Bugün 1 Kasım, saltanatın kaldırılışının 99. yıldönümü. Saltanatın kaldırılması ile 600 yıllık Osmanlı Devleti dünya sahnesinden kaldırıldı. Bu, devletlerarası durum göz önüne alındığında gayet normal bir durum. Devletler yıkılır, dağılır, parçalanır belki yenisi kurulur belki kurulmaz. Ama anormal olan şu ki devletin bağrından çıkmış evlatları, Batı’ya sınırsız güvenme ve dayanma sonucunda bu adımı attılar. Yunanlıları Ege’den püskürtenler, İngilizlere karşı cephelerde savaşıp kahramanlık payeleri alanlar düşman hukuk sistemini, sömürgeci kapitalist ideolojilerini kardeşlerinin, evlatlarının hayatlarına sokup zihinlerine enjekte ettiler. Üstelik bunu yaparken geçmişine söverek, tarihine iftiralar atarak, kendisine rütbeler verip adam yerine koyanları pespaye bir şekilde aşağılayarak yaptılar. İşte normal olmayan şey bu! Bakın, Mustafa Kemal, Osmanlı saltanatını kaldırmak üzere müzakerelerde yaptığı konuşmasının bir kısmında şu ifadeleri kullanıyor:
**“Hâkimiyet ve saltanat hiç kimse tarafından hiç kimseye, ilim icabıdır diye müzakereyle, münakaşa ile verilemez. Hâkimiyet, saltanat kuvvetle, kudretle ve zorla alınır. Osmanoğulları zorla Türk milletinin hâkimiyet ve saltanatına musallat olmuşlardı. Bu tasallutlarını altı asırdan beri idame eylemişlerdir. Şimdi de Türk milleti bu mütecavizlerin hadlerini ihtar ederek, hâkimiyet ve saltanatını isyan ederek kendi eline bilfiil almış bulunuyor. Bu bir emrivakidir. Mevzubahis olan, millete saltanatını, hâkimiyetini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız, meselesi değildir. Mesele zaten emrivaki olmuş bir hakikati ifadeden ibarettir. Bu behemehâl olacaktır. Burada içtima edenler meclis ve herkes meseleyi tabiî görürse, fikrimce muvafık olur. Aksi takdirde, yine hakikat usulü dairesinde ifade olunacaktır. Fakat ihtimal bazı kafalar kesilecektir.” [**D. Mehmet Doğan, Türkiye Cumhuriyeti Tarihine Giriş, 2. baskı, s. 184; "Atatürk Diyor ki!". kultur.gov.tr.]
Bu dil maalesef kendini bu devletin kadim sahipleri zanneden günümüz karanlıkçılarına ilham vermiştir. Onlar liderlerinin kullandığı bu elitist, jakoben dili sıklıkla kullanmışlar, istemedikleri hükümetleri bu anlayıştan hareketle darbeler yaparak devirmişlerdir.
Gerçekten de saltanatın kaldırılması ileride oynanacak senaryoların zemini niteliğindeydi. Sultayı ve yönetim kabiliyetini kaybetmiş bir kurumu Hilâfet’i ruhî arka planda sürdürebilmesi imkânsızdı. Zira Hilâfet siyasi, politik ve devletlerarası tesiri olan ciddi bir kurumdu. Bu kurumu manevi dünyasına hapsetmek, “Papa” veyahut “Ayetullah” gibi ruhi vasıflara gömerek devam ettirmek hem İslâm Halifesine hem de Hilâfeti’ne itibar kaybettirmekten başka bir şey değildi. Zaten amaçları da buydu. Doğrudan Hilâfet’in kaldırılması Müslümanları ciddi şekilde düşmanlaştırmaları demekti. Lakin etkisi ve tesiri azalmış, siyaseten geri kalmış bir kurumun toplumun sırtına kambur olacağı kamuoyu nispeten gerçekleşmişti. Bu şeytani kamuoyuna alet olmayan hakiki âlimler zaten ipe götürülecekti. Ama genel kamuoyu korkuyla da olsa bunu kabule zorlanacak ve süreç bir şekilde tamamlanacaktı. Öyle de oldu ve 16 ay sonra daha önce saltanat ile siyasi gücünü kaybeden Hilâfet yıkıldı, sonra… Sonrasını anlatmaya gerek var mı? İslâm coğrafyasında kan ve gözyaşının, zulmün, adaletsizliğin uğramadığı bir karış toprak kaldı mı?
