Bugün merakla beklenen Öcalan’ın mektubu Diyarbakır’da kutlanan nevruz etkinliklerinde okundu. Bu etkinliği Emniyet Genel Müdürlüğünün düzenlediği bir program sayesinde Ankara’da devletin ağır topları canlı olarak izlediği gibi başbakan Erdoğan’da bulunduğu den saniye-saniye bu etkinliği takip etti. Program sonrası Erdoğan kendi söylemleriyle Öcalan’ın söylemlerinin büyük ölçüde örtüştüğünü söylemesinin yanısıra programda Türk bayrağı olmamasını eleştirdi. Aynı şekilde içişleri bakanı Muammer Güler’de mecliste yaptığı konuşmada Türk bayrağının olmamasını kınadığını ifade etti. Bu durum bana sanki hükümetin; “eleştirdiğimiz yönleride var” diyerek herkesin üzerinde yürüdüğü çizgiyi kendisi çiziyormuş gibi görünme çabasıymış gibi geldi.
Geçen sene aynı kalabalığı biber gazlarıyla, joplarda dağıtan hükümetin bu yılki kalabalığı teşvik etmesinin yanı sıra birde pürdikkat bu etkinliği tam kadro takip etmeleri bile çizgilerin başkaları tarafından çizildiğini gösteren bir durum aslında. Ancak ben bu makalede Öcalan’ın açıklamalarını konu alacağım için daha fazla bunun isbatı üzerinde durmayacağım.
Üç gün önce dergimizin 103. Sayısında yayınlanmak üzere bir makale kaleme aldım. Köklüdeğişim yetkilileri uygun görürlerse yayınlayacaklardır. Ancak anlatmaya çalıştığım hususa katkı saylayacağından makalede ifade ettiğim iki paragrafı buraya almak istiyorum.
“Yukarıdaki tabloyu hesaba katarak baktığımızda ABD en güçlü grup olan Mücahitler’in karşısında demokratik gruplar ve Kürt grupları birleştirerek güçlü bir rakip çıkarmak istediği hiçte uzak değildir. Zira ABD Şeriat istemeyen grupları silahlandırarak güçlendirmek istesede bunun tek başına işe yaramayacağını çok iyi bilmektedir. Bundan dolayı azda olsa sivil desteği olan Kürt gruplarla onları cem etmek istemesi, böylece en güçlü tarafı oluşturup Esed sonrası onları Suriye yönetimine alternatif göstermesi hiçte uzak bir ihtimal değildir. Ayrıca bu planda bir sinsilik te yatmaktadır ki eğer oluşturacağı bu alternatifi iktidara taşıyamayıp Suriye’de Hilafetin kurulmasını engelleyemezse en azından kuzeyde bir Kürt devleti kurarak Suriye’yi tamamen Hilafetin eline kaptırmamak ve böylece bölünmüş bir Suriye ve güçsüz! bir Hilafet olmasını istiyor. Böylece yukarıdada bahsettiğim BOP çerçevesinde Kürdistan devletinin Akdeniz’e kadar inmesini ve Türkiye ile kurulacak olan Hilafet Devleti arasında bir tampon bölge oluşturarak hem Türkiye’nin Hilafet Devletin’den etkilenmesini engellemek, hem Hilafetin zayıf doğmasını sağlamak, hemde doğduktan sonra O’nu “İsrail”, Irak ve Kürdistan çemberi içinde kontrol altında tutmak istiyor. Tabi bunu B planı olarak A planı tutmassa devreye gireceğini düşünmüş olabileceklerini tekrar hatırltmak isterim.
Siyasette imkânsızların gerçek olabileceği çerçevesinden hareketle burnuma yukarıdaki planın Türkiye’de devam eden Kürt Meselesiyle alakalı “Çözüm süreci” çalışmalarıyla alakalı olabileceği kokusu geliyor dersem abartmış olurmuyum bilmiyorum ama PKK eğer silah bırakıp “mekapla” giderse mutlaka taviz alıp gideceğini biliyorum. Zira otuz küsür yıldır sırf eşitlik ve demokratikleşme için dağa çıkmadıkları malumdur. Türkiye’de Erdoğan’ın da; “kesinlikle bir pazarlık içerisinde değiliz. Kimsenin bölünme gibi kaygıları olmasın… bize güvenin” şeklindeki açıklamaları veya adalet bakanın; “kesinlikle Apo’ya af, yada genel af gibi bir çalışmamız yok” şeklindeki açıklamalarına bakılırsa Türkiye’de taviz verilmediği söylenebilir. O halde taviz Suriye’de bir Kürt devleti kurmalarına göz yumma olurmu diye akıllara gelmiyor değil hani. ABD’de buna karşılık Türkiye’yi Kürt Meselesinden kurtarma vaadi vermiş olabilir. PKK “mekapla” yürüyüp nereye gidecek, ikinci ya da üçüncü ülkeler neresi, Türkiye taviz vermiyorsa kim veriyor? sorularının yanıtı bu olabilir.”
Bugün Öcalan’ın mektubunun açıklanmasıyla yukarıda ifade etmeye çalıştığım husus şahsımda dahada netleşti. Zira Öcalan’ın mesajları arasında Ortadoğunun durumuna sıkça dikkat çektiğini görüyoruz. Öcalan’ın okunan mektubunda ayrı-ayrı yerlerde şu ifadeleri geçmektedir; “Ortadoğu ve Ortaasya halkları artık uyanıyor. Kendine ve aslına dönüyor. Birbirine karşı kışkırtıcı ve köreltici savaşlara artık dur diyor…Bugün artık yeni bir Türkiye'ye, yeni bir Ortadoğu'ya uyanıyoruz…Bu zulüm cenderesinden ortaklaşa çıkış yapmak için hepimizin Ortadoğu’nun temel iki stratejik gücü olarak, kendi öz kültür ve uygarlıklarına uygun şekilde demokratik modernimizi inşa etmeye çağırıyorum…Ortadoğu ve Ortaasya kendine uygun bir demokratik bir düzen aramaktadır… Ortadoğu halkları kökleri üzerinden yeniden doğmak ve ayağa kalkmak istiyorlar.”
Öcalan’ın kastettiği Ortadoğu’daki durum Suriye’nin durumu olmasın, İstanbul’da Suriye’ye başbakan olarak atanan Gassam Hito olmasın, ABD’nin kendilerine Akdeniz’e kadar açılan Suriye’nin kuzeyinde bir kürdistan olmasın? Bence ta kendisi. Zira Öcalan’ın daha önce sızdırılan sözleri arasında ABD’nin kendisini seçtiğini, kendisine görevler verdiğini, Erdoğan’ı başkan yapacaklarını Milliyet gazetesinde okumuştuk. ABD’nin Öcalan’a verdiği görev acaba Suriye’nin kuzeyinde bulunan PYD üzerindeki nüfuzunu kullanarak Suriye’deki Kürt halkının Gassam Hito’ya destek vermesi için çalışmak olabilirmi?