Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Astana Konferansı kapsamında kurduğu gözlem noktalarının kuşatılmasıyla başlayan saldırılarda, sadece şubat ayı içerisinde 57 askerin Rus ve Rejim güçlerinin saldırılarıyla ölmesi Rusya’ya yönelik tepkileri arttırdı. Ancak içinde emekli askerlerin de olduğu bir taifeyi 33 askerin ölmesi bile etkilemedi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan; “Her biri canımızdan birer parça olan askerlerimizin hayatına kast edenleri yerle yeksan etmek boynumuzun borcudur”[1] diyordu. Bunun için adına “Bahar Kalkanı” adı verilen bir operasyon başlattı. Ancak daha ölen askerlerin toprağı bile kurumadan “ateşkes” anlaşması imzalandı.
Ayrıca görüşme öncesi ABD Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey’nin Türkiye’yi ziyaret etmesi, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’nın düzenlediği bir konferansta; “gerçek bir ateşkes kararı çıkmasını umduğunu”[2] söylemesi ve mutabakat metninde Cenevre’ye atıf yapılması Suriye’de Rusya’nın da, Türkiye’nin de patronunun Amerika olduğunu göstermektedir.
Gerek ziyaret öncesinde gerekse de ziyaret sonrasında medya, meseleyi magazinleştirerek tartışmanın yönünü saptırdı. Öyle ki, insanlar Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın iki defa kabulünden dolayı teşekkür ettiği Putin’in 33 askerin katili olduğunu bile sorgulamadı. Rusya önemli bir devletti. Özellikle son yıllardaki ekonomik ilişkiler öyle bir çırpıda atılacak cinsten değildi. Ayrıca söz konusu operasyonun sınırlı ve duygusal bir operasyon olduğu, zevahiri kurtarmak için sadece göz yumulduğu gerçeğinin de farkındaydılar.
5 Mart Moskova görüşmesiyle birlikte “Bahar Kalkanı” operasyonu daha bahar tam gelmeden bitti. Cumhurbaşkanı Erdoğan, 5 Mart 2020 tarihindeki Moskova ziyaretiyle sadece Soçi Zirvesini Türkiye ve Muhalifler aleyhine güncellemiş oldu.
Türk ve Rus heyetler önce liderler düzeyinde sonra da heyetler arasında yaklaşık altı saat süren bir görüşme gerçekleştirdi. Taraflar, 2018 Soçi Mutabakatı’na ek protokol olarak sundukları 3 maddelik bir metni kamuoyuna açıkladılar ve ateşkes ilan ettiler. 6 Mart tarihinde gece yarısı yürürlüğe giren ateşkesle, artık İdlib’in Halep-Şam M5 Karayolu ve Serakib’in de içinde yer aldığı bütün doğusunun, Suriye hükümetinin denetiminde olduğu kabul edildi. Protokole göre, Serakib’den batıya, Lazkiye’ye uzanan M4 Karayolu’nun güneyinde ve kuzeyinde altışar kilometrelik güvenlik kuşağı oluşturulacak ve Türk-Rus güçleri tarafından denetlenecek. Bu koridor, muhaliflerin kontrolündeki bölgeyi güneyde kesecek, kuzeye doğru daha da daraltacaktır. Protokolde Rejim kontrolünde kalan gözlem noktalarına ise atıf dahi yapılmadı. Böylece Türkiye’nin Soçi sınırlarına çekilmezse “gereğini yaparız” dediği sınır hattı buharlaşıp gitti. M5 Karayolu’nun Rejimin eline geçmesine sessiz kalındı. Öncesinde dillendirilen tampon bölge ise ne metne girdi, ne de basın açıklamalarında konusu geçti.[3]
İki gün önce ise Rus resmî devlet haber ajansı Ria Novosti, Türk askerî kaynağına dayandırdığı haberinde, Türkiye’nin İdlib’deki gözlem noktalarında ağır silahlarını 5 Mart’taki mutabakat çerçevesinde çekmeye başladığını yazıyordu.[4]
Yani sahada Rejim güçleri toprak kazanıp hayati önemdeki M4 ve M5 karayollarında söz sahibi olurken, her geçen gün sınıra akın eden Suriyeli muhacirler çoğalırken, Türkiye, 2 dakikalık bekletilmeyi konuşmaktadır. Konuyla ilgili Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun açıklaması ise içler acısı. Toplamda, söz konusu görüşme ve sonuçları itibariyle en çok zararı Suriye halkı görecektir. Türkiye ise sözde hami gibi gözükürken, parça parça İdlib ve diğer yerleri Rejime teslim etmek zorunda bırakılacak.
Ruslarla Müslümanların olduğu bölgede ortak devriye atmak, stratejik noktaları katillerin elinde bırakmak ve günün sonunda tüm faturayı yine Suriye halkına keserek masadan kazançlı çıktığını iddia etmek, tam da günümüz Türkiye’sinin durumunu resmetmektedir.
Bu anlaşma katillere karşı direnen Müslümanları pasifize ederek hareket alanlarını daha da daraltacaktır. Dolayısıyla yeni sürecin en önemli parametrelerinden birinin bugüne kadar olduğu gibi bugünden sonra da BM Güvenlik Konseyi kararlarınca “terörist” olarak ilan edilen gruplarla mücadele olacağını söyleyebiliriz.
Türkiye, Soçi Mutabakatında da belirtildiği gibi “terör örgütlerinin” ateşkes dışı olduğunu kabul ediyor. Rejim ve Rus güçler ise daracık alana sıkışmış 4 milyon Müslümanı ayırt etmeksizin her gün katlediyor. Sonra da sınıra yığılan muhacirlerden endişe ettiğimizi söylüyoruz.
Türkiye, askerî kuvvete karşı askerî bir kuvvetle cevap vermek yerine, Amerika ve Rusya’nın tehditlerine boyun eğerek Müslüman Suriye halkını katil devletlerin insafına terk etti ya da ettirildi.
Ne olursa olsun sonuç bu: katil Rejime meşruiyet verdiler. Özellikle “Suriye Arap Cumhuriyeti” ifadesini bizzat Dışişleri Bakanı’na söylettiler. Muhalifleri ise terörist gösteren anlaşmaya imza attılar.
Dolayısıyla Türkiye’nin Suriye’de düştüğü durum; “nerden baksan tutarsızlık, nerden baksan ahmakça…”
[2] https://www.amerikaninsesi.com/a/jeffrey-bugun-zirveden-gercek-bir-ateskes-cikmasini-umuyorum/5316089.html
[3] https://www.haberler.com/idlib-mutabakati-nedir-idlib-mutabakati-12985924-haberi/