın esaslarını korumaya çalıştı.
Osmanlı’da mücadele, ideolojik bir mücadeleydi. İdeolojik anayasal değişiklikler inkılabî değişikliği gerektirir. Batı zaman zaman fırsatlar oluşturup İslamî anayasaya karşı hamleler yaptı. Onlar için önemli olan ufak da olsa nifak tohumlarının ekileceği bir kapının aralanmasıydı. Osmanlı Devleti’ne ve Müslümanlara tesir etmek için İslamî anayasaya saldırılarını Batılılar ve yerli işbirlikçileri bir mücadele haline getirdiler.
Size, Osmanlı’da yaşanan anayasal mücadelelerden bir kesit sunmak istiyorum; yeniden okuma fırsatı bulduğum Köklü Değişim Yayınları’ndan çıkan “Hilafet Nasıl Yıkıldı” kitabında bu konuyla ilgili şöyle bir bölüm geçmekte:
“Batı devletleri İstanbul merkezinde, üniversitelerde ve mekteplerde propagandalarında Müslüman çocukların fikrini bozmakla yetinmedi. Devletin yönetim sistemini değiştirmek ve yerlerine Batı kanunları koyarak İslâm şeriatının hükümlerini değiştirmeye kadar ileri gittiler. Bunun için muhtelif metotlar kullandılar. 1839’da Abdulmecid Hilâfet tahtına geçti. Bu sırada Reşit Paşa Osmanlı Devleti’nin Londra’da olağanüstü sefiri olarak bulunuyordu. Hemen İstanbul’a gitti. Hariciye vekilliğine tayin edildi. Makamına geçer geçmez anayasaya bağlı bir parlamenter idare kurulması için teklif sunmaya başladı.
Reşit Paşa 3 Kasım 1839 günü Bâbı Âli büyüklerini, İstanbul halkları temsilcilerini, diplomatları Topkapı Sarayı’nın Marmara’ya bakan cihetindeki köşke kendi hazırladığı Gülhane Hattı Hümayunu’nu dinlemek için davet etti. Anayasa belgesinin metnini onlara okudu. Bu metin, İslâmî fikirlere riayet etmekle beraber Batı fikirlerini de içeriyordu. İngiltere ısrarla 1855 yılında devlet işlerinde ıslahatta bulunması için Osmanlı Devleti’ne tekliflerde bulundular. Bu devletlerin baskıları altında Padişah Şubat ayının başında Islahat Fermanı’nı ilan etti. Bu, “Hattı Hümayun” diye bilinir.
Bu fermanda Hristiyanlar için bir bölüm ayrılmıştı. Bunlardan bir kaçı şöyledir: 1- Sivil işler, din adamlarından ve halktan seçilecek bir meclise tevdi edilecek. 2- Hristiyanlığı kabul eden bir Müslüman İslâm’a dönmek için zorlanmayacak. Hristiyan dinini benimsemesi ve İslâm’ı terk etmesinde muhtariyet tanınacak. 3- Hristiyanlar da Müslümanlar gibi askerlik yapacak. (Yalnız Müslümanlara askerlik mecburiyeti vardı.) 4- Ecnebiler Osmanlı beldelerinde arazi sahibi olabilecek.”
Reşit Paşa’yı diğerleri takip etti. Sırada Mithat Paşa vardı. Kitaptan alıntı yapmaya devam ediyoruz:
“Mithat Paşa, Abdulaziz’in Hilâfet’i zamanında Mehmet Rüştü Paşa’nın kabinesinde Adliye Vekiliydi. Batı demokrasileri tarzında bir anayasa hazırlanması için Abdulaziz’i iknaa çalıştı. Devletin ıslahı için anayasa hazırlanmasını isteyen bir mektup yazdı. Bu mektupla devletin hâlihazırdaki aksaklıklarını zikrettikten sonra şöyle diyordu:
“Zatı Şahanelerinizce malumdur ki devletin hastalığını ıslah edecek ilaç, gördüğünüz aksaklıkların sebeplerini ortadan kaldırmaktır. Bu sebepler ortadan kalkınca hastalık da ortadan kalkacaktır. Yeni bir Hattı Hümayun fermanını … tatbik ettiğiniz zaman Allah’ın yardımıyla ümit edilen netice elde edilecek, devlet Zâtı Şahanelerinizin istediği yola girecektir.”
Mithat Paşa bu mektubu Padişah’a vermeden önce Sadrazam’a arz etti. Sadrazam ve diğer vezirler anlaştıktan sonra Sadrazam yoluyla mektubu Sultan Abdulaziz’e götürmeye karar verdiler. Sultan mektubu alınca çok kızdı. Derhal Mithat Paşa’nın azledilip Selanik’e vali tayin edildiğine dair bir ferman çıkardı.”
Mithat Paşa bu yaptıklarıyla yetinmemiş, Avrupa devletlerini de arkasına alarak Abdulhamid döneminde de yeni anayasa çalışmalarına devam etmiştir. Mithat Paşa tarafından hazırlanan, İslam’a aykırı ve demokratik esaslara dayalı “Kanûnî Esâsî” adı ile yeni bir anayasa neşredildi.