Neyse… Konumuza dönecek olursak… Başlıkta şöyle sormuştuk: “Önce Osmanlı halledildi ya sonra?” Evet, sonra; Hilâfet yıkıldı, Müslümanlar çaresizliğe, yalnızlığa ve başıboşluğa terkedildi. Ama “ya sonra?” diyerek kastettiğim şey bu da değil, daha da kötüsü… Yeniden İslâm’a yüzünü dönecek adam gibi liderler kalmadı. Yeniden ümmete umut aşılayacak yöneticiler o diyarları çoktan terk etti. Üstelik Batı’dan onlarca darbe almasına rağmen katiline âşık bir şekilde… Tıpkı Mustafa Kemal gibi dünyalık üç kuruşa vatanını, milletini, milletinin evlatlarını Batılı devletlerin insafına terk ederek… Bizim mahallenin çocuklarını da tavladılar; popülizmle, servetle, şan ve şöhretle… Hatta İslâm mahallesinin genç delikanlıları, yiğitleri bir anda laikliğin, demokrasinin cesur savunucuları oldular. Gittikleri her yere pazarladılar, götürdüler. Sırtlarına saplanan Batı’nın hançerini hiçbir pişmanlık yaşamadan, acısını cebe gömerek, bugünün mazlum Müslümanlarına sapladılar.
Gerçekten şaşıyorum; nasıl bu kadar hissiz ve ilgisiz kalıyorlar? Yeryüzü Batılı sömürgeci devletlerin elinde deneme tahtasına dönerken “dur bakalım ne oluyor?” diyeceklerine, görev bekliyorlar. İşte bu aşağılık kompleksi saltanatın kaldırılması ve Hilâfet’in yıkılması kadar vahim. Çünkü İslâm’a dönmek isteyen ümmetin yiğit evlatlarına da sırf işbirlikçi Batılı patronlarının korkusuyla engel olmaktadırlar. Tamam, anladık, kendileri ellerindeki bütün gücü İslâm’a ve Müslümanlara hizmet etmek için sarf etmek yerine bir takım menfaatler için çalışıyorlar ve değişmeyecekler. Peki, canıyla malıyla dinine hizmet etmek isteyen, yeniden Hilâfet’in inşası için çalışan gençlere neden gölge olursunuz? Siz Rabbinizin şu kavlini de mi unuttunuz:
[اِنَّ الَّذٖينَ يَكْتُمُونَ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ مِنَ الْكِتَابِ وَيَشْتَرُونَ بِهٖ ثَمَناً قَلٖيلاًۙ اُو۬لٰٓئِكَ مَا يَأْكُلُونَ فٖي بُطُونِهِمْ اِلَّا النَّارَ وَلَا يُكَلِّمُهُمُ اللّٰهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ وَلَا يُزَكّٖيهِمْۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَلٖيمٌ اُو۬لٰٓئِكَ الَّذٖينَ اشْتَرَوُا الضَّلَالَةَ بِالْهُدٰى وَالْعَذَابَ بِالْمَغْفِرَةِۚ فَمَٓا اَصْبَرَهُمْ عَلَى النَّارِ] “Allah’ın indirdiği kitabın bir bölümünü gizleyenler ve onu az bir şey karşılığında satanlar yok mu, onlar karınlarına ateşten başka bir şey doldurmuyorlar. Allah kıyamet gününde onlarla konuşmayacak, onları arındırmayacak! Onlar için elem verici bir azap vardır. Onlar, doğru yol karşılığında sapkınlığı, mağfiret karşılığında azabı satın almış kimselerdir. Ateşe ne kadar da dayanıklılarmış!” [Bakara Suresi 174-175]