Öcalan Ve Demokratik İslam Kongre Çağrısı
22 Ekim 2013

Öcalan Ve Demokratik İslam Kongre Çağrısı

“Barış” süreci kapsamında Hükümet ve PKK arasında yürütülen uzlaşma ya da müzakereler adına, BDP milletvekillerinin Abdullah Öcalan ile yaptığı son görüşmede Öcalan’ın, sürece yönelik açıklamalarının yanında; "El Kaide, El Nusra gibi İslam'a ihanet içinde olan kesimlere karşı Diyarbakır'da Demokratik İslam Kongresi çağrısı yapıyorum. Bu kongre çalışmalarında Alevi’si ve Sünni’siyle tüm halkımızın derinlikli tartışmalar yürütmesi, kongrenin anlamlı kararlaşmalarla ve kurumsallaşmalarla sonuçlanması son derece önemlidir. Hz. Muhammed’in Medine Şûra çalışmaları örnek alınarak, Şeyh Said gibi tarihi kişiliklerin ruhuna uygun olarak bu çalışmaların yapılması önemlidir.” Şeklinde beyanatlarda bulunmuştur.

Abdullah Öcalan’ın İslam’a dair görüşlerini bilenler için, Öcalan’ın bu söylemleri insana ‘hadi buradan yak’ dedirttirir. Fakat bu ‘çağrı’yı ‘anlamlı’ bulan ve katkı sunmaya hazır olduğunu söyleyen, kendisini komünist Müslüman olarak tanımlayan birinin olmasına şaşırmadım. Aynı şekilde bir Alevi Derneğinin başkanlığını yapan birinin ya da papazlık yapan bir Hıristiyan’ın bu söylemlere iltifat edip destek vermelerini de anlarım. Ancak, ‘bu çağrıyı yabana atmamak gerekir’ veya böylesi bir kongrenin “hazırlıklarına başlanmalı” diyen, sözüm ona ‘din âlimi’, ‘İslam düşünürleri’, ‘aydın’, ‘yazar’ ve bir takım STK temsilcilerinin bulunması insanı gerçekten şaşırtmakta ve Müslümanlar adına üzüntü vermektedir.

Demokrasi ve İslam’ın yan yana kullanmanın gafletliğine değinmeden önce bu çağrıya balıklama atlayan sözüm ona “İslamcı”lara, Öcalan ile ilgili birkaç soru sormak istiyorum.

1- Öcalan’ın İslam’a bakışını biliyor musunuz?

2- İslam’a inanmayan ve kitaplarında durmadan İslam’a hakaret eden, Kürt halkının maruz kaldığı haksızlıkların faturasını İslam’a çıkartan birinin, acaba İslam’dan nasıl bir beklentisi olabilir?

3- Öcalan, İslam’a karşı ihanet içinde olduğuna inandığı kesimlere karşı, gerçek İslam’ı kabul edip savunmakta mıdır? Bu söylemi ile kendisine göre ihanet içinde olmayan Müslümanların profili nasıldır?

4- Ve Öcalan’ın, bu çalışmada ilham kaynağı olarak işaret ettiği kişi olan Şeyh Said ile ilgili görüşlerinin ne olduğunu biliyor musunuz?

5- Son soru olarak, samimi bir İslam âliminin ulusalcılara; ‘kafatasçılığa karşı Kemalist milliyetçiliği’ veya sosyalistlere; ‘Marksist anlayışa karşı Mao’nun Komünistliği’ kongresini yapmaya çağrıda bulunması mümkün mü? Mümkün olduğu takdirde buna nasıl bir anlam yüklersiniz?

Lafı eveleyip gevelemeden ve bütün bu sorulara doğru bir şekilde cevap veren bir Müslüman, ‘bu çağrıyı yabana atmamak gerekir’ diyemez. Çünkü burada bir değil, zincirleme hatalar söz konusudur. İslam’ı, başka bir yaşam tarzıyla ilişkilendirmek sureti ile ele almak başlı başına bir hata iken, buna ilaveten İslam’a bakışı tamamen sorunlu ve olumsuz olan birinin İslam’daki şuradan bahsetmesi, kıyamını dış güçlerin kışkırtmasına bağladığı Şeyh Said’e vurgu yapması peşi sıra gelen hatalardır.