“Bu Anayasa demokratik bir nizam yani küfür hükümleri olmasıyla İslâm’a muhalif olduğundan tatbik edildiği takdirde Hilâfet’in ilga edileceğinden, anayasanın esinlendiği Belçika Devleti gibi Avrupa tarzı bir devlet meydana geleceğinden Abdulhamid, âlimler ve ileri gelen Müslümanların karşı gelmeleriyle Bâbı Âli bunu tatbik etmekten, büyük devletlerin isteklerini yerine getirmekten kaçındı.
Abdulhamid, İngiltere’nin entrikalarını ve düşmanlığını iyice anladı. Devlet adamlarıyla münasebetlerini sezdi. Bunun üzerine Mithat Paşa’yı Miladî 5 Şubat 1877’de Sadrazamlıktan azledip ‘en büyük hain’ sıfatıyla sürgün etti. Fakat büyük devletler bilhassa İngiltere, Osmanlı Devleti’nden gözlerini ayırmıyorlardı… Abdulhamid, Müslümanlar nazarında Hilâfet merkezinin itibarını İslâm yolu ile artırmak için çalışmalara başladı. Avrupa fikirlerine karşı İslâm’ı ikame etmeye yöneldi. Fakat bunda muvaffak olamadı. Selanik’teki ordu ayaklanarak İstanbul’a döndü. Sultan’a karşı ihtilâl yaparak yönetimi ele aldı ve vezirleri azletti.”
Halife, yönetici sıfatıyla kalsa da İttihat Terakki eliyle Batı kanunları alınmaya devam etti. Bütün bunlar, mevcut İslamî anayasa içerisinde yapılan kanunî değişikliklerdi. Anayasa, İslam üzere varlığını devam ettiriyordu. İdeolojik değişim 3 Mart 1924 tarihinde, Hilafetin tamamen ılga edilmesi ve İslamî anayasanın tamamen feshedilerek kaldırılmasıyla gerçekleşti. Cumhuriyetin ilanıyla Kapitalist ideoloji Müslümanların hayatında egemen olmaya başladı. Müslümanlar istemese de İngilizlerin desteği ve Kemalist devrimlerle Demokratik Laik Parlamenter Sistemi uygulamaya geçirmişlerdi.
Bu inkılabî değişimden sonra meydana gelen bütün anayasa tartışmaları, Demokratik Laik sistemin kendi içerisindeki çıkmazlardan, menfaat çatışmalarından ve gücü elinde tutma hırsından kaynaklanan tartışmalardır. 1960 askerî anayasa, 1980 askerî anayasa değişiklikleri sistem değişikliği değil, bilakis mevcut İngiliz yanlısı Demokratik Parlamenter Sistemin bekasını sağlamaya yönelik askerî tedbirlerdir. Nitekim tehlike geçtikten sonra yönetim, sivillere devredilmiştir.
Bugüne geldiğimizde;
İngiliz parlamenter sistemi mi, Amerikan Başkanlık sistemi mi bağlamındaki anayasa görüşmeleri, Mecliste kıyasıya bir mücadele ve kavgalara sebep olmaktadır. Bu anayasa değişikliği, asla bir sistem değişikliği değildir. Demokrasi ve Laiklik yeni anayasada varlığını sürdürürken kendisini koruyacak sahibinin değişmesi, onun anayasal vasfını değiştirmez. Türkiye’de yaşanan anayasa tartışmaları, iktidar olma mücadelesi ve kavgasıdır. Menfaat mücadelesidir. İngiltere’nin 90 yıldır dizayn ettiği ve yönettiği sistemin elinden uçup gitmesine razı olmayan kendisi ve taraftarları ile Dünya’da birinci devlet konumundaki Amerika’nın anayasal olarak varlığını pekiştirmek için Ak Parti iktidarı ile birlikte verdiği bir kavgadır, yapılanlar. Zira anayasal olarak kimin kanunları kuralları geçerliyse bu topraklar üzerinde, onun iktidar olma, “düdüğünün ötme” hakkı vardır.
Doksan küsur yıldır uygulanan Parlamenter sistem Hilafet olmadığı gibi Başkanlık sistemi de Hilafet değildir. Parlamenter sistem ve Başkanlık sistemi, demokrasinin birer “zehirli meyvesidir”. Her ikisi de kendisine sahip çıkanlar için can yıkıcı bir ölüm avcısıdır. Müslümanlara hayat verecek olan ise, İslam’dır. Ve onun yönetim sistemi olan Raşidî Hilafet’tir. Kim bunlara samimi olarak sahip çıkarsa dünyada ve kimsenin kimseye faydasının olmayacağı “yevmü’l kıyame”de onu kurtuluşa ulaştıracaktır.
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اسْتَجِيبُواْ لِلّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُم لِمَا يُحْيِيكُمْ وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِهِ وَأَنَّهُ إِلَيْهِ تُحْشَرُونَ
“Ey iman edenler! Size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah’a ve Rasulü’ne uyun ve bilin ki Allah, kişi ile kalbi arasına girer. Yine bilin ki, O’nun huzurunda toplanacaksınız.” (Enfal Suresi 24)