Öcalan, tarihi olayları sürekli olarak kendi ideolojisi ve hareketini anlamlandırmak adına farklı biçimlerde yorumlamaktadır. Tahrif edilmiş dinlere, Aleviliğe ve beşeri bütün dinlere karşı saygılı olduğunu ifade ederken, Sünniliği gericilikle nitelendirmektedir. Tarih içindeki İslami her oluşumu ihanetle nitelerken Müslüman Kürt halkı için büyük bir değer olan Şeyh Said’i de taban bulma ve geniş halk kitlelerinin desteğini almak için kullanmıştır. Aynı şekilde, M. Kemal’e karşı birbiri ile tezat değerlendirmeleri olmakla birlikte, Şeyh Sait konusundaki değerlendirmesine bakalım.

‘…Şeyh Sait önderlikli isyan…Kürt-Türk ilişkilerinin olumsuzlaşmasında temel bir rol oynamıştır. Hâlbuki M. Kemal Atatürk 1924 başlarında Kürtlerin özgürlük problemlerini kabul etmekte, bir çözüm arayışında olduklarını bu yılda yaptığı İzmit Basın Konferansında dile getirmektedir… İsyan muhtemel çözümleyici yaklaşımların tümünü ortadan kaldırır. Tam tasfiye ve asimilasyon eğilimi öne çıkar. M. Kemal isyanda halife, İngiltere ve iç ümmetçi güçlerin ortaklaşa çabalarla cumhuriyeti ortadan kaldırmak istediklerine dair ciddi bir tehdit algılar. O kadar şiddetle üzerine gitmesinin temel nedeni budur. Bir Kürt probleminden ziyade, cumhuriyeti yıkmak, yerine emperyalizmi ve işbirlikçilerinin saltanatını geri getirme çabası olarak görür. Bundan sonraki tüm isyanlar bu tehdit algılamasının etkisi altında değerlendirilecek; hatta bir fobi olarak günümüze kadar aynı etkiyi sürdürecektir.’ (Öcalan:bir halkı savunmak Word dosyası s.174)

Görüldüğü üzere bu kısa değerlendirme içinde dahi tarihi olaylar nasıl ters yüz edilmektedir. Bu kısa makaleye alınamayacak miktardaki Şeyh Said ile ilgi değerlendirmeleri tamamen olumsuzdur. Kısacası, Kemalist değerlendirme olan Musul ve Kerkük’ü de işin içine katarak isyanın, İngilizlerin kışkırtması ile meydana geldiğini, şayet isyan olmasaydı cumhuriyetin, eşit haklarla Kürt ve Türk halkının ortaklaşa devleti olacağını, M. Kemal’inde bu düşüncede olduğunu, İngilizlerin cumhuriyet karşıtı ve halife yanlısı olduğunu, vs. iddialarda bulunmaktadır.

Öcalan’ın düşüncelerini, İslam’a bakışını değerlendirmek gayesinde değilim. Bu, hem bu makalenin konusu değil hem de görünen köy kılavuz istemez türünden bir durum söz konusudur. Öcalan’ın Şeyh Said kıyamı ile ilgili olumsuz bir bakış açısı olmasına rağmen, gerek Müslüman Kürt halkı arasında yapılan propaganda ve gerekse bu son açıklaması ile Şeyh Said’e olumlu bakıyormuş gibi vurgu yapmasına binaen bu konuda bir şeylerin yazılmasını gerekli gördüm. Öcalan’ın dile getirdiği, sanki ilk defa söyleniyormuş gibi bazı kesimleri heyecanlandıran Demokratik İslam düşüncesine bakalım.

Demokrasi kavramını İslam’ın başına getirip, İslam ile yan yana kullanan bir insan, şu üç ihtimalden biri konumundadır. Bir; bu insan ya Demokrasiyi ya da İslam’ı bilmemektedir. İki; bu insan hem Demokrasiyi hem de İslam’ı bilmemektedir. Üç; bu insan, bunlardan en az birini bilmekle birlikte, küresel ve yerel İslam düşmanlarının, yüz yıllardır İslam ve Müslümanlara karşı yürüttüğü mücadele neticesinde, İslam ümmetinin büyük bir kesimini aldattıktan sonra, henüz aldatıp İslam’dan koparamadığı Müslümanları da kendileri gibi yapma uğraşı içinde olan, İslam’a ve Müslümanlara karşı ihanet içinde bulunan kimsedir.

İlk iki gruba dâhil olan insanların, samimi oldukları takdirde bilgisizlikleri giderilebilir. Ancak son gruba dâhil olanlara, Allah’tan hidayet dilenebilir ve onlar hidayet bulana kadar da İslam Ümmetinin evlatlarını onların şerrinden korumaya çalışılmalıdır.

Bugüne kadar gerek dergimizde, gerek internet sitemizde ve gerekse beyanatlarımızda yüzlerce defa Demokrasi kavramını ele alıp ve bırakın Demokrasinin İslam’dan olmasını, İslam ile ne kadar tezatlık ifade ettiğini, İslam’a düşman olduğunu ve İslam’a göre de kendisinin küfür bir nizam olduğunu yazdık ve söyledik. Dergimizin yazarlarından Sayın Süleyman Uğurlu hocamızın ‘Demokrasiye Eleştiri - ve onu İslam’dan gösterme gayretlerine-’ isimli kitabı da bu konuda yeterince malumat ve fikir vermektedir.

Bu konu ile ilk defa karşılaşan okurlarımız için kısa bir hatırlatmada bulunmak faydalı olacaktır. Uygulama çeşitliliğine rağmen ve farklı kelimelerle ifade edilse de doğrudan, temsili veya yarı-doğrudan Demokrasi, laiklik ilkesi üzerinde inşasını gerçekleştiren Kapitalist ideolojinin, yaşam tarzının belirleme şeklinin insanın kendisine bırakılması anlayışıdır. Ancak yaşam tarzı ile ilgili kaide ve kuralların oluşumunda dini inançlara asla yer vermez. Çünkü kapitalist ideoloji, dini hayattan ayırmak, yani laiklik temel fikri üzerinde nizamlarını oluşturmuştur. Bu açıklamalar doğrultusunda demokrasi ile ilgili şu hususlar öne çıkmaktadır.

1-Demokrasi; dinin hayattan ve devletten ayrılması yani laiklik akidesinden çıkmıştır.

2-Demokrasinin iki ana fikri vardır ki bunlar;

a) egemenlik/hâkimiyet kayıtsız ve şartsız halkındır.

b)halk, bütün kuvvetlerin kaynağıdır.

3-Demokrasi; bir çoğunluk yönetimidir.

4-Demokrasi; hiçbir vahye dayanmayan tamamen beşeri bir nizamdır.

Öne çıkan bu özellikleri ile demokrasi; kişiden kişiye, devletten devlete değişebilen yorum ve uygulamaları ile adeta bir bukalemun gibi muamele görmektedir. Kim içini nasıl doldurdu ise, ‘ben yaptım oldu’ gibi bütün anlayışlar da ‘demokrasi’ olarak tarif edilmektedir. En bariz örneği, Öcalan, demokrasi adına mücadele verdiğini ve bundan dolayı mahkûm edildiğini iddia ederken, Öcalan’ı ömür boyu hapse mahkûm eden de demokrasi adına yapmasıdır. Bunun için Demokrasinin tamamen beşerin istek ve arzularına göre şekillendiğini görmekteyiz.

Bundan daha önemlisi ise Demokrasinin mucidi olan egemen batılı güçlerin, şatafatlı sözler ile dillendirdiği demokrasi ile dünya halklarını sömürdüklerini insanların görememesidir.

İslam’a gelince; Allah Sübhanehu ve Teâlâ’nın, Rasulü Muhammed (SAV) aracılığı ile bütün insanlara indirdiği, hükmü kıyamete kadar süren, eksiksiz, kâmil bir dindir. Bir akideye bina edilmiş, insanların hayatta karşılaştığı her soruna çözüm getiren bir çare, insanlara hayat veren bir merhamet nizamı ve insanları karanlıklardan kurtaran bir nurdur. Dolayısı ile İslam; biz kulların kendi nefsimizle olan ilişkisini, kendimiz dışındaki diğer insan ve varlıklarla olan ilişkilerimizi ve Yaratıcımızla olan ilişkimizi kuran ve bu ilişkilere dair bir nizam belirleyen bir yaşam tarzı, bir ideolojidir.

Bu genel tanımlama ışığında, İslam’ın kendisine has bir yönetim nizamı, bir içtimai (sosyal ilişkiler) nizamı, bir iktisat nizamı, bir ukubat (ceza) nizamı, medya, eğitim, sağlık, ziraat vs. hayatın her alanına dair nizamları olan bir ideolojidir. Başka ideolojiler ile sentezlenme ihtiyacı olmamakla beraber, böylesi bir uğraşı hakkı batıl ile karıştırmak olarak değerlendirir. İslam, kendisinden bir şeyi kabul etmemeyi veya kulak ardı edip ihmal etmeyi daha önceki ehli kitabın yaptığı ile bir tutup küfür ile itham etmektedir. Yine İslam, kendisinden olmadığı halde bir şeyi kendisine dâhil etmeyi bidat olarak tanımlayıp bunu da sapkınlık olarak değerlendirmektedir.

En özet hali ile Demokrasi ve İslam’ı bu şekilde tanımladıktan sonra net olarak şöyle bir sonuç ortaya çıkmaktadır: Ne demokrasi İslam’dandır, ne de İslam demokrasidendir. Biri beşerin istek ve arzularına göre şekillenirken, diğeri âlemlerin yaratıcısı ve Rabbi olan Allah’tandır. Biri eksikliğinden ve herkese hitap etmemesi sonucu kişiden kişiye değişebilirken diğeri her insanın fıtratına hitap eden kıyamete kadar evrenselliğe sahiptir.

Allah Sübhanehu ve Teâlâ da kendi katındaki geçerli tek dinin İslam olduğunu ifade ettikten sonra, inanan insanların başka dinleri veya nizamları benimsemesi veya onları İslam ile bir araya getirmesi mümkün değildir. Eğer böyle bir anlayışı varsa birilerinin, yukarıda belirttiğim gibi üç insan grubundan birine dâhildir.

Diğer taraftan, İslam’ı başka ideoloji ve izimler ile sentezleme çalışmalarının yeni olmadığını biliyoruz. Özellikle ABD’nin İslam dünyasını yeniden dizayn etme çabalarının gereği olarak demokratik İslam, ılımlı İslam gibi kavramları üretip yerli devşirmeler ile pazarladığını görmekteyiz.

Bir toplumu değiştirmenin en kısa ve en kolay yolu, o toplumdan olan ve toplum tarafından sevilen insanları kullanmaktır. Dünyanın her tarafında bunun örneklerine rastlanabilir. Sömürgeci devletler, ilk zamanlarda sömürge ülkelerine kendi milletlerinden vali atarlardı. Fakat bu uygulama ile sömürdükleri ülkelerde hiç rahat edemediler. Ancak daha sonra sömürdükleri ülkelere göstermelik bağımsızlıklar verip bu sefer içerden devşirdiği ama “halkın seçtiği” yöneticiler ile daha modern ve kolay bir sömürü yöntemine döndüler.

Batının toplum mühendisleri bu yöntemi daha da geliştirdiler. Solcuları değiştirmek için kendi içlerinden adamlar ile yaptılar. Müslümanları değiştirmek ve sisteme entegre etmek için Erdoğan ve taifesini kullandıkları gibi. Yine T.C. nin yetmiş yılda İslam’a bağlılıklarını değiştiremediği Müslüman Kürt halkının, PKK tarafından değiştirilmesi gibi. Şimdide bir taraftan Erdoğan bir taraftan Öcalan ile daha değişmemiş, daha demokrat olamamış Müslümanların el birliği ile değişimi hedeflenmektedir.

Bu bağlamda bütün Müslüman kardeşlerime ve Müslümanlara öncülük eden kanaat önderlerine, bu habis oyunlara karşı uyanık olmalarını, İslami hayatı yeniden başlatmak adına sadece İslami çalışmalarda bulunmaları gerekliliğini hatırlatmak istiyorum. İzzetin tamamı Allah’a, Rasulüne ve mü’minlere ait olduğunu unutmayalım